Patronlar silahların susmasını istedi
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesin gerektiğini belirterek "Türkiye'de bugün susması gereken yegane unsur silahlar olmalı" dedi.
cumhuriyet.com.trTÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini, Türkiye'de bugün susması gereken yegane unsurun silahlar olduğunu belirterek, "Türkiye'nin nasıl olup da PKK'nın kontrol ettiği bir eylem planına uymak zorunda kaldığının, İmralı'nın ya da Kandil'in dağında oturan ve varlık sebeplerini savaşı sürdürmekte bulunanların ne olup da terörün ritmini tayin edebildiğinin bize anlatılması gerektiğine inanıyoruz. Gencecik çocukların neden öldüklerinin muhasebesinin şeffaf bir şekilde yapılmasını talep ediyoruz. Ölen bizim canlarımızdır" dedi.
TÜSİAD YİK'in Bodrum'da yapılmasının planlandığını belirten Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç, "Ancak teröre kurban verdiğimiz şehit evlatlarımızın acılarıyla sarsılırken, bu konuya hak ettiği şekilde odaklanabilmek için toplantıyı İstanbul'a aldık. Terör bu sıklıkla ve yoğunlukta can almaya devam ederken, diğer konuda söyleneceklerin, yapılacakların hiç bir anlama kalmayacak. Kimsenin kimseyi anlayışla karşılamayacağı, hatta dinlemeyeceği bir ortam oluşacak. Bu sorun Türkiye'nin sorunudur. Hepimizin ortak sorunudur çözümü de hepimizin orta sorumluluğudur. Artık kınama ve lanetleme söylemlerinin ötesinde, konuyu bütün unsurlarıyla ele alan ve ortak akılla geliştirilecek yaklaşım ve eylemlere acilen ihtiyaç vardır. Çok boyutlu bir strateji, kurumla arasında tam bir eşgüdüm ve işbirliği iktidarıyla muhalefetiyle partiler üstü bir yaklaşım geliştirilmesi gerekmektedir" dedi.
Boyner, bugün gerçekleştirilen TÜSİAD YİK toplantısının, içleri dağlayan haberler, görüntülerin gölgesi altında yapıldığını, geçen yıl bu aylarda sona erdirileceğine dair büyük ümitler beslenilen terör eylemlerinin yeniden tırmanmaya başlaması ile ulusça zor ve acılı günler geçirildiğinin altını çizerek konuşmasına başladı. "Ne oldu da bu vizyonu heyecanı, daha iyi bir gelecek kurmak için gerekli disiplini tükettik" diye soran Boyner, "Burada AB'yi bir eşik, bir hedef, bir standartlar kümesi olarak değerlendiriyorum. Hangi yönetim zaafı, hatta körlüğü bizi kazandıklarımızın gerisine düşürdü? Bunu sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Sorgulayalım ki önümüzdeki fırsatları doğru değerlendirip kaçırmayalım" dedi. Yalnızca fikirlerin özgürce tartışıldığı ortamlarda sağlıklı değerlendirmeleri yapmanın, gerekli siyasetleri kurgulamanın, sentezleri hayata geçirmenin mümkün olabildiğini söyleyen Boyner, "Bu tespiti yaptığımız zaman ülkemizin, hala Cumhuriyet'in kuruluş döneminden kalma bir sorunu çözememesinin yansıttığı tablo üzücüdür. Neredeyse 30 yıllık tarihi olan terörle mücadeleyi sonuca bağlayamamanın bedellerinin ne denli ağır olduğu da ortadadır" dedi.
