Oyuncak Tacirlerinin Kralı
JOHN IRVING GÜNTER GRASS İÇİN YAZDI
John IrvingSize yazar ve dostum Günter’den bahsedeceğim.
Size yazar ve dostum Günter’den bahsedeceğim. Ne yazık ki İngilizce konuşmak zorundayım. İyi Almanca konuşamıyorum – söylemek istediklerimi söyleyebilecek kadar iyi değil.
Bunun için üzgünüm.
Günter Grass Teneke Trampet’i sadece otuz bir yaşındayken yazdı – olağanüstü bir başarı, kısa zamanda bir benzeri mümkün olamaz, belki de hiçbir zaman. Artık yazar kalmadı – yani kimse Willy Brandt için seçim konuşmalarıyla birlikte Otuz Yıl Savaşı’nın sonunda, 1647’de geçen, aynı zamanda Prusya’da patatesin kökeninin tarihiyle beraber erkek şovenizmini sorgulayan, konuşan bir balığın bulunduğu bir roman yazamaz. Ve Örtlich betäubt (Lokal Anestezik) romanında Günter’in Berlinlilerin bilincine ulaşmak amacıyla bir köpeği yakan bir öğrenciyi hayal ettiğini de unutmamalı.
Köpek-yakan öğrenciden çok da farklı olmayan, Rudi Dutschke adında gerçek bir radikal vardı. Kafadan Doğumlar’da Günter kendisinden “bir Alman çocuk kitabından çıkmış devrimci” diye bahsetmişti. Günter, Rudi Dutschke hakkında ayrıca şunları söyledi: “İstekleriyle coşardı... İdealleri dörtnala kendisinden kaçardı... Öngörüleri kitaplara indirgendi.” Bu Günter’i üzmüştü.
Evet, Günter benim kuşağım hakkında biraz eleştireldi. “Bir kuşak kendisini bu kadar çabuk nadiren tüketir. Ya ezilirler ya da risk almaktan vazgeçerler” diye yazmıştı. Peki, tamam – biz iktidarda kalma açısından eksik bir kuşağız.
Sizin açınızdan da Günter’in eleştirel olduğunu hatırlattığım için beni affedin. “Ülkemizde her şey büyümeye ayarlanmıştır” diye yazmıştı. “Asla tatmin olmayız. Yeterli olan bize asla yetmez. Hep daha fazlasını isteriz... Rüyalarımızda bile üretkenizdir.”
Eleştirilerinden ben de kaçamamıştım. Evet, Günter benim hakkımda da eleştiri yapabilirdi. Bir gece New York’ta –yemek yemiştik, vedalaşıyorduk– biraz endişeli gözüktüğünü düşündüm. Gerçi bu pek alışılmadık değildi ama beni şaşırtmıştı; benim için endişelendiğini söylemişti. “Bir zamanlar olduğun gibi öfkeli gözükmüyorsun” demişti bana.
Bu seksenlerde olmuştu. Doğal olarak, o zamandan beri öfkeli olmaya çabaladım. Deniyorum!
Artık yazar kalmadı – onun gibi kimse kalmadı.
1920’de, Joseph Conrad Gizli Ajan romanına yeni bir giriş yazmıştı. “Eylemimi meşrulaştırmak için her zaman eğilim göstermişimdir. Savunmak için değil. Meşru kılmak için. Haklı olduğumda ısrar etmek için değil, ama sadece sapkın bir niyetim, dürtülerimin altında insanlığın doğal duyarlılıkları için gizli bir küçümsemem olmadığını açıklamak için” diye yazmıştı Conrad. Günter’in de böyle söylediğini hayal edebiliyorum.
Soğanı Soymak kitabını yazarken, haklı olduğunda ısrar etmiyordu; kendisini açıklıyordu. Ve bu sadece onun hikâyesi değildi – o bir yazardı! Acaba gazeteciler gerçekten Günter’in kendilerine yıllar önceden hikâyesini anlatmalarını mı bekliyordu, böylece onlar yazabilecekti? Günter Grass’ı okuyan herkes için, o her zaman “soğanı soyarak” yazıyordu. Tıpkı, “Gençliğin aptalca gururuyla kabul ettiğimi, hiç geçmeyen bir utanç duygusuyla savaştan sonra gizlemek istedim” diye yazdığı gibi. Okurları için, o “hiç geçmeyen utanç duygusu” en başından beri mevcuttur. Teneke Trampet’te vardır, Kedi ve Fare’de vardır – Soğanı Soymak kitabından çok önce utanç vardır.
Elbette düşmanları oldu. Thomas Mann, “Hepimiz yaralarımızı taşırız” diye yazmıştı. “Övgü her zaman yaralarımız için mutlaka iyileştirici merhem olmasa da yatıştırıcıdır. Buna rağmen.. övgüye yönelik hassasiyetimizin kötü niyetli aşağılamayla kindar tacizlere yönelik kırılganlığımızla ilişkisi yoktur. Bu taciz her ne kadar aptalca olursa olsun, her ne kadar kişisel garezlerden kaynaklandığı açık olursa olsun, bir düşmanlık ifadesi olarak ötekine oranla daha derine işler ve daha uzun kalır. Bu da çok aptalcadır, ne de olsa düşmanlar.. herhangi bir dayanıklı yaşantının gerekli bir parçasıdır, sağlamlığının en önemli kanıtıdır.”
Soğanı Soymak kitabında Günter kendisinden “feci şekilde yanmış ve dolayısıyla çelişkiye merhametsizce uyarlanmış savaş çocuğu” diye bahseder.
Cevap vermekte yeterince hızlı davranamadığım son mektubunda bana, Günter otobiyografisinin son paragrafını yankılıyordu: “Dünyanın ayarı yeniden kaçtı, karanlık anıları getiriyor bana, savaştan yanmış çocuğa.”
Ana karakterlerimden birine, Owen Meany’ye, Oskar Matzerath’ın baş harflerini vermiştim. Ve yirmi yıldan daha önce, Viyana’da bir öğrenciyken –1962 ya da ’63 olmalı– Teneke Trampet’i İngilizceden okumuş olmama rağmen, Almanca bir baskısını taşıyordum. Die Blechtrommel’in bir nüshasına sahip olmak kızlarla tanışmanın bir yoluydu. Kötü talih sonucu, ev sahibem kitabı taşıdığımı görmüştü; ev sahibemle buluşmaya çalışmıyordum ve bana kötü kötü bakmıştı. “Ne? Beğenmediniz mi kitabı?” diye sormuştum, nüshayı tutarak.
Söylediğini tekrarlamam benim için zor – Avusturya usulü söylemekten bahsediyorum. Avusturya usulü. Deneyeceğim. Ev sahibem, “Tabii, tabii – bu benim sosisim, ama Günter Grass biraz kaba.” İnanın bana: İngilizcede daha iyi ifade edilmez. “Evet, evet – bu benim için sosis, ama Günter Grass biraz nezaketsiz.”
Biraz mı?
Günter kendisinden “pek çok yazar gibi çocuksu” diye bahsederdi. Aynen öyle.
Behlendorf’ta Günter ile Ute’nin evinde bir gece, sadece dört yaşındaki en küçük oğlum Everett için İngiliz bir ninniyi İngilizce söylemişti. Ben şarkı söyleyemem, ama deneyeceğim – sadece birazını.
“Bir adam gitmiş biçmeye,
gitmiş çayır biçmeye.
Bir adam köpeğiyle
gitmiş çayır biçmeye.
İki adam gitmiş biçmeye,
gitmiş çayır biçmeye.”
Ve böylece uzayıp gider – on köpeğe kadar.
Viyana’da soğuk bir kış günü, kimse soyunmak istemezken, Ringstrasse’deki güzel sanatlar akademisine gidip resim dersleri için canlı manken olmayı önermiştim. “Amerika’dan tecrübem var” demiştim, ama Oskar Matzerath model olduğu için model olmak istemiştim. Ve tabii bu, kızlarla tanışmanın başka bir yoluydu.
Teneke Trampet’teki Yahudi oyuncak tüccarını hatırlar mısınız? Adı Sigismund Markus’tu ve Naziler kendisini öldürmeye zorlamıştı onu. Oyuncak tüccarı öldüğünde, küçük Oskar son teneke trampetini göreceği günün geldiğini anlar. Oskar yas tutar – sadece kendisi için değil zavallı Markus ve de ebediyen Yahudileri yüzünden suçlu olacak Almanya için.
İşte Oskar’ın sözleri: “Bir zamanlar bir oyuncak tüccarı vardı, adı Markus’tu ve bu dünyadan giderken dünyadaki bütün oyuncakları alıp yanında götürmüştü.”
Oskar’ın nasıl hissettiğini biliyorum. Günter Grass oyuncak tüccarlarının kralıydı. Şimdi bizden ayrıldı ve dünyadaki tüm oyuncakları alıp götürdü.
Çok teşekkür ederim.
‘Türkiye’deki Yayıncısı ve Çevirmeni Kırmızı Kedi Yayınevi’