Patti Smith: Direnmeliyiz

Sanatçı, Trump için ‘yobaz’ derken, destek verdiği Julian Assange üzerinden, “Bilincimizi özgür kılmak için direnmeliyiz,” mesajı veriyor.

EVRİM ALTUĞ

1999 ve 2007'de İstanbul'da toplam üç kez sahne alan 1945 Chicago doğumlu anne, aktivist, şair ve müzisyen PattiSmith, bu akşam İstanbul Zincirlikuyu'daki Zorlu PSM'de 'kapalı gişe' bir konser daha vermek üzere Türkiye'ye geldi. Bütün mütevazılığı ile 'Ben de sizler gibi biriyim, bir yurttaşım,' diyen ve günümüz neslinin 'cebinde bildiği' iletişim olanaklarının kıymetini koşulsuz aşk ve sevgi ilkeleriyle vurgulayan Smith, konseri öncesinde yaklaşık 50 basın mensubunun sorularına yanıt verdi. 'Hayatın, hayatta oluşunuzun kıymetini bilin,' diyen ve gençliğinde Mevlanâ Celaleddin-i Rumî'yi okuduğunu günümüz nesline tüm mütevazılığı ile çıtlatan Patricia Smith, grubu ile vereceği konser öncesinde, bir basın toplantısından ziyade, sahnede bir yaşam dersi niteliğindeki buluşmada 1996 tarihli 'Gone Again' adlı albümünden 'Wing' / 'Kanat' parçasını da 'unplugged' biçimde seslendirmek gibi bir armağan sundu. İşte, müzikal kariyerinden anneliğe, siyasetten mutluluğa, onlarca hayranı için imza günü de düzenleyen Patti'den, (yazarımız Hande Eagle'ın da İngiltere çıkışlı soru katkıları ile), 'hayata dair' kimi satır başları:


Hazırladığınız albümler, verdiğiniz konserler, tecrübe ettiğiniz insan ilişkileri ve yazdığınız kitapların ardından, sizi gerçekte neyin mutlu ettiğini söyleyebilir misiniz ?

Herşeyden önce hayatta olduğum için mutluyum. Bu basit bir yanıt gibi gelebilir; ancak öyle çok iyi dostlarım, ağabeyim, eşim, piyanistim Robert Mapplethorpe, çok sayıda yoldaş sanatçılar, müzisyenler erken öldü ve geride kaldılar ki. Bu sebepten halen hayatta olduğum için kendimi ayrıcalıklı buluyorum. Böylece işimi sürdürüyorum. Bir sanatçı için her zaman yeni bir şiir, yeni bir şarkı, yeni bir konser söz konusu ve ben şu anda İstanbul'da oluşumu çok ilham verici buluyorum, bunun için çok mutluyum. Çünkü şu an buna, sizlere ve vereceğim konsere odaklıyım.


Bizim için aşkı/sevgiyi tarifler misiniz ?

Aşk/Sevgi türlü biçimdedir. Bu sorunuza yanıtı, 'Dancing Barefoot' / 'Yalınayak Dansetmek' parçamla verebilirim sanırım. Bu parçada sevginin üç hali mevcut; ilk aşamada insanlarla yaşadığım sevgi var; birlikte yaşadığım, ürettiğim insanlarla. Ardından Tanrı için duyulan sevgi geliyor. Bunu daha sonradan eşim olacak erkeğe, Fred Sonic Smith'e duyduğum sevgi izliyor. Aşk benim için her daim sarmal halde; yaptığım işle, verdiğim 'kamusal' hizmetle, bana ilham kaynağı olagelmiş öteki insanlar için yaptıklarımla ve elbette, çocuklarıma duyduğum sevgi üzerinden, annelikle. Çocuk sahibi olabilmenin, benim sevgi anlayışımı genişletip dönüştürdüğünü düşünüyorum. Gençliğimde, erkek arkadaşlarım veya ailemle yaşadıktan sonra, çocuk sahibi olunca birden gördüm ki, tüm çocuklar benim çocuklarım olmuşlar. Bu meyanda sevgi kapasiteniz de daha evrensel hale geliyor.


* Sizce Donald Trump ABD'deki Başkanlık seçimini kazanırsa, dünya neye dönüşür ?

Mesele kazanıp kazanmaması değil; konu onun politik süreçte bu noktaya varabildiği aslında. Bu durum bile yeterince zarar verici. Çünkü o varlığı ile belli oranda nefreti, izolasyon ve milliyetçiliği körükleyen yobazın biri. Tüm bu unsurlar insanlık durumu için iyi değiller. Donald Trump bir 'şöhret' aslında ve biz bugün bir 'şöhret kültürü'nde yaşamaktayız. Ve bana kalırsa 'şöhret kültürü'yle yaşamak, bugün olabilecek en berbat netice. Ama şu da var; Trump Başkan seçilirse, çok sayıda insanın da ayağa kalkacağını ve daha çok çalışarak böyle bir durumun asla bir daha yaşanmaması için çaba sarf edeceğini de biliyorum. Seçilmesinin dünyaya olumsuz etkileri de kaçınılmaz olacak. Trump kabadayılığı, milliyetçiliği körükleyen biri ve bunlar, bizim özellikle de 21'nci yüzyılda aradığımız vasıflar değiller.

* İsmi WikiLeaks'la anılan Julian Assange’ın özgürlüğüne kavuşması çağrısıyla freeassangenow.org başlığı altında bir dizi etkinlik ve dayanışma gösterisi yapılmakta. Siz de İngiliz yönetmen Ken Loach, Çinli muhalif sanatçı Ai Wei Wei, ABD’li yönetmen Michael Moore, İngiliz müzisyenler Brian Eno ve PJ Harvey ile bu oluşumdasınız; bu yönüyle Türkiye'de de birçok gazeteci, aydın ve akademisyen düşüncelerinden ötürü tutuklanıyor ve baskı görüyor. İfade özgürlüğü ile ilgili mesajınız nedir ?

* Bu çok karmaşık bir soru. Assange'ı Londra'daki Ekvador Büyükelçiliği'nde pek çok kez ziyaretim oldu. Onun emeğini destekliyorum; tıpkı Edward Snowden, Chelsea Manning ve öteki WikiLeaks gönüllülerini olduğu kadar. Onlar her daim daha şeffaf bir dünya için çaba göstermekteler.

Hükümetlerimiz ise buna karşı; çünkü hükümetlerimiz ne yaptıklarını bilmemizi istemiyorlar. Bu salt hükümetlerle de sınırlı değil; şirketler, silah tüccarları, tüm bu insanlar bize bir tür 'bulut' gibi kendilerini dayatıyorlar. Ama bu giderek sıklaşan bulutla interneti kastetmiyorum. Ürettikleri korku taktikleriyle, ekonomileriyle... Bir nevi pelerin bu.

Bana kalırsa bizlerin yalnızca fedakârlıkla, gayretkeşlikle, doğrulukla değil, cinfikirlilikle de bu duruma karşı mücadele etmesi gerek. An gelir, bambaşka şeyleri, bambaşka yollarla da söyleyebilirsiniz; bir şarkı olur bu, bir şiir olur... Yani herkesin hayatı tehlike altında demek istemiyorum; Julian Assange'a bakın: Gerçeği söylediği için mahpus durumda.