'Teröre meselesini çözemedik'
Türkiye'nin enerjisini, geleceği kurgulamaya, gençlerine umutlu bir gelecek hazırlamaya harcaması gerekirken, hala geçmişten taşıdığı ve siyaset kurumunun çözemediği ya da çözmediği sorunlarla uğraşmak zorunda kalmaması gerektiğini belirten Boyner, "Çeyrek asrı aşan bir zamandan beri ülkemizi sarsan bu eylemlerin ve şiddetin bizi bir kez daha pençesine almasına tahammül edemeyiz. Bugünkü tablo karşısında geçmişte çok duyduğumuz ve kamuoyu nezdinde inandırıcılığını çoktan kaybetmiş söylemlerle işin özünü kaçırdığımızı düşünüyoruz. Bunca yıldır daha çok öldürerek ve daha çok çocuğumuzun ölümünü kabul ederek terör meselesini çözemedik. Siyaset alanında ise yükselen terör karşısında sonuç getirmediği tecrübeyle sabit otoriter yöntemler arayışına girmenin çıkmaz yol olduğunu tekrarlama gereği duyuyoruz. Hukuk ve demokrasi çerçevesinin dışına çıkmanın ülkemize yarardan çok zarar getireceğinden eminiz" diye konuştu.
'Kürt açılımı, kutuplaşmayı artırıcı nitelik kazandı'
Büyük umutlarla geçen yıl ortaya atılan Kürt açılımının, ilk destek düzeyinin neden kaybedildiğini soran Boyner, hatta giderek ülkedeki kutuplaşmayı arttırıcı bir nitelik kazandığının belirtti. Bir yanıyla açılımın, içeriğinin bir türlü tanımlanmamasının, sürece sekte vurduğuna dikkati çeken Boyner, diğer yandan geriye dönüp bakıldığında körü körüne desteğin de, inadına ret cephesi mantığıyla hareket etmenin de açılıma, dolayısıyla topluma verdiği zararların görüldüğünün altını çizdi. Boyner, konuşmasını söyle sürdürdü: "Geçen yıl Sayın Cumhurbaşkanı, bizim de katıldığımız bir tespitte bulundu. Kürt sorununu Türkiye'nin en önemli ve mutlaka çözülmesi gereken meselesi diye takdim etti. Böyle önemli bir konunun neden hala demokratik bir çözüme kavuşmadığını bilmek istiyoruz. Tersine bu konu üzerinden toplumsal kutuplaşmanın arttığına, giderek toplumsal ilişkilerin zehirlendiğine tanık oluyoruz. Bir noktayı tüm açıklığıyla ve hiç bir yanlış anlamaya yol açmayacak şekilde vurgulamak istiyorum. Açılımın kötü yönetilmesi, içeriğinin tanımlanmaması, hayal kırıklığı yaratmış olması ve hatta son dönemdeki tutuklamalar üzücüdür, moral bozucudur. Ancak bu unsurların hiçbiri şiddete başvurmayı, terör yoluyla toplumu bölmeyi, gencecik masum insanların, genç kızların öldürülmesini meşru kılmaz, haklı çıkarmaz. Şiddet siyasetin inkarıdır, siyaseti yok eder ve herkesi terörün düşmanlaştırıcı, nefret yayıcı mantığına teslim eder. Buna izin veremeyiz."
'Zihinlerdeki etnik bölünme...'
Türk siyasetinin en büyük zaaflarından birisinin, kritik dönemlerde diyalog kapılarının kapalı tutulması olduğunu savunan Boyner, bugünkü konjonktürde eski alışkanlıklara, sıfır toplamlı oyun mantığına teslim olmadan bir mutabakat zemini hazırlanmasının şart olduğunu vurguladı. "Terörle mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir" diyen Boyner, "Ancak bu mücadele tüm vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin korunacağı, tehlikeli fay hatlarının harekete geçmemesi için azami dikkatin gösterildiği bir ortamda yapılmalıdır. Bunları talep ediyoruz zira Türkiye'nin giderek zihinlerde etnik temelde bölündüğü, böyle bir ruh halinin sinsice toplumun kılcal damarlarına nüfuz etmeye başladığı kaygısını yüreğimizde taşıyoruz. Türkiye'nin nasıl olup da PKK'nın kontrol ettiği bir eylem planına uymak zorunda kaldığının, İmralı'nın ya da Kandil dağında oturan ve varlık sebeplerini savaşı sürdürmekte bulanların ne olup da terörün ritmini tayin edebildiğinin bize anlatılması gerektiğine inanıyoruz. Gencecik çocukların neden öldüklerinin muhasebesinin şeffaf bir şekilde yapılmasını talep ediyoruz. Ölenler bizim canlarımızdır" dedi.
