Oyuncu Selda Alkor: Sansürün ‘S’si kalmasın istedik
Türkiye’nin ‘Çiçekçi Kız’ı, hanımağası ve Nurhayat’ı Selda Alkor uzun bir aradan sonra ‘İki Yaka Yarım Aşk’ adlı kısa filmle setlere döndü. Sürekli dizi teklifleri aldığını ama bir türlü sonuca ulaşmadığını söyleyen usta oyuncu biraz sitemli, “Selda Alkor diye iyi bir oyuncu vardı diyecekler ve bir bakacaklar ben yokum” diyor.
Öznur Oğraş ÇolakYıllara meydan okuyan usta oyuncu, sinemaya 1965’te Ses Dergisi’nin açtığı yarışmada birinci olarak başladı. İlk olarak “Cumartesi Senin Pazar Benim” adlı filmle kamera karşısına geçen sanatçı, filmin çekimlerini dün gibi hatırlıyor. O günü, “Heyecandan dizlerim titriyordu, üşümüyordum ama çenelerim vuruyordu” diye anlatıyor. İkinci filmi Ayhan Işık ile birlikte oynadığı “Güneşe Giden Yol”... Sonra “Çiçekçi Kız”... Artık Selda Alkor’u tüm Türkiye tanıyordu.
Rol aldığı filmlerin, sinemanın tabiriyle festivallik filmler olmadığını, ama bütün bu ticari filmlerin çok büyük işler yaptığını ve Türkiye’de çok beğenildiğini bildiğini söyleyen usta oyuncu, “Benim arkamda bir Memduh Ün, Türker İnanoğlu ya da Atıf Yılmaz yoktu. Tabii ki ben ticari filmler de oynayacaktım ama oradaki başarım beni Selda Alkor yaptı. Halkın bana verdiği en büyük ödül bu” diyor. Uzun bir aradan sonra sete geri dönen Alkor, Nurdan Tümbek Tekeoğlu’nun yönettiği kısa film “İki Yaka Yarım Aşk”ta rol alıyor. Yeni dizi projeleri için tekliflerin geldiğini ama bir sonuca varmadığnı söyleyen oyuncu “heyecanla bekliyorum” diyor.
Gazetede buluştuğumuz Alkor ile sinemadan, diziye, günümüze ve siyasete keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
‘Hiç unutmuyorum’
- Kamera karşına çıktığınız ilk günü hatırlıyor musunuz?
İlk filminizde iki usta oyuncu ile oynamışsınız, nasıl bir tecrübeydi? Hiç unutmuyorum. Hiç bilmediğiniz bir dünya, bir mekân; ne yapacağınıza dair bir bilginiz yok. Ben alaylı bir oyuncuyum biliyorsunuz ama alaylı olsun, eğitimli olsun her şeyin kabiliyetle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ben bir staj bile görmeden direkt müdür olarak işe başladım. Bu da tamamen bir kabiliyet ve duygunun çok yoğun olduğu bir meslek.
İlk gün için bir davetiye geldi, saçlarınız gece saçı olacak yazıyor. O zaman böyle tepelere kadar topuzlar kabarık saçlar yapılırdı. Her biri minare gibi, âdet öyle. 18 yaşında genç bir kızım, gece kıyafeti giyilecek ve sizi alacaklar yazıyor. Beyoğlu’nda bir mekâna geldik, orası bile benim için çok yabancı. Evet, Beyoğlu’na gidiyorduk ama sinemaya, Şan Müzikali’ne, o kadar. Bir gece kulubü, o zamanlar hovarda erkeklerin takip ettikleri yerlerdi gece kulüpleri. Adı da galiba Parizyen... Bir sinema setinin ne olduğunu ilk kez gördüm. Dizlerim titriyor, üşümüyorum ama çenelerim vuruyor. Öyle bir heyecan içerisindeydim; o duygu anlatılamaz. Çok ayrı bir kapı açılmış, içeri girmişsiniz ve hiç bilmediğiniz bir dünyadasınız, bir sürü insan, makineler, şarlo deniliyor, öyle tren gibi gidip geliyor. Yönetmen, oyuncu, bir de üstelik ilk filmimde iki usta oyuncu, Tanju Gürsu ve Fikret Hakan, ikisiyle oynuyorum. Ama o gün onlar yok. Tekli çekim. Yönetmenimiz de “Bak kızım burası gece kulubü sen de şarkı söylüyorsun” dedi. Ben de “Nasıl yani, ben nasıl şarkı söyleceğim” dedim! “Merdivenlerden iniyorsun ve ‘Gül Ağacı Değilem’ şarkısını söylüyorsun” dedi. Benim cevabım, “Öyle bir şarkı mı var” oldu. Yönetmen, “Biz şimdi koyacağız plağa, oradan duyarsın” dedi. Ben çıktım tutunarak iniyorum merdivenleri, yoksa düşeceğim. O şarkıyı söyledim ve ilk defa hayatımda şarkı söyledim. Yönetmen Aram Gülyüzdü. Kulakları çınlasın.