Bunun gibi, gerçeği söylediği için ne kadar insanın tecrit altında veya sürgünde olduğu hepimizin malûmu. Onlar çok büyük fedakârlıklar gösteriyorlar. Bu, herkesin göze alabileceği bir durum değil. Ama siz de, gayretkeşliğinizle, acarlığınızla bu yolu seçebilirsiniz. Misal, tarih boyunca şiirlerde, şarkılarda boy göstermiş bir sürü tekerleme var. İnsanlar belli şeyleri şarkılarla protesto ediyorlar; bu görünüşte zararsız gelebilir, ancak çoğunluk, o şarkının manâsını gayet iyi biliyor. Tekrar edersem, gözlemlemeli, sebat edip emek vermeli ve mutlak güç bize baskı yapanların ellerine bırakılmayıncaya dek çaba göstermeliyiz. Ben sizler gibiyim, bir yurttaşım; belli konulardan mustaribim ama bir açıdan da şanslıyım, belli esnekliklerim var; sözgelimi Amerikalı olmak, 70'inde olmak ve içimden geleni söylemek gibi... Ama yinelersem, günümüz teknolojisi bir çok biçimiyle bilgiyi aktarmamızı sağlıyor bugün. İki şey söylemeliyim: Ben de sizler gibiyim ve benim de buraya gelen sizler gibi kafamda belli sorular ve düşünceler var. Belli sorunların diğerlerine üstün olduğu gibi bir fikrim yok ve yalnızca, sizlerle dayanışma içinde eylemde bulunabilirim. Tıpkı burada size şimdi söyleyeceğim 'Kanat'/'Wing' parçamdaki gibi: Bu parça bir ninni gibi gelebilir size ama, çift anlamlıdır. Şöyle ki: "Onlar bizi kodese tıkabilir; bizi durdurup baskı altına almaya girişebilir; ama bizler halen özgürüz. Bizler, bilincimizi özgür kılabilmek adına direnmeliyiz." Bilgi: www.pattismith.net

VE PATTİ'DEN, BASINA DİĞER SEÇME YANITLAR

“Horses” albümünüzü göz önünde bulundurduğunuzda bu albümü aradan geçen kırk sene içerisinde tekrar üretme şansına sahip olsaydınız ne gibi değişiklikler yapardınız? Yoksa bu size göre şaheseriniz mi?

Yaptığım çalışmaların hiç birini değiştirmezdim. Olmasını umduğum kadar iyi olmadığını düşündüğüm çalışmalarımı bile değiştirmezdim. Bunun yerine yeni işler üretiyorum. “Horses” albümüne gelecek olursam, o dönemde 26-27 yaşındaydım ve o zaman için yapabileceğimin en iyisini yapmıştım. Şimdi geriye dönüp baktığımda o dönemki becerilerimle yapabileceğimin en iyisini yapmış olduğumu görüyorum. Bu çalışmaya baktığımda kırk yıl evvel bir kızın yaptığı çalışmayı görüyorum. Eğer bu geçmiş çalışmalar üzerine bir şey inşa etmem gerektiğini düşünüyor olsam bunu şimdi farklı bir şekilde yapıyor olurdum. Ama yapmış olduğum çalışmanın arkasında duruyorum, işlevini yerine getirmiş olduğunu düşünüyorum. İnsanlar da hâlâ beğeniyor gibi geliyor... Bu da beni mutlu ediyor. Bir şey daha ekleyecek olursam… Mükemmel olduğunu düşünmüyorum, fakat hayatımın o döneminde sahip olduğum becerilerimle yapmayı bildiğimin en iyisini yaptığımı düşünüyorum. Henüz mükemmel bir çalışma üretemedim, bunun üzerinde hâlâ çalışıyorum.

Birincisi, sizin için hangisi daha anlamlı, müzik mi şiir mi? İkinci sorum da; Suriyeli mültecilerin dünyanın dört bir köşesindeki durumuyla ilgili düşünceleriniz neler?

Bunlar çok farklı iki soru. Birincisini yanıtlamak kolay. Yoluma şiir yazan genç bir kız olarak başladım. Hayatımın neredeyse tamamı boyunca şiir yazdım. Performanslarım, albüm kayıtlarım, “Horses” albümüm de yazdığım şiirlerden ortaya çıkmıştı. Çalışmalarımı hep şiire bağlıyorum. Hiç bir zaman müzisyen olmayı istemedim. Bir enstrümanı tam anlamıyla çalabildiğim söylenemez. Bu konuda resmi bir eğitimim de yok. Ben bir “performer”ım (icracıyım) ama performanslarım hep şiirle bağlantılı.

Mülteciler ve göçmenler konusuna gelirsek… Bu tek bir çözümü, cevabı olmayan çok çetrefilli bir mesele. Bir insanlık trajedisi. Kolay bir çözümü yok. Doğruyu söyleyecek olursam, herkes gibi benim için de kahredici bir durum. Fakat bir anne olarak, çocuklarıyla gidecek hiç bir yeri olmayan, kimsenin kabul etmediği, yersiz-yurtsuzlaştırılmışanne ve babaları düşünüyorum,üzülüyorum, onlar için dua ediyorum, küçük bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Ama ben de sizler gibi sadece bir yurttaşım. Herhangi gerçek bir çözüm sunamıyorum. Eğer şimdiye kadar yeryüzünde görülmüş en büyük küresel savaş-karşıtı hareketi organize edebilirsek belki bazı şeyleri değiştirebiliriz. Binlerden, on binlerden, yüzbinlerden bahsetmiyorum. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanın aynı anda savaşa karşı ayaklanmasından bahsediyorum. Söyleyebileceğim tek şey tüm bunların beni çok üzdüğü. Daha iyi bir cevap sunamadığım için özür dilerim.

İlk sorum müzik endüstrisinin geleceğiyle ilgili. Streaming ve müzik dinlemeyle ilgili ne düşünüyorsunuz? İkinci sorum da, sizce müzik dünyayı değiştirebilir mi?

Müzik endüstrisiyle ilgili konuşacak olursam… Nerdeyse 70 yaşındayım. Rock N Roll müziğin doğuşunu ve evrimini 1950lerin başından günümüze kadar gördüm. EP’lerden single’lara, albümlere, kasetlerden CD’lere birçok değişikliğe tanıklık ettim. Şimdilerde müziğin dağıtılma biçimi bana çok yabancı geliyor. Örneğin, müziği hiç stream ederek dinlemiyorum. Vinil plak da dinlemiyorum artık. Sadece CD dinliyorum. Streaming konusunda pek bir bilgim yok. Yeni nesillerin nasıl müzik dinlemeyi istediklerine karar verdiklerini düşünüyorum. Streaming’i ben anlamasam da bu yöntem yeni nesillerin tercih ettiği bir şey. Müziği nasıl dinlemek istedikleri onlara ait bir hak. Öte yandan tüm dünyada yeni nesillerde vinil plakla ilgili büyük bir yeniden dirilme de söz konusu. Çünkü JimiHendrix’in, John Coltrane’in, My BloodyValentine’ın plaktan nasıl duyulduğunu bilmek istiyorlar. Doğru olan bu seçimi insanlara bırakmak. Ben müzik endüstrisiyle hiçbir zaman ilgilenmedim. Kariyer beni ilgilendirmiyor. Ben işimi seviyorum, işimi yapıyorum. Akılcı ve basmakalıp bir kariyerle ya da “ticaretle” kesinlikle ilgilenmiyorum.

İkinci soruya gelecek olursam… Müziğin dünyayı değiştirebileceğini düşünüyor muyum?

Benim düşünceme göre dünyayı insanlar değiştirir. Gazeteciler dünyayı değiştirir, anneler dünyayı değiştirir, halk dünyayı değiştirir… Müzik bize dünyayı değiştirmemiz, birlik olmamız için ilham verebilir. Ama değişimi mümkün kılan insanlardır, halktır. Ben hep insanların, halkın gücüne inanmışımdır. Ben gençken Vietnam Savaşı’na karşıydık ama seferber olmak çok zordu. Pennsylvania State Üniversitesi’nde dört genç öğrenci silahsız ve barışçıl bir şekilde Vietnam Savaşı’nı protesto ederlerken Amerikan askerleri tarafından öldürülmüştü. Bu olay üzerine Neil Young “Ohio” şarkısını yazmıştı. Bu şarkıyı Amerika’nın dört bir yanında radyoda duymamız bizi eylem yapmak üzere harekete geçirmişti. Sokaklar Vietnam Savaşı’nı protesto eden binlerce insanla dolup taşmıştı. Demek istediğim, bir şarkı insanlara esin kaynağı olabilir ama eylemi yapan insanlardır. Bir araya gelen insanlar değişimi yaratırlar. Ülkenizde olanlardan hoşlanmadığınız bir durum içerisinde bulunabilirsiniz ama her şeyden fazla el üstünde tutmanız gereken oy verme hakkınızdır ve onu kimsenin elinizden almasına izin vermemelisiniz. Çünkü oy vermek de değişimi yaratmanın başka bir yoludur.

Genç müzisyenlere nasihatınız nedir?

Genç müzisyenlere nasihatım bana nasihat edilendi; çok çalış ve yaptığın şeye inan. 1971’de başladım, 1975’de bir plak firmasıyla anlaştım. Ama bu benim için pek önemli değildi. Benim önemsediğim iyi iş çıkarmak, değişime yol açmaya çalışmak, heyecanlandırmaya çalışmak, engelleri kırmaya çalışmaktı. Ben işin “ticaret” kısmını, reklamını düşünmedim. Bilgisayarımız yoktu, facebook, twitter yoktu, cep telefonumuz yoktu, hiçbir şeyimiz yoktu. İşimiz vardı, sokaklarda çalıştık. Ağızdan ağıza yayılan haberle bir araya gelirdik. Arzumuz değişimdi. Eğer istenilen kariyer, ün ve servetse bunu elde etmenin yolunu kendileri bulmalı, ben bu konuda pek yardımcı olamam. Ama eğer yapmak istenilen ortaya iyi iş çıkarmaksa, yaptığın şeye inan, taviz verme ve çok çalış. Öte yandan, kariyer sahibi olmayı ya da Pop yıldızı olmayı istemek de yanlış değil. Ben de pop müzikten keyif alıyorum, Adele’i dinliyorum. Ama hayatta neyi istediğinize karar vermeniz gerekiyor. Biri diğerinden daha iyi değil ama bana soracak olursanız, hiçbir zaman Pop yıldızı olmadığım için nasıl Pop yıldızı olunur bilmiyorum.

Toplumsal ya da idari baskı altındaki sanatçılar nasıl başa çıkmalılar? Yaratıcılıklarını nasıl koruyabilirler?

Çok zor olduğunu biliyorum. Yaşadığımız dünyada hükümetler ve kurumlar bizi birçok yönden zapt etmeye, sindirmeye çalışıyor ama biz yolumuza devam ediyoruz. Aynı sorunlar ben gençken de vardı. Müziğim Amerika’da yasaklanmıştı, radyoda çalmazlardı. Başım hep çok derde girdi. Birlik olmak çok önemli çünkü şu an herhangi bir şeyitek başınıza yapmak çok ama çok zor. Ne kadar birlik olursanız hareketiniz de, duyulma şansınız da, değişime yol açabilecek fırsatlarınız da o ölçüde büyük olur. Hükümetinizde olanlarla ilgili çok özenli ve dikkatli olmalısınız. Hükümetinizi kimin yönettiğini izlemeli ve o kişinin sizin sesinizi yansıttığından emin olmalısınız. Eğer o kişi sizin lehinize hareket etmiyorsa o zaman başka biri için oy verme fırsatına sahip olmalısınız. Amerika’daki genel seçimleri Trump kazanırsa durum felaket olur. Ama o zaman bir sonraki seçime kadar büyük kitleler bir araya getirilir. Sorunuzu cevapladım mı bilmiyorum ama bunun çok zor olduğunu anlıyorum. Her zamankinden daha da zor. Fakat benim neslimin sahip olmadığı araçlara sahipsiniz. Binlerin, milyonların birbirini dakikalar içerisinde bulabildiği iletişim araçlarına sahipsiniz. Twitter’da, youtube’da, facebook’da iletişim kurabiliyorsunuz. Bizim dönemimizde bunlar yoktu. Demek istediğim birlik olmak için teknolojik imkânlara sahip olduğunuz. Yapmanız gereken tek şey bir felsefeye sahip olmanız ve bazı şeyleri feda etmeye hazır olmanız.

İstanbul ve Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu ilk gelişiniz mi?