'Dirliğimizi, şiddet severlere rehin veremeyiz'
Siyaset sınıfının kendi işini yaparken, kendilerinin de boş durmaması gerektiğini belirten Boyner, bu zamanda sivil toplumun tüm barışçı unsurlarının bir araya gelmesinin artık elzem olduğunu, toplumsal birliği sağlayacak adımların atılması gerektiğini, her kesimden sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte şiddeti kesinkes reddeden bir platformda ortak çözümler aramaya başlanması gerektiğini savunan Boyner, "Şiddete karşı, terörün mantığına karşı yek vücut direnmeliyiz. Bu direnci duru, net söylemlerimizle, barışçıl duruşlarla pekiştirmeliyiz. Kısacası hayatlarımızı, geleceğimizi, dirliğimizi şiddet severlerin eline rehin vermemeliyiz" dedi.
'Kaynakların nereye gittiğinin hesabını soracağız'
TÜSİAD'ın inatla ve ısrarla bunları yapmasının en önemli nedeninin, kendisini yalnızca bir cemaatin, sınıfın, çıkar grubunun gündemini değil, tüm toplumun çıkarlarını savunmakla yükümlü hissetmesi olduğuna vurgu yapan Boyner, "Bizim cemaatimiz toplumun tümüdür" dedi. Türkiye'de kamu dışı üretimin yüzde 65'i, kayıtlı istihdamın yüzde 50'sinin TÜSİAD üyesi şirketlerin gerçekleştirdiğini hatırlatan Boyner, "Bunlar sigorta primlerini öder, çoğunlukla ISO standartlarında çalışır. Enerji dışındaki ithalat ve ihracat hacminde, üyelerimizin payı yüzde 85'tir. Devletin en önemli gelir kaynaklarından kurumlar vergisinin yüzde 90'ını üyelerimiz ödüyor. Yalnız biz değil, dünyanın en yüksek dolaylı vergi yükünü taşıyan bu toplum da parasının hesabını sormak, kaynakların doğru hedeflere, etkili şekilde ve adilce dağıtıldığından emin olmak hakkına sahiptir. O zaman hepimiz kaynağın nereye gittiğini, refahımızı arttırmaya, haklarımızı ve özgürlüklerimizi korumaya, çocuklarımızın geleceğini kuracak nitelikte bir eğitim sistemini kurmaya harcanıp harcanmadığını soracağız. Bu hedeflere ulaşılması için ne yapılması gerektiği konusunda düşüncelerimizi söyleyeceğiz" dedi.
'Hukukun, siyasetin bir uzantısı görülmesi kabul edilemez'
Boyner, yargı erki içindeki iç savaş manzaralarının açıkça ortaya koyduğu gibi, hukukun siyasetin bir uzantısı olarak görülmesinin, artık kabul edilebilecek, sürdürülebilecek bir durum olmadığını vurguladı. Hukuku, kendi başına bir değer olarak ele alıp, ona uygun davranan, etkin ve hızlı işleyen, temel hak ve özgürlükleri rehber alarak adalet dağıtan bir yargı erki oluşturmak gerektiğini belirten Boyner, "Vatandaşın hukukunu, devletin imtiyazlarının önüne koyan bir anlayışı yerleştirmek, adalet kavramını şu veya bu ideolojik filtreden geçirmeden uygulamaya koymak demokratik bir yapıya kavuşmamızın olmazsa olmaz koşuludur" dedi.
Yargıda ve hukuk anlayışında, bu denli köklü bir zihniyet reformunun, yalnızca yüksek yargı heyetlerinin kompozisyonu değiştirilerek gerçekleşmeyeceğini dile getiren Boyner, "Hele ki bu düzenleme yürütmeyi yargı üzerinde söz sahibi kılıyor, kuvvetler ayrılığını zedeliyorsa. Tarafsızlıkla bağımsızlık arasında takas izlenimi veren herhangi bir düzenleme işlevini yerine getirmiyor demektir. Böylesi köklü bir dönüşüm toplumun çeşitli kesimlerini birbirilerine düşman edici bir söylem ve yaklaşımla, toplumsal ve siyasal mutabakat aranmadan hayata geçirilemez. Geçirilirse yüce amaç hasıl olmaz" dedi.
'Yapısal reformlarda irade eksikliği kaygı veriyor'
Konuşmasında ekonomi konusuna da değinen Boyner, ekonomide yapısal reformların sürdürülmesi konusunda kaygı verici bir irade eksikliği olduğunu vurguladı. "Başladığımız noktadan bile geriye düştüğümüz Kamu İhale düzenlemeleri bu bakımdan vahim bir örnek teşkil ediyor" diyen Boyner, "Her ne kadar mali kurala geçilmesini memnuniyetle karşılıyorsak da kayıt dışı ekonominin kontrol altına alınmasından, vergi politikalarına, bir türlü çıkarılamayan yeni Türk Ticaret Kanunu'ndan rasyonel bir teşvik politikasına kadar hem makro hem mikro düzeyde atılması gerekli pek çok adım var" dedi.
'Komşu ülkelerle işbirliğini olumlu buluyoruz'
Boyner, sürekli hareket halindeki bir dış politikanın kazanımlarının, konsolide etme vaktini bulamamasından, taşıyabileceğinden ağır bir yük üstleniyor olmasından da çekindiklerini dile getirerek, "Komşu ülke ve bölgelerle ekonomik bütünleşmenin önünün açılması, imzalanan anlaşmalarla ticaret, yatırım, iletişim alanlarında hamleler yapılmasını çok olumlu buluyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
'Dış politikada eksen kayması tereddüdüne yol açacak duruş sergilenmemeli'
Bunları yaparken iki önemli faktörün gözden uzak tutulmaması uyarısında bulunan Boyner, şunları söyledi: "Birincisi Türk dış politikasının öncelikleri konusunda tereddüde yol açacak bir duruş sergilememeliyiz. Malum eksen kayması tartışmalarının önünü kesmenin en kestirme yolu da budur. İkincisi, izlenen dış politikanın iletişimini de doğru yapmak zorundayız. Zira bugünün dünyasında yaptığınız işler kadar bunları yaparken kullandığınız yöntem ve tercih etiğiniz dil de dikkate alınıyor. Dış politikanızdaki dil, aynı zamanda değerler tercihinize de ayna tutuyor. Bu bağlamda dış politikanın daha "steril" sayılabilecek dilinden fazla uzaklaşmayı, ideolojik dayanışma duygusu veren söylemleri kullanmayı çok sağlıklı bulmuyoruz. Siyaseten Türkiye otoriter/demokratik kapitalizmler ayrımında mutlaka demokratik kampta yer almalıdır."
'Sorunları çözme girişimleri tüm partiler ve taraflarca desteklenmeli'
TÜSİAD YİK Başkanı Mustafa Koç, Çırağan Sarayı'nda düzenlenen TÜSİAD YİK toplantısında konuştu. "Sık sık terörün dış politik gelişmelerle, dış mihraklarla bağının kurulduğu, bu yönde yorumlar yapıldığı görülüyor. Oysa üzerinde daha çok durulması gereken nokta, terörün, siyasette gerginliğin arttığı ve devleti zaafa uğratacak bir noktaya geldiği dönemlerde yeniden tırmanıyor olmasıdır" diyen Mustafa Koç, "Unutulmamalıdır ki, siyaset sahnesinde el birliği ile yaratılan gerginlik ve saflaşmalar terör için en verimli zemini oluşturmaktadır. Bu bilinçle, ülkemizdeki tüm kurum ve vatandaşlar, sağduyuyu bırakmamalı, barışçıl, insancıl ve demokratik politikalara inançlarını ve bağlılıklarını yitirmemelidir. Hükümetin, bu ülkenin en önemli sorunlarını çözme yönündeki girişimleri tüm partiler ve taraflarca desteklenmelidir. Hükümetimiz ise bu büyük ve zor konunun çözümünde inancını, hedefini yitirmeden, ortak akılla geliştirilen ulusal bir politikayı izlemeye devam etmelidir. Son zamanlarda, diğer gündem maddelerini adeta derin dondurucuya kaldıran Anayasa ve referandum konusuna da bir de bu pencereden bakmayı öneriyoruz" diye konuştu.
'Anayasamız kapsamlı bir biçimde değiştirilmeli'
Bugünkü kutuplaşmada, ülkenin yönetim esasları üzerindeki uyuşmazlığın önemli bir rolü olduğunun görüldüğüne dikkat çeken Mustafa Koç, "Bu konuda bir uzlaşma belgesi olması gereken Anayasamız, ülkedeki gelişmelerin gerisinde kaldığı için fonksiyonunu yerine getirmekte zorlanıyor. Anayasa'nın kapsamlı biçimde değiştirilmesi gerektiği sanırım tüm taraflarca kabul edilen bir gerçek. Ancak bu değişikliğin şekli de özü kadar önemli" dedi.
'Desteklediğimiz maddeler var'
Mevcut Anayasanın, öngörülen değişikliklerin siyasal ve toplumsal uzlaşmanın ürünü olması gerekirken, bazı maddelerin aksine kutuplaşmayı artıran bir etki doğurmasından endişe duyduklarını dile getiren Mustafa Koç, şöyle devam etti: "Referandumu bekleyen pakette, tek başına değerlendirildiklerinde bizim de desteklediğimiz ve toplumsal uzlaşmanın kolaylıkla sağlanabileceği değişiklik maddeleri var. Bunlar, Anayasa'nın ruhunu değiştirmeyen, ancak demokratik açıdan savunulabilecek düzenlemeler. Buna karşılık, yargı bağımsızlığını geliştirmek yerine yürütmenin yargı üzerindeki etkisini artıran, siyasi parti yasaklarını kaldırmak yerine, parti kapatmayı siyasi pazarlık alanına taşıyan düzenlemeler mevcuttur. Zaten ardı ardına gelecek genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri varken, bunların önüne bir de referandum eklenmiş oluyor. Bu tablonun ülkeye yarardan çok zarar getireceği endişesini taşıyoruz. Önümüzdeki dönemde dünyadaki olası gelişmelere baktığımızda ülkemizin refah ve mutluluğunu artırma fırsatlarının artacağını ve bu fırsatların doğru değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz."
'Türkiye'nin önüne fırsatlar çıkacak'
Mustafa Koç, küresel ekonomideki gelişmeleri de değerlendirdi. Koç, uluslararası planda tatmin edici sonuçlar alınamayacağı kaygısıyla, özellikle bazı gelişmiş ülkelerin finansal ve ticari olarak kendi içlerine kapanmasının, küresel refah açısından endişe verici bir sonuç olacağını belirtti. Bu hafta sonu Kanada'da ve Kasım'da Güney Kore'de yapılacak iki G-20 toplantısında, bu konuda elle tutulur sonuçlar alınacağı hususundaki umutlarını koruduklarını, küreselleşmenin geleceğini şekillendirme sorumluluğunun G-20 platformuna verilmesiyle birlikte Türkiye'nin önüne çıkan fırsatlar çıkacağını kaydeden Koç, "Başta ABD olmak üzere, birçok gelişmiş ülke, G-20 zirvelerinde küreselleşme konusunda bir samimiyet sınavından geçecektir. Bu ortamda Türkiye ekonomisinin, küreselleşmenin nimetlerinden her gün biraz daha fazla yararlanacağı bir gelişim çizgisi göstermekte olduğunu iyi kavramalıyız. Yapmamız gereken, küreselleşmenin kurum ve işleyişinin tahkim edilmesinden ve geliştirilmesinden yana açık bir tavır sergilemektir" dedi.
