Özgecan dünyaya armağan verdi

‘Kızım dünyanın en ünlü psikoloğu olacaktı, belki de oldu’ diyor babası Mehmet Aslan: Geldi, görevini yaptı ve gitti...

Esra Açıkgöz / Cumhuriyet

Mersin’e ulaşmak için bindiğim minibüs saat 00.00’da yola çıkıyor, başta tek kadınım, sonra iki kadın daha biniyor. Yola devam ederken kafamda bir korku yok aslında. Sabah ilk iş Özgür Çocuk Parkı’na yollanıyorum. Mersin muhabirimiz Abidin Yağmur’la buluşup Özgecan’ın evine gideceğiz, taziyeye. Kafamda bir pus, öfke; katliama dönüşen kadın cinayetlerinin ancak görülebildiğine sevineyim mi, kızayım mı, bilemediğim bir his; toplumsal ikiyüzlüğümüzü şeklinde sorular…

Parka varıyorum. Beklerken kaldırıma yanaşan arabadan seslenen bir adam uyandırıyor beni düşüncelerimden, “Burada yaşlı bir kadın var mıydı” diyor duyulur duyulmaz bir sesle. Yaklaşıyorum daha iyi duymak için; fal bakan bir yaşlı kadını arıyor.Arabadan uzaklaşıp kaldırıma dönmeye yeltenirken genç bir kadın geliyor yanıma koştura koştura, “Sakın” diyor tez canlı bir sesle, “Sakın, arabadan bir şey soranlara yanıt verme. Bizim bir arkadaşımızı arabaya çekmeye kurtardık.” Ses tonundan, koşturarak yanıma gelmesinden belli, benim için gerçekten korkmuş. Üniversite öğrencisi olduğunu, Özgecan’ın başına gelenleri düşününce artık hep tetikte olacağını söylüyor. Kendine dikkat et, telkininde bulunup vedalaşıyor. Mersin’de kadınların yüzündeki acının yanına düşen endişe ve öfkeyi bu konuşmadan sonra fark ediyorum.

Özgecan’ın evindeyiz. Susmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Babaannesi, teyzesi, arkadaşlarının doldurduğu odada, derin suskunluğa asılı kalmış yüzlerin arasından, annesini bulup yanına gidiyorum. Aslında boş bir çabadayım, ne konuşulanı dinliyor Songül Aslan, ne başsağlıklarını alıyor. Suçluların değişen ifadelerini de, insanların idam geri gelsin çığlıklarını da kendinden uzak tutuyor. Yüzüme bakıp, kafasını iki yana sallıyor sadece. İçine kaçmış. Sanki başsağlıklarını almasa kâbusu atlatacak. İki gün önce hastaneye kaldırıldığını öğreniyorum. Ne söylesem, acısını arttıracak. Bir oda dolusu insan, sessizliğini paylaşıyoruz. Gün boyu tanıdık bir doktor eşlik ediyor onlara.

Özgecan, Çağ Üniversitesi’nden önce başka üniversite kazanıyor, ancak ille de psikoloji istediği için sabrediyor bir sene daha. Bu anlatı Songül Aslan’ı dile getiriyor: “İnsanlara yardımcı olmak istiyordu çünkü”. Aslında dünyanın en ünlü psikoloğu olmanın peşindeymiş Özgecan. “Sanırım bir şekilde de; böyle bir şekilde de olsa, oldu gibime geliyor” diyor babası Mehmet Aslan, “Yaşasaydı, ben inanıyorum ki, gerçekten, içindeki sevgiyi bütün dünyaya akıtacaktı. Yine böyle bir etki olacaktı… Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi, düşünce karanlığına ışık tutanlara anlatmaya başlıyor bu isteğini babası Mehmet Aslan, “Bir insanın düşüncesini aydınlatmak o insanın tüm dünyasını değiştirir. Hatta bütün dünyayı değiştirebilir. Allah kime ne kader yazmış, o bilinmiyor.
Kimin hangi görevle geldiği de belli değil. Kızım, geldi, görevini yaptı, gitti. Her insan bu dünyaya
bir armağanla gelirmiş, bırakır gidermiş. Güzel kızımın dünyaya bıraktığı hediye çok güzel oldu”.