Öykü-roman odağında Cemil Kavukçu
1980 sonrası öykücülüğümüzün seçkin adı Cemil Kavukçu, yayımladığı yirmi kitabın arasına üç roman sığdırdı. Ne ki üzerinde gereğince durulmadı. Bu kez bir uzun öyküyle geliyor yazar. Onun öykü-roman konusundaki örtük tutumu da düşünülmeli öyleyse.
M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap EkiBu olguyu kendi payıma romanları için de düşünmüşümdür Kavukçu’nun. Bugüne dek üç roman yayımladı, sonra sustu Cemil: Dönüş (1998), Suda Bulanık Oyunlar (2004), Gamba (2005). Sekiz yılda üç roman yayımlayıp on iki yıl geçtiği hâlde başka roman yayımlamamasına bakarak ne denebilir?
Öykülerinin ancak yıllar sonra kabul görmesi nedeniyle nasıl küskünlük yaşadıysa şimdi de romanlarına karşı gösterilen duyarsızlık nedeniyle soğukluk duyuyor olabilir bu konuda diye düşünmeden edemiyor insan. Çeