Pascal Gielen'den 'Sanatsal Çokluğun Mırıltısı'

Pascal Gielen, şimdinin “yaratıcı çözümler” üreten ve şirketlerde kallavi bir kadronun basamağı olarak görülen “sanat” kavrayışına yoğunlaştığı “Sanatsal Çokluğun Mırıltısı”nda, yakın geçmişle bugünün algılama farklılığını inceliyor.

Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap Eki

Sanat mı, ticaret mi? 

Pascal Gielen, girişimci, özgün ve post-fordist iş dünyasının gözde “yaratıcılarının”, rekabet çarkındaki konumunu sorgularken İtalyan felsefeci Paolo Virno'nun sözünü hatırlatıyor: “Sanat, toplumun içinde suda eriyen tablet gibi seyreldi gitti.” 

 

YATIRIMCISINI ARAYAN SANAT

Gielen, modern sanatı, günümüz “post-fordist çalışma ahlakının üretildiği bir laboratuvar” olarak görüyor. İletişimi kuvvetli, ifade gücü sağlam, yaratıcı ve özgün işler ortaya koyan(!) “nitelikli” bireyler yetişmesini sağlayan post-endüstriyel ekonomi, Gielen'e göre “sonuç odaklı”, “proje bazlı” düşünen ve esnek çalışan “sanatçılar”ı sahneye çıkardı. Bu bireylerin, kendisini özgür hissetmesi de o ortamı onlara sağlayan sistemin bir alâmetifarikası.

Denetimli özgürlük, neoliberalizmin “sanat” ve “sanatçı” için de kotardığı bir uygulama ve sürekli güncelleniyor. Bu nedenle ölçülebilir ve yönetilebilir özgürlüğü hep canlı tutan yapıya Gielen, “baskıcı liberalizm” diyor. Bu durumda devreye sistemin can suyu sayılar giriyor. Gielen, tüm bu manzara karşısında, baskıcı liberalizmin kendisinden; en büyük vaadi olan özgürlükten korktuğunu açıklıyor.

Özgürlük kısıtlanıp mesele sayıya indirgenince “sanatçı” da iş takibine başlıyor doğal olarak; yazar da meselenin özüne biraz daha yaklaşıyor: “Kültür ve sanat alanında (...) insanlar maddi destekten söz ederken artık kesinlikle sanatı veya kültürel mirasımızı 'beslemekten' bahsetmiyor. Konuyu daha ziyade 'hükümet müdahalesi' yönünden ele alarak sanki zorunlu pazar ıslahına gönderme yapıyorlar, ihtiyaç duyulan bir kötülüğe. Dahası, kültürel katılımın öncelikle istatistik ve ziyaretçi sayısı takibi demek olduğu bu dönemde, bir sanat yatırımcısı da olmalı.”

Şirketleşen ya da ticarileşen sanat dünyasında sanatçı, kendisini “işin erbabına” (işverenlere) götürecek kanallar arayıp duruyor. Gielen, bienaller ve yeni müzecilik anlayışının bu anlamda biçilmiş kaftan olduğunu; bu kurumların aynı zamanda küreselleşmeyle omuz omuza verip sanatın yapısını da değiştirdiğini düşünüyor: Akım ve modalar yaratıp bunu hızla yeryüzüne yayan ve aynı hızda gündem dışına iten sanat kavrayışı mesaiye başlıyor. Kitabın adındaki “mırıltı” da bu yeni sanat algısı ve hızdan geliyor. Fakat hız ve çabucak bütünleşme, Gielen'e göre “medyatik ve ekonomik mantığa yakalanmama çabası” barındıran bir direniş olanağı da sağlıyor. Dolayısıyla bu mırıltı, yapamamak ile yapmak istememek arasında gezinen heterojen bir eylem.

 

NEOLİBERAL MAKİNE ÇALIŞIYOR!

Gielen, bu mırıltının yükseldiği küresel sanat ağına ürün vermenin veya eser depolamanın, bahsettiği sistemin önemli dişlilerinden biri olduğunu söyler. Müze yöneticileri, küratörler, sanatçılar ve galeri sahiplerinin girift ilişkilerinin nedeni de bu. Söz konusu ağın tamamı ise marka yaratmanın ve profesyonelleşmenin bir basamağı.

Çokluğun duygu tonlarının” renklendirildiği post-fordist ekonominin, sinizm ve fırsatçılık ayağı da tamamlanırken Gielen, bu piyasada bienallerin işlevini ve yarattığı beklentiyi özetler: “Bienaller, kendisini her geçen gün biraz daha içinde bulduğu ve bütün yerküreyi işgal eden rekabet histerisinin karşısında, ihtiyaç duyulan 'dinginlik' ve 'yerküreselliği' bir gün sağlar.”

Uyumlu ve profesyonel “sanatçılara” iş veren neoliberal makine, üretimleri ve onların sergilenip pazarlandığı işlevsel mekânları aynılaştırıp sanatı metalaştırır ve kültürü de birörnekleştirir. Gielen'e göre piyasaya sürülen sanat politikasının taşıyıcısı da böylece inşa edilir: Sayısı artan sanatçılar kariyer basamaklarını hızla tırmanır, medyatikleşme öne çıkar ve değer sistemleri birbirine benzer.

Kimi kavşakları, örneğin maddi ve sanatsal değeri olan ürünlerin biriktiği noktalar da buraya ekleyince Gielen'in “şebeke” dediği sanat dünyasının ifşası tamamlanır. Bir sonraki aşamada mevcut ağ haritalandırılarak metalaştırılmış sanat sahneleri gösterilir. Gielen, bu durumu, “nereye gidersek gidelim aynı şeylerin varyasyonlarını tüketme ihtimali” olarak niteliyor. Fakat çerçevesi bu şekilde çizilen sanat, ekonomik krizde ödeneği ilk tırpanlanacak alan. Böylece sanat ve sanatçı, farkında olsun ya da olmasın toplumsal güçsüzlüğün ağına düşüyor.

Sanatın estetiği mi, yoksa ticareti mi? Bugün, bu soru sanat sosyologlarının tartışmalarının fitilini ateşliyor. Gielen de o tartışmaya kitabıyla katılıyor.

 

Sanatsal Çokluğun Mırıltısı / Pascal Gielen / Çeviren: Albina Ulutaşlı / Norgunk Yayıncılık / 246 s.