Oyuncu Özge Özacar: ‘Oldum’ demek yok
Genç ve başarılı oyuncu Özge Özacar, şu an iki dizide birden yer alıyor, üstelik çok farklı iki karaktere hayat veriyor. Son olarak puhu tv’de ekrana gelen 'Seyyar' karakteri ile izleyiciyle buluşan Özacar, Cumhuriyet'e konuştu.
Orhun AtmışÖzge’yle arkadaşlığımız 11 yıla dayanıyor. Aynı liseden sonra aynı üniversiteye birlikte gittik. Aklında oyunculuğa adım atmak olmadığı zamanlarda bile oturduğumuz bir kafede dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Bir “cast” ajans çalışanı gelip onun ayaküstü birkaç fotoğrafını çekmiş, kartını vermişti. Yine bir gün İstiklal Caddesi’nde yürürken bir ajans çalışanının kartını uzattığını hatırlıyorum.
Oyunculuğa adım attığında, bugün bu noktalara gelebileceğini ben dahil kendisini tanıyanlar tahmin etmiştir. Bundan daha önemli yerlere geleceğine de ben kendi adıma inanıyorum. Kariyerinden önce de yaşamında ve okulda kafasına koyduğunu gerçekleştiren, azimli bir kişiliği vardı. İngilizce’ye Fransızca ekledi, şimdilerde İtalyanca öğrenmeyi planlıyor. Bıkmadan usanmadan kendini geliştirme özelliği oyunculuğa başladığı ilk günlerden bu zamana ona önemli kapılar açtı. Gitgide daha iyi projelerde yer almayı sürdürüyor. Gitgide daha iyi projelerde yer almayı sürdürüyor ve gelecek sezona yeni projeleri değerlendiriyor.
Şu an FOX’ta yayımlanan, Nurgül Yeşilçay, Mert Fırat, Yurdaer Okur gibi önemli oyuncuların bulunduğu “Kefaret” dizisinde başroldeki bir diğer isim Özge Özacar. Uzun zamandır olan dijtal platformda yayımlanan bir dizide rol alma isteği de son olarak puhu tv’de izleyiciyle buluşan “Seyyar” ile hayata geçti.
Şu anda iki dizide birden rol alan Özacar ile bir araya gelerek hem kariyeri hem de son projesi “Seyyar” üzerine konuştuk.
BİRBİRİNE ZIT KARAKTERLER
“Kefaret”te canlandırdığı “Meltem” karakteriyle, “Seyyar”daki “Çiğdem” birbirine taban tabana zıt karakterler. Yani, oyuncu için bir noktada meydan okuma. İki karakteri ve aralarındaki farkları şöyle anlatıyor Özacar: “Meltem, üniversite mezunu, İngilizce öğretmenliği yapan, hayatta kalmak için yalan söylemeyi mübah gören bir kadın. İyi olmak üzerine çok kafa yoran bir insan diyemem. Çocukluğundan bu yana öyle öğrendiği için kadınlığını çok fazla kullanan, ben o kadınlığımla hayatımı idame ettiririm gibi düşünen bir kadın. Çiğdem ise sosyo-kültürel seviyesi çok daha düşük bir ailede büyümüş, 6 yaşında ailesini kaybetmiş, anne figürsüz, üvey ağabeyi ve babasıyla büyüyen bir kadın. Üvey ağabeyinin arkadaşlarının tacizine uğramış, kendisini korumak için onları bıçaklayıp hapse düşen bir kadın. Hapse düşerken avukat bile istemeyip, ‘bana saldırdılar ve yaptım’ diye meydan okuyan bir kadın. Okumasa da çalışkan. En büyük gayesi ‘iyi’ olmak... Meltem de Çiğdem de güzelliğiyle dikkat çekse de bu özelliklerini bambaşka kullanan karakterler. Çiğdem, ‘ben temiz bir hayat yaşayacağım’ derken Meltem de tam aksi olarak bunu bir yatırım aracı olarak görüyor. O yüzden iki farklı kadın var hayatımda şu an. Bana müthiş bir keyif veriyor. Oyuncu olarak reflekslerimi kullandığımı hissediyorum. Bana özgüven sağlıyor.”
“Kefaret” dizisinin yönetmeni Mesude Erarslan’a da “Çiğdem”i izlettiğini söyleyen Özacar, ondan “Çok farklı bir karakter ortaya çıkarmışsın. Çok keyif aldım izlerken, helal sana” yorumunu aldığını ve bunun da ayrıca bir motivasyon kaynağı olduğunu dile getirdi.
‘İNEK BİR ÖĞRENCİYİM’
Yazının başında söz ettiğim azimli kişiliğini, espri bir dille “Dersine çok çalışan, ‘inek’ bir öğrenciyim. Tıpkı üniversitedeki gibi...” sözleriyle anlatıyor Özacar ve ekliyor: “İki ekip de benim iki işi beraber götürebileceğime inandığı için, onların bu güvenini boşa çıkarmayacak kadar özveriyle çalışıyorum. Onlara ‘iyi ki Özge’yi seçmişiz’ dedirtmek isterim.”
Dijital platformlar her geçen gün büyüyor, yenileri açılıyor, özellikle yerli yapımlara yatırım oranı çok yükseldi. Bu dijitalleşmenin televizyon dizilerine etkisine ve iki alanın farkına şöyle değiniyor Özacar: “İçerik çok önemli. Ne dijital ne televizyon, iyi içerik olmalı. Öte yandan pandemi de alışkanlıklarımızı çok değiştirdi. Dijitalde seçeneklerin artması, bir anda üzerimize çok fazla dizi, film atılmış gibi oldu. Çok fazla iş olduğu için dijitalde ‘kürasyona’ ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Televizyonda her kanalın bir yayın politikası var, her kanal kendi görüşüne, kültürüne göre içerikler sunuyor. Bir küratörlük yapıyor aslında. Dijitalde çok fazla, farklı içerik gördüğümüz zaman televizyonda yıllardır birbirini tekrar eden senaryoları insanlar izlemiyor. Bu yıl mesela en çok izlenen işler insan hikâyeleri. ‘Kırmızı Oda’ gibi ‘Masumlar’ gibi Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplarının uyarlamalarının çok izlenmesi tesadüf değil.”
“Sosyolojik bir çığlık var” diyen Özacar, “Etliye sütlüye bulaşmayan, insana, duyguya, kırılganlığa mesafeli hikâyelerin, şiddetin” eskisi kadar rağbet görmeyeceğini düşünüyor. Bunlar yerine, “daha bizden olan, sokaktan, hayattan hikâyelerin” daha kalıcı olacağını ve herkese kazandıracağını dile getiriyor.
‘ALABİLECEĞİM HER DERSİ ALDIM, AMA DOYMADIM!’
Peki, pandemi Özge Özacar’ı nasıl etkiledi, ona ne öğretti? Bu soruya pandemiden önce uzun uzun yanıtlar verebileceğini belirten 26 yaşındaki oyuncu, “Pandemi bana 24 saatin çok uzun olduğunu öğretti. İlk dönemde belirsizlikten çok yıprandım, çok korktum. Hem mesleğimi yapamamak hem de toplum gerçekleri beni çok korkuttu. Ama bütün korkularımla yüzleşmek ve Özge’yi daha iyi tanıyabilmek beni çok hafifletti. Kendime müthiş bir esneklik verdim. Bir yere yetişmeye çalışmıyorum” diye konuştu. Bu süreçte daha fazla psikanaliz kitapları okumaya başladığını da ekledi.
Özacar, konservatuvar çıkışlı değil. Bu eksiğini kapatmak için sektörde tanışabileceği deneyimli isimler arasında kim varsa hepsiyle tanışmaya, atölyelerine katılmaya çalıştığını şu sözlerle dile getiriyor: “Farklı metotlara dair dersler almaya gayret gösteriyorum. Ama hâlâ doymadım. Pandemide eğitimler vs. durduğu için açlığım hat safhada.”
Bu öğrenme açlığının, sürekli kendisini geliştirme isteğinin sona ereceği bir yer var mı? Yani Özge Özacar nerede durup, “ben artık oldum” der diye sorduğumda verdiği yanıt da çarpıcı: “Artık oldum demenin ölümle eşdeğer olduğuna inanıyorum. Her uyandığımız gün, her bir iş, her bir arkadaşlık değişime uğramamıza gelişmemize vesile oluyor, şu söyleşiden sonra dahi kendime bir şey katamadıysam bunu çok üzücü bulurum. Oldum diyeceğimi hiçbir zaman zannetmiyorum.”
İleride Özge Özacar’ı tiyatro sahnesinde de görebiliriz. Buna dair bir iki görüşme yaptığını ancak pandeminin araya girip sahnelerinin kapanmasıyla bu hayalinin biraz daha ertelenmiş. Her şey yolunda giderse, gelecek sene bir müzikalde genç oyuncunun sahne tozunu yutacağını öğreniyoruz.
Özacar’ı takip edenler “arthouse” denilen sanat filmlerine olan ilgisini de biliyordur. “Seyyar” dizisinin bağımsız filmlere benzeyen yapısı ve “Çiğdem” karakterinin önümüzdeki yıllarda kendisine festival filmlerinin kapısını aralayacağına da inanıyor.
‘KADINLAR ARTIK TEK SES’
Yükselen kadın hareketinin de yalnız olmadığını hissettirdiğini dile getiren Özacar, “Bir sıkıntı yaşadığımızda tek ses olduğumuzu görüyorum. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin iptali sürecinde bunu daha net gördük. Hâlâ gidecek çok yolumuz var ama eskisine nazaran artık tepki koyma, ses çıkarma, susmama gibi reflekslerimiz var. Bunun artarak gideceğine inandığımı da söyleyebilirim” diye konuşuyor.
- “Kefaret dizisinde yer alan Nurgül Yeşilçay, Mert Fırat, Yurdaer Okur gibi isimler çok önemli oyuncular. Tiyatro sahnesinde de takip ettiğim isimler. Diziye başlarken ‘ya rezil olacaksın Özge, ya vezir’ demiştim. Vezir olmak için var gücümle çalışıp elimden geleni yapıyorum.”
- “Kendimi Cannes’da ‘en iyi kadın oyuncu’ adayları arasında görme hayalim beni diri tutuyor.”
- “Yaptığım şeyleri önemsiyorum. Yapmış olmak için hiçbir şey yapmıyorum. Bir saniye bile gözükeceksem sahnemin izleyene etki etmesini istiyorum. 140 dakika için de böyle.”
- “Ferzan Özpetek’i çok seviyorum. Hayatımın neye benzemesi hoşuma gider diye sorduğumda bir karede Özpetek’in filmindeki ‘O kadın’ olmak istiyorum. İtalyanca öğrenmeye dair motivasyonlarımdan birisi de bu.”