Ozan Dolunay: Adaletsizlik ve eşitsizlik hassas olduğum konular

Gain dizisi Bizi Ayıran Çizgi ile ekranlara dönen genç oyuncu Ozan Dolunay’la yeni karakteri Sinan’ı, role hazırlanma süreçlerini biraz da kendisini konuştuk. Dolunay “Adaletsizlik ve eşitsizlik hassas olduğum konular” diyor.

Deniz Ülkütekin

Fotoğraflar: Vedat Arık

Ozan Dolunay, oyunculuk kariyerinde emin adımlarla ilerliyor. Yüksek Sosyete ve Zalim İstanbul gibi yapımlarda farklı rollere başarılı bir şekilde hayat verdi genç oyuncu. Her anlamda “kendi”nden sıyrılıp hayat verdiği karakterin derinliklerine nüfuz etti, izleyicinin hafızasında iz bıraktı. Son olarak Gain’de yayımlanan Bizi Ayıran Çizgi isimli dizinin başrol oyuncusu olarak karşımıza çıktı. Bu kez yaşadığı kayıp sebebiyle zaman-mekân, hayal-gerçek arasındaki dengeyi adım adım kaybeden Sinan’a hayat veriyor. Kendisiyle önce Sinan’ı konuştuk. Ardından söz oyunculuğa ve karakter eşleşmesinde oyuncunun “kendisini” tanıma ve içsel uzlaşma sürecine geldi. Sözü kendisine bıraktık...

Bizi Ayıran Çizgi, hayal ile gerçeğin, geçmiş ile şimdinin birbirine karıştığı bir evrende geçiyor. Karakteriniz Sinan da bu evrenin merkezinde yer alıyor... Sinan’a hayat vermek zor muydu?

Sinan ağır psikolojik bunalım yaşayan bir karakter. İç dünyası da içinde yaşadığı dünya kadar karmaşık Sinan’ın. Çok travmatik bir olayı, her gün tekrar tekrar yaşıyor ve her seferinde başarısız oluyor. Büyük bir sıkışmışlık hissi var, aynı anda hem umudu hem de çaresizliği yaşadığı anlar var. Bu açıdan bakınca zor bir karakter gibi duruyor evet. Fakat o konuda kendimi şanslı hissediyorum çünkü çekimlere başlamadan önce uzun bir prova süreci geçirdim. Senaryoyu defalarca okuduk, bütün sahneleri detaylı olarak çalıştık, sete çıktığımızda tamamen hazırdık. Dolayısıyla çekimlerde çok zorlandığımı söyleyemem, zorlandığım zamanlarda da yönetmenim Caner ve partnerim Hazal Subaşı bana yardımcı oldular.

HER DAVRANIŞIN SEBEBİ VAR

“Hepimizin içinde birçok farklı karakter yatar. Bunların içinde en baskın olanı da ‘kendim’i oluşturur. Diğer yan karakterler hayatımızda hep vardır ve oyunculukta bu yan karakterlerden çok yardım alırız...” demişsiniz. Bu yorumunuzu çok değerli buldum. Bir karakteri ele alırken ve ona rol verirken alt benlikleriniz ve baskın benliğiniz arasındaki uzlaşıyı nasıl sağlıyorsunuz?

Uzlaşı kendi kendine sağlanıyor diyebilirim. Sonuçta yaptığınız şeyin aslında kendi benliğinize ait olmadığını, başka bir karaktere ait olduğunu bildiğiniz sürece sizin fazladan bir şey yapmanıza gerek kalmıyor. Bazen “Kesinlikle yapmam” dediğiniz bir şeyi yapmak, “Bu da söylenmez ki” dediğiniz şeyi söylemek durumunda kalıyorsunuz. Böyle durumlarda alt benliklerinizle olan ilişkiniz ve empati yeteneğiniz devreye giriyor. Aslında sergilenen her davranışın bir sebebi var, davranışı yargılamak yerine davranışın sebebini anlamakla ilgilendiğiniz zaman zaten o çatışmayı ortadan kaldırıyorsunuz ve uzlaşı kendiliğinden sağlanıyor.

Bir önceki soruyla bağlantılı olarak, oyunculuğu kendini tanıma ve içindekileri keşfetmeye dayanan bir yolculuk olarak tanımlıyorsunuz. Şimdiye kadar rol verdiğiniz karakterler size ne kattı veya sizden ne aldı, ne feda etmenizi istedi?

Hepsinin bende bıraktığı izler var tabii ki teker teker bakarsak. Hepsi farklı kökenleri, farklı fikirleri ve dünyaları olan ama en önemlisi özünde benim benliğimin parçası olan karakterler. Böyle farklı karakterleri oynamak da insana hem kendisiyle yüzleşme hem de hayata farklı bakış açılarıyla bakabilme fırsatı veriyor, dolayısıyla empati yeteneğinizi aşırı geliştiriyor. Herhalde oynadığım karakterlerin bana kattığı en büyük şey kuvvetli bir empati yeteneğidir.

ARTIK DAHA UMUTLUYUM

Sinan, Sarp, Cenk, Mert. Hayat verdiğiniz bu karakterleri tek tek değerlendirirseniz “kendim” dediğiniz karakterler içinde hangisi ne kadar derinde, ne kadar yüzeyde yaşıyor?

Sinan ve Cenk aşırı derinlerde. Kendi benliğime en uzak karakterler onlar sanırım. Mert ve Sarp ise daha yüzeyde.

Hayat verdiğiniz onca karakter sizi insan doğasıyla ilgili daha umutlu mu yaptı, yoksa insanlığa dair umutlarınızda bir kırılmaya mı sebep oldu?