Şu an burada olduğuma göre. [Gülüyor] Birkaç defa geldim. Aslında çok büyük bir depremin [1999’daki Gölcük Depremi’nden bahsediyor] ertesinde buradaydım. Çok hasar görmüştü, insanlar için çok üzülmüştüm. Gençken Türkiye’yle ilgili, özellikle Türk şiiri ve mimarisiyle ilgili çok kitap okudum. Bunu bilmeyebilir, hatta komik bulabilirsiniz ama CBGB’de Tom Verlaine’in ve diğerlerinin en sevdiği şair Mevlana’ydı. Mevlana şiirlerini sıklıkla şarkılara dönüştürüyor ya da birbirimize okuyorduk. Mimari de oldukça güzel. Fakat hâlâ öğreniyorum. İnsanları çok açık buluyorum. Buraya son gelişimde siyasi durumla ilgili çok endişeli olan birçok fotoğrafçı, yazar ve sanatçı ile tanışmıştım. O kadar zekiler ki. Çok renkli bir kültürel güç var İstanbul’da. Bu çok kıymetli ve genişletilebilecek bir güç.

Kendinizi “iyi kalpli”ve “yabani” bir sanatçı olarak tutuyorsunuz. Yalnız hissettiğiniz oluyor mu?

Bu ilginç bir soru. Kocamın vefatından beri çok yalnız vakit geçiriyorum. Hayatımda biri yok ama arkadaşlarım, çocuklarım veişim var. Ve hayata aşığım. Dünyamızda, ülkemde olanlar korkunç ve birçok şey yanlış, ümit kırıcı. Ama yine de her birimizin bir hayatı var ve her şey ne kadar kötü olursa olsun yaşıyor olduğumuz için bir derece mutlu olma hakkına sahibiz. Çevremiz, çocuklarımız ve dünya için elimizden gelenin en iyisini devam etmeliyiz. Kendimi yalnız hissettiğim bazı anlar oluyor ama kimsesiz değilim. Şu an İstanbul’dayım ve bir anda kırk arkadaşım oldu, sizler buradasınız. Nereye gidersem yeni insanlarla tanışıyorum. Sanatçı olmak, her gün yaratmak, yeni fikirlere açık olmak… Genel olarak yaşadığım için mutluyum.

Chelsea Hotel döneminize geri dönecek olursak Robert Mapplethorpe ve diğer sanatçılarla beraber başladığınız dönemi nasıl tanımlarsınız? Sanatsal kariyerinizi nasıl etkiledi?

Çoluk Çocuk başlıklı kitabımda az çok tanımlamıştım. Fakat en basitinden anlatacak olursam, o dönemde New York City fakir, iflas etmiş bir şehirdi. Yaşam çok ucuzdu. Ben bir kitapçıda çalışıyordum. Ya küçük bir dairem ya da Robert’la benim Chelsea Hotel’de ufacık bir odamız vardı. Çok çalışıyorduk ama kocaman bir grup genç sanatçının müzik yaratarak, şiir yazarak, siyasi alanda çalışarak, birlik oluşturarak bu büyük şehirde ayakta kalması, ucuz bir şekilde yaşaması mümkündü. Bu artık söz konusu değil. O yüzden geriye dönüp bu döneme baktığımda yaratan bir insan topluluğu görüyorum. Çünkü bu büyük şehirde birbirimize yakın mekânlarda oturabiliyorduk. Şimdi ise bu kültürel patlama artık New York’ta mümkün olmasa da yeni yerlerde olabilir. Şehir insanlara esin kaynağı olabilir ama işi yapan, yaratan, birlik kuran insanlardır. Bir de o dönemde tüm arkadaşlarım yaşıyordu. Chelsea’ye girerdim, bazen William Burroughs’ı, Salvador Dali’yi, AllenGinsberg’ü, Sam Shepherd’ı, JanisJoplin’i görürdüm. JimiHendrix’i de. Hepsi oradaydılar. Canlı bir topluluk vardı ve gerçekten harikaydı. Onlar hep anılarımda yaşamaya devam edecekler. O dönemde hepsi hayattaydılar.


Bilgi: www.pattismith.net