- Tüm Türkiye sizi “Çiçekçi Kız” ile tanıdı. Hayatınızda iki kez bu rolü oynamışsınız, ilki ilkokuydaykenmiş sanırım. Güzel ve ilginç bir tesadüf...
İlkokul 5. sınıfın bitirme imtihanları sırasında yapılan bir müsamerede başrol oynadım. Adı da “Çiçekçi Kız”dı, ben de çiçekçi kızı oynamıştım. Hayatımım en güzel tesadüfüydü, evet. Her filmimi yaparken çok severek elimden geleni yaptım. Tabii çok bilgisizdik, tecrübesizdik o zamanlar. Belki şimdi yapsam bütün hepsini bu birikimle, bu aklımla çok daha güzel olurdu ama o gençliğin verdiği saf, tertemiz duygularla, o heyecanla olmazdı. Hâlâ seyrederken çok keyif alıyorum.
- ‘İki Yaka Yarım Aşk’ sizin ilk kısa filminiz oldu? Nasıl bir tecrübeydi?
Çok eğlenceli ve keyifliydi. Seti, kamerayı çok özlemişim. Ben bu filmle mübadeleyi öğrendim. Çok acılar çekilmiş, çok ölümler, kayıplar yaşanmış. Keşke bütçesi daha çok olsa da çok kitlelere ulaşsa. 28 Şubat’ta Büyükçekmece Atatürk Kültür Merkezi’nde saat 19.30’da gösterilecek film ve oyuncular orada olacağız.
‘Siyasetten hep uzak durdum’
- Hayatınızın rolünü canladırdınız mı?
Ya da mutlaka bu karakteri oynamalıyım dediğiniz bir rol var mı? Bizler sanatçılar, oyuncular biraz rol arsızı oluyoruz. Ben şimdiye kadar yaptıklarıma bakıyorum, hayır bunlar benim kafamda, kendimi en iyi şekilde gösterebileceğim roller değil gibi geliyor. Ama Türk sinema seyircisi çok beğeniyor. Hâlâ unutamadık dedikleri roller var. “Senede Bir Gün”deki ‘Nazlı’ karakterini ve ‘Çiçekçi Kız’ı hâlâ hatırlıyorlar. “Buzlar Çözülmeden” filmindeki ‘Fatma’yı unutmamışlar. Bunları söylüyorlar 50 sene sonra, çok şaşırıyorum ve mutlu oluyorum. Son zamanlarda yaptığım dizilerin karakterleri de etkiledi seyirciyi tabii. “Asmalı Konak”, “Çemberimde Gül Oya” unutulmuyor.
'Tabii ki benim de siyasi görüşlerim var’
-“Çemberimde Gül Oya” demişken. Sıkıyönetim dönemlerini, zor yılları anlatan bir diziydi. Siz Türkiye’de yaşanan bütün sıkıyönetim dönemlerinin aslında canlı tanığısınız. Peki, sizce 15 Temmuz nasıl bir gerçekti?
Türkiye bazen siyasal tarihinde olmaması gereken olaylarla karşılaşıyor ve ne yazık ki hükümetler bazen olmaması gereken siyasal hatalar yapıyor. Yani bunu yorumlamak, söylemek bana düşmez. Ben neticede bir gariban halkım. Benim bir tanecik oyum var, aklım kime yeterse ona atarım. Dolayısıyla keşke Türkiye’de hiç bu siyasal yanlışlar olmasaydı. Hiç kimse asılmasıydı, devrimler olmasaydı diyorum. Ben hep bunu düşündüm, hep bir çiçek bahçesi gibi gördüm. Belki sanatçı olmanın yarattığı bir duygu bu. Siyasete girmekten hep uzak kaldım. Tabii ki benim de siyasi fikirlerim var. Eğer ben bu ülkede yaşayan bir insansam, bir vatandaş olarak benim de siyasi görüşlerim var. Ama bunları böyle ortaya atmaktan ziyade yapabileceğim bir şey varsa onu yapmaya çalıştım. Dolasıyla siyasete pek bulaşmaktan hoşlanmıyorum. Eğer hoşlansaydım gelen belediye başkanlığı ve birçok partiden gelen milletvekilliği tekliflerini kabul ederdim. Ama ben sanatçı olmayı, oyuncu olmayı tercih ettim, şimdi de iş bekliyoruz, gelecek inşallah.
‘Sanatta sansür kabul edilemez’
- “Büyük Adam Küçük Aşk” filmi bir dönem İstanbul Film Festivali’nde gösterilmesi yasaklanmış ve siz üyesi olduğunuz Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Kurulu’ndan istifa etmiş, bu yasağı kınadığınızı söylemiştiniz?
Filmi seyreden insanlar çok iyi bilir öylesine anlamlı, çok iyi mesajları olan bir filmdi. Orada afişinin ismi “Hejar” olmuş ya da başka bir şey olmuş hiç fark etmez benim için. Festivale gönderilmemesi çok yanlış ve Türkiye adına bir ayıptı bana göre. O yasaklandı diye istifa ettim ve ayrıldım, benim yapabileceğim tek protesto buydu, daha başka bir şey yapamazdım. Ama çok şaşırdım ki birçok arkadaşım her zaman elleri yukarıda olan arkadaşlarım, bu konuda o kadar duyarlı olamadılar. Benim dışımda istifa eden de olmadı.
‘Bizim sesimiz artık cılız kalıyor’
- Yasaklar ya da sansür karşısında sanatçıların sesi çıkarsa ses getirir, siz bir dönem telif hakları için de çok uğraş verdiniz?
Evet, çok doğru ve gerçek sinemada her zaman belli seviyedeki sanatçıların sesi çıkarsa ses getirmiştir. Artık başka dönemdeyiz, artık gençler var. Ben hepsinin idealist ve sinemada çok güzel işler yapabilecek kabiliyette olduğunu biliyorum ve görüyorum. Artık onların sesinin çıkması lazım. Bizim sesimiz çok cılız kalıyor maalesef. Dediğiniz gibi sansür için zamanında Ankara’lara kadar yürüdük. Sırf sansürün ‘S’ harfini kaldıralım diye. Nitekim sansürsüz bir dönemi de yaşadık. Ama galiba her şeyde olduğu gibi yine abartıldı, her şey serbest gibi geldi insanlara. Kararında iş yapmasını mı bilemiyoruz acaba biz millet olarak. Mevlana’nın dediği gibi “haddimizi bilmemiz lazım”. Haddimizi bilsek her şey daha mı iyi olacak diye kendi kendime düşünüyorum. Sansür sinema için son derece kötü, sanatta sansür olamaz. Niye getirip bu belayı gözümüzün önüne koyarlar ve çeşitli isimlerde bunu döndüre döndüre çıkarırlar. Yok sansür, yok başka bir şey olur, artık isimlerini vermek, yanlış kelimeler telavuz etmek istemiyorum. Çünkü bazen korkuyorsunuz ve yanlış anlaşılıyorsunuz. İnsanlar, bizlerin sanatçı olduğunu ve daima iyi ve güzel mesajlar vermek istediğimizi bilmesi lazım. Biz toplumun önünde olabilen kişileriz. Bize iyi davranacak bizi iyi tutacaklar ki o halka örnek olabilelim. Bunu artık bütün siyasetçiler, ilgili kişiler biliyor ama yapmıyorlar. İnşallah her şey iyi olur. İnşallah dönemi geldi, başladı. Uğraşacak yaşı çoktan geçtim, onun için ben de inşallah diyorum.
- Telif hakları için de çok mücadele verdiniz? Ben telif hakları konusunda çok çalıştım ve arkadaşlarımın telif haklarını alması için Ankara’ya çok gittik. Ama kaç kişiydik biliyor musunuz?
Ben, Füsun Demirel, bir de benim avukatım vardı. Bu kadarcıktık. Bu telif haklarının hepsini biz alacakmışız gibi sadece biz koşturuyorduk. Ne bir yerimiz vardı ne bir sekreterimiz. Bunlar profesyonel işler, izleme odaları olacak, avukatlar olacak, devletin arka çıkıp bizim yanımızda olması gerekirken, devletimiz dedi ki ben yaparım bu işi merak etmeyin. Yapımcılar pastanın bütün dilimleri bizim dedi. Bu mümkün değil bu telif hakkı konusunda herkesin bir dilimi var. Zamanın da parayı ben verdim bütün pasta benim diyemezsin. Sonuçta bütün bunlarla uğraşırken çok zaman geçiyor ve insan ihtiyarlıyor ben ihtiyarlamak istemiyorum artık. Gerçekten çok yorucu günlerdi. Sonuca da ulaşamadık.