'Türkiye kendi kendine çelme takmayı bırakmalı'
Tüm dünyanın dikkatini üzerinde topladığı bu dönemde Türkiye'nin, G-20 platformunda aktif profil çizmesinin, kendini yeniden konumlaması açısından önem kazandığının altını çizen Koç, "Bu konumlama, yalnızca tek bir coğrafyanın sorunlarıyla değil, küresel sorunlarla ilgili, gerçek anlamda küresel etkinlik sahibi bir ülke olarak ortaya çıkma biçiminde olmalıdır. Kendi kendisine çelme takmayı bırakmış bir Türkiye, küresel düzendeki yerini biraz daha sağlamlaştırmanın paha biçilmez fırsatını yakalayabilir. Bu yaklaşım Türkiye'nin dış politikasında bir "eksen kayması" olduğu yönündeki iddialara da en güzel cevabı oluşturacaktır" diye konuştu.
'Türkiye'nin bölgesinde insiyatif geliştirmesinde yadırganacak bir durum yok'
Eksen kayması konusunu da değerlendiren Koç, Türkiye'nin doğu ile batı arasında bir köprü olma özelliğinin, basit bir retorik olmaktan çok uzun zamandır çıktığını, ekonominin, her iki dünya ile de sıkı bir ilişki içinde olduğunu belirterek, "Türkiye ekonomisi güçlendikçe yeni pazar olanakları aramaya başlamıştır ve birden fazla coğrafyanın nimetlerinden faydalanmanın altyapısını yıllar önceden beri geliştirmektedir ve geliştirmeye devam etmektedir. Türkiye'nin bu çabaları, bugün, dünya ekonomisinin ağırlık noktasının batıdan doğuya doğru kaymaya başlamasıyla örtüşmektedir. Bu çerçevede, Türkiye'nin komşularıyla sıfır sorun politikası izlemesinde, kendi bölgesinde stratejik işbirlikleri gerçekleştirmesinde, bölge sorunlarının masada çözülmesini talep etmesinde ve bu yönde inisiyatif geliştirmesinde yadırganacak bir durum yoktur" dedi. Koç, ancak bu inisiyatifleri geliştirirken, bazı aşırı girişim ve taahhütlerin yaratabileceği tuzaklara dikkat etmek gerektiği uyarısında bulunarak, "Burada en ufak bir dikkatsizlik, hassasça yönetilmesi gereken dengeleri tahrip edebilir. Ülkemizi arzu edilmeyecek bir izolasyona sürükleyebilir" uyarısında bulundu.
'Tek coğrafyada liderlik peşinde koşmayalım'
Türkiye'nin doğu dünyası ile olduğu gibi, batı dünyası ile ilişkilerinde de, iyi tasarlanmış, tutarlılık içinde uygulanan ve biri diğerini bütünleyen bir politikalar kümesine sahip olduğunu göstermeye ihtiyacı bulunduğunu vurgulayan Koç, tek coğrafyada liderlik peşinde koşmanın, dış politikanın, ekonomide bugün ulaşmış olduğu küresel perspektifin gerisine düşmesine neden olacağını söyledi. Koç, "Doğru olan, her iki coğrafyada da güçlü bir konum edinebilmektir. Türkiye'nin batıdaki gücü doğudaki itibarını, doğudaki gücü de batıdaki itibarını artıracaktır. Yeter ki doğru eylemleri ve söylemleri seçebilelim. Doğru eylemlerin yaratacağı olumlu etkileri yanlış söylemlerle yok etmeyelim. Uluslararası camiaya birbiriyle çelişmeyen, duruşumuz ile ilgili kuşku yaratmayan mesajlar verelim. Uluslararası ilişkilerle ilgili konuları iç politikanın malzemesi haline getirmeyelim" dedi.
'Türkiye, tam üyelikten başka seçeneği gündemine alamaz'
Türkiye'nin AB ilişkilerine de değinen Mustafa Koç, bu yıl AB tarafından gelecek inisiyatiflerle, bazı olumlu gelişmeler olabileceği yönünde işaretler görüldüğünü, "Eksen Kayması" kaygısıyla ortaya çıkabilecek bu tür inisiyatiflerin çok yakından izlenmesi gerektiğini belirterek, şunları söyledi: "Alınacak bir takım tavizlerin karşılığında, Türkiye'nin bugüne kadar olduğundan farklı biçimde konumlandırılmasına temel oluşturacak girişimlere fırsat verilmemelidir. Türkiye AB'ye tam üyelikten başka hiçbir seçeneği gündemine alamaz" dedi. Avrupa'da yaşanan ekonomik sıkıntıların, AB'nin geleceği hakkında spekülasyonlar üretme noktasından değil, Türkiye'ye yarattığı fırsatlar açısından değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çeken Koç, "Ekonomimizin krizden nispeten daha az yara aldığını her fırsatta belirtiyorsak, bunun kısa ve orta vadede olumlu sonuçlarını görmemizi sağlayacak bir politikalar setini devreye sokmalıyız" dedi.
Seçim ekonomisi uygulamasına sapmamış, mali denetimini IMF gibi kurumlara ihtiyacı olmadan kendi kendine gerçekleştirebilen, finans sektöründe güçlü bir yapıya sahip, piyasa mekanizmaları sürtünmesiz işleyen bir Türkiye'nin, yalnız Avrupa'da değil, tüm dünyada bir mücevher gibi parlayacağına inandıklarını dile getiren Koç "Yeter ki, bu ekonomik tablo, güçlü bir demokrasiyle tamamlanabilsin. İstikrarsızlık görüntüsü yaratan siyasal çatışmalar ve kutuplaşmalar asgariye indirilmiş olsun. Ülkenin tamamına bir huzur ortamı hakim olabilsin" diye konuştu.
'Tam üyelik perspektifi güçlendirilmeli'
Türkiye, uluslararası ilişkilerde kendine yeni roller biçerken, bunun gerektirdiği güçlü zemini kendi içinde oluşturmaktan uzak bir seyir izlediği savunan Koç, şunları söyledi: "Oysa küresel gelişmelerin önümüzde açtığı ve çok uzun süre açık kalmasını beklemediğimiz bir fırsat penceresi var. Türkiye'nin mevcut fırsatları kendi lehinde kullanması, küreselleşmeden yana bir tutum benimsemesinden, doğu ve batı coğrafyalarının her ikisinde de güçlü bir konum elde etmesinden geçmektedir. Bu amaçla, Avrupa'nın ilişkileri gözden geçirdiği bu dönemde, tam üyelik perspektifini güçlendirecek adımlar atılmalı, ekonomik avantajlarımız güçlü bir demokrasiyle desteklenmeli, ülke içinde kutuplaşma ve çatışmadan uzaklaşan, huzur ve güvenliği gündemin en üst sırasına taşıyan ve acilen çözümleyip gündemden düşüren bir tutum benimsenmelidir. Bugün ve yarın, ülke yönetiminde kalıcı başarının temeli bu olacaktır. Bu başarıyı yakalayamazsak çocuklarımız bizlerden hesap soracaktır."
TÜSİAD YİK'te ağırlıklı terör konuşuldu
Konuşmaların ardından TÜSİAD YİK toplantısı basına kapalı olarak gerçekleştirildi. TÜSİAD üyelerinden Mehmet Şuhubi, Sedat Aloğlu, Mustafa Boydak, Muharrem Yılmaz, Aynur Bektaş gibi üyelerin söz aldığı toplantıda, ağırlıklı terör konusu olmak üzere, doğuda yatırım, iktidar ve muhalefetin birlikte hareket etmesi ve kadınlara teşvik verilmesi konularının konuşulduğu öğrenildi.