Pandora’nın Kutusu…

İlk insanlar cinsiyetsizdi – ya da erkekti. Karınları acıkınca zaten hazır olan sofralarda tanrılarla bir yer içerlerdi. Soğuk yoktu onlar için, hastalık yoktu. Ölüm bile bir uyku gibi tatlı tatlı gelirdi.

cumhuriyet.com.tr

Dr. Alper Hasaroğlu, Cumhuriyet Cumrtesi için yazdı.

Ben tanrıların yalancısıyım, ki tanrılar kadını sevmedi, kadından korktular ve ona yansıttılar bütün korku ve sevgisizliklerini…

Tanrılar tanrısı Zeus’un canı Olimpos’ta çok sıkılıyordu. Karısı Hera çok kıskançtı ve tanrıçalarla, güzel su ve dağ perileriyle yaşadığı aşk kaçamaklarını çok çabuk ortaya çıkarıyor, hayatı kendisine zindan ediyordu. Bunun üzerine cennet kadar güzel yeryüzünü hayvan ve insanlarla doldurup onları seyrederek biraz olsun hoşça vakit geçirmeye karar verdi Zeus.

İlk insanlar cinsiyetsizdi – ya da erkekti. Karınları acıkınca zaten hazır olan sofralarda tanrılarla bir yer içerlerdi. Soğuk yoktu onlar için, hastalık yoktu. Ölüm bile bir uyku gibi tatlı tatlı gelirdi.

Ta ki Prometheus Zeus’un emrine karşı çıkarak ateşi çalıp insana verene kadar.

Zeus emrinin yerine getirilmemesine çok sinirlendi ve yalnızca Prometheus’u değil insanları da cezalandırmaya karar verdi. Zanaatkâr Tanrı Hephaistos’a topraktan utangaç ama çok güzel, tanrıçalara benzeyen bir varlık yaratmasını emretti. Ama Zeus bu kızın aynı zamanda karşı koyulmayacak kadar cazip, hiçbir insanın – erkeğin – ona hayır diyemeyeceği kadar tatlı dilli ve onu gördüğü zaman cinsel isteğine hâkim olamayacağı kadar çekici olmasını da istiyordu. Bütün zanaatkârlık yeteneğine rağmen bu kadar mükemmel bir şey yaratamayacağını düşünen Hephaistos Athena’yla Afrodit’ten yardım istedi. Utangaç gözüken bu muhteşem varlığa ayak bileklerine kadar inen parlak beyaz bir giysi giydirildi. İncecik beline bedeninin zarifliğini ve çekiciliğini daha da ortaya çıkaran parlak bir kuşak bağlandı. Başına, yine ayak bileklerine kadar inen mucizevî bir tül duvak yerleştirildi. Her iki tarafına çiçekten taçlar asıldı, altın bir taç oturtuldu başına. Yüzü ölümsüz tanrıçalara benziyordu ve devamlı bakma arzusu uyandıran bir güzelliğe sahipti. Kızın görünüşü bakanda anında içini kemiren ve neden olduğunu anlayamadığı bir heyecan uyandıracaktı.

Zeus Hermes’ten de başka bir şey daha istedi. Dayanılmaz bir cazibeye sahip bu yaratığa köpek gibi bir utanmazlık, yalan, dalkavukluk ve hilekârlıktan oluşan bir karakter vermesini emretti.

Ama bu yaratık, Hephaistos’un onu ilk yarattığı andaki gibi utangaç bir kız gibi görünmeye devam etmeliydi.

Çizen: Özge Ekmekçioğlu

Zeus, tanrıların armağanı anlamına gelen Pandora’yı hazır olduğu an ayağına tez habercisiyle insanların arasındaki Epimetheus’a gönderdi. Prometheus kardeşini Zeus’tan gelecek hiçbir armağanı kabul etmemesi için uyarmıştı. Çünkü Zeus’un böyle bir armağan aracılığıyla insanlara zarar verebileceğini biliyordu. Ama bir tanrıça kadar güzel ve çekici Pandora’yı gören Epimetheus’un aklına bile gelmedi kardeşinin uyarısı. Pandora’nın yanında kutuya benzeyen bir çanta vardı. Zeus Pandora’ya çantayı insanların kalabalık olarak toplandıkları bir yerde açmasını emretmişti. Kutunun kapağı açılınca içindekiler bütün dünyaya yayılacak ve insanların hayatını tümden değiştirecekti.

Zeus’un son buyruğu, kutunun içinde kalan son şeyin çıkmasına izin vermemesiydi. Pandora ne olduğunu anlamamıştı ama emre de itaat edecekti elbette. Epimetheus Pandora gibi muhteşem bir yaratıkla olmaktan çok mutlu ve heyecanlı, insanlar arasında dolanıp neşeyle sohbet ediyor, insanların Pandora’yı görmesini sağlıyordu. Gurur duyuyordu böyle çekici, cazip, herkesin hayran olduğu bir yaratıkla bir arada olmaktan. Büyük bir kalabalığın toplanmış olduğu bir meydanda Pandora’nın elindeki kutuyu gördü birden ve içinde ne olduğunu merak ederek açmasını istedi. Pandora bir süre nazlandıktan sonra kutuyu açtı ve içindekiler hızla dünyaya yayılmaya başladı.

Kutunun içindekiler olabilecek bütün kötülükler ve hastalıklardı. İnsanlar acılar içinde kıvranarak ölüyorlardı, sürekli mutsuzlardı ve Pandora’dan sonra ikinci cinsiyet olarak ortaya çıkan kadını mutlu etmelerinin mümkün olmadığı bir hayat yaşamak zorundaydılar artık. Kötülüklerin ve acı veren şeylerin en ağırı, cezaların en büyüğü de insanların yaşamak için ihtiyaç duydukları şeyleri elde edebilmek için çalışmak zorunda olmalarıydı. Çalışmak insan verilen en büyük cezaydı.

Kutuda kalan en son şey çıkmak üzereyken kapağı hızla kapattı Pandora. İçeride kalan ve dünyada hiç var olmayacak olan şeyse ümitti.

Böylece insanlar – erkekler – mutlu olmak için hiçbir ümitleri olmadan, hastalıklardan kıvranarak, ölürken bile acı ve ağrılar içinde kıvranarak, korku ve kaygı içinde, birlikte oldukları kadını mutlu etme ümidi de olmadan yaşama cezalarını çekmeye başladılar. Cezanın ne kadar süreceğini bilen kimse yoktu… Zeus dışında…

Dedim ya ben tanrıların yalancısıyım, ki tanrılar kadını sevmedi, kadından korktular ve ona yansıttılar bütün korku ve sevgisizliklerini… 

Ve bu hikâye çıktı ortaya…