Bu benim de üzerine çok düşündüğüm bir konu. İlk başlarda umutlarımda kırılmaya sebep oluyordu bu durum, çok farklı kişilikler ve farklı yaklaşımların var olduğunu bilmek korkutucu olabiliyor. “Herkes birbirinden farklı, herkesin bir konu üzerinde hemfikir olması mümkün değil dolayısıyla dünya her zaman kaos içinde olacak” gibi geliyordu. Fakat zamanla, aslında dünyanın bir dengesinin olduğunu keşfettim. Siyah olmadan beyazın olamayacağını anladım, dolayısıyla farklılıklardan korkmak yerine onları kabul etmeyi öğrendim. Artık daha umutluyum diyebilirim.

KABULLENMEYİ ÖĞRENDİM

Çocukluğunuz boyunca babanızın mesleği sebebiyle sık sık taşınmışsınız. Ayrıca lisede bir senelik ABD tecrübeniz var. Bu kadar sık yer değiştirmenizin oyuncu olmanıza bir etkisi oldu mu?

Oyuncu olmama etkisi oldu mu bilmiyorum fakat oyunculuk yaparken bana çok faydalı olduğu aşikâr. Sık sık taşındığım için çok fazla insanla tanışma fırsatım oldu. Farklı kültürel altyapılardan gelen bir sürü insan tanıdım, aynı olayın iki farklı insanı başka şekilde etkileyebileceğini, başka şekilde tepki vermelerine sebep olabileceğini gördüm. Bu da insanları anlamamı dolayısıyla empati yapabilmemi kolaylaştırdı. Yargılamak yerine kabullenmeyi öğrendim. Bir oyuncu olarak bu durumun çok faydasını görüyorum.

BAZI DUYGULAR İÇİN ‘AYIP’ ETİKETİ VAR

Tiyatroyu insanı iyileştirebilecek bir alan diye tanımlıyorsunuz. Tiyatro sahnesinde olmak setten farklı olarak biraz da cesaret işi olsa gerek. İyileşmekten kastınız cesaret mi? Yoksa içinizde gizli kalanları, bastırdıklarınızı açığa çıkarmaktan mı bahsediyorsunuz?

İçinizdekileri açığa çıkartmaktan bahsediyorum. Sahnede olmak kamera önünde olmaktan farklı ve evet biraz daha cesaret gerektiren ve biraz daha gergin bir durum fakat iyileştiriciliği kesinlikle yadsınamaz. İnsan olmanın getirdiği birçok duygu var ve biz günlük hayatta bunların çoğunu bastırarak yaşıyoruz. Bazı duygulara “ayıp” etiketi yapıştırıp yok sayıyoruz. Tiyatro sahnesinde bu tarz değer yargıları yok, yargılanmadığınız özgür bir alan. İyileştiriciliği de bu özgürlükten geliyor.

Killology ilk oyununuzdu ve Afife Jale Ödülleri’nde En İyi Genç Yetenek Ödülü’ne aday gösterildiniz. Ayrıca Üstün Akman Yılın Umut Veren Oyuncusu Ödülü’nü kazandınız. Bu kadar kısa sürede böylesi başarı zihninizin bir köşesinde hep o sahneye hazırlık yaptığınız hissini uyandırdı bende.

Tiyatro hayatımda her zaman var olacak. Oyunculuk mesleğinin kökenidir tiyatro, olmadan olmaz.

YARIN YOKMUŞ GİBİ YAŞIYORUZ

Koç Üniversitesi Makine Mühendisliği mezunusunuz. Ancak siz oyunculuğu tercih ettiniz. Bu tercihinizi cesaret gerektiren bir tercih olarak görüyor musunuz? Malum mühendislik birçok aile için çocuklarının yapmasını istediği bir meslek. Aileniz size mesleki kararınızı alırken bir tereddüt yaşattı mı?

Benim için bayağı cesaret gerektiren bir tercihti diyebilirim. Şansın ve iyi insanların çok yardımı dokundu tabii ki bu süreçte bana. Annem ve babam biraz kaygılıydı ilk başlarda ama onlar da benim ne kadar istekli olduğumu görünce zamanla bu kaygıdan sıyrıldılar.

Mühendis olsaydınız nasıl bir projede yer almak isterdiniz?

İnsanlık olarak çok duyarsızız, yarın yokmuş gibi yaşıyoruz. Yaşadığımız gezegenin ve imkânlarının bir sınırı olduğunun farkında değiliz. Bu beni çok rahatsız ediyor. Dolayısıyla çevre kirliliğini azaltmak üzerine veya yenilenebilir enerji üzerine bir projede yer almak isterdim.

EŞİTSİZLİK HASSAS OLDUĞUM BİR KONU

Güncel meselelerde sözünüzü sakınmıyorsunuz. Özellikle kadına şiddete yönelik çok sayıda paylaşımınız var. Neler yapılmalı sizce?

Evet adaletsizlik ve eşitsizlik hassas olduğum konular, elimden geldiğince farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Sosyal medya gibi bir güç var elimde, takip eden, düşüncelerimi okuyan birçok insan daha da önemlisi çocuk var. Onların zihninde ufacık bir kıvılcım çakmasına sebep olsam bile kârdır diye düşünüyorum. Bu tarz, insanlığın temel problemi haline gelmiş durumların çözümü genelde çocukları eğitmekten ve eşitsizliğin her türlüsüne karşı duyarlı olmalarını sağlamaktan geçiyor. Yasalar ve cezalar sadece caydırıcı oluyorlar fakat onların da önemi yadsınamaz. Bu konuda çok eksik olduğumuz, her gün yaşanan onlarca tecavüz, taciz, aile içi şiddet vakasından belli oluyor. Öncelikle bu konuda ülke olarak eksik olduğumuzu kabul ederek başlayabiliriz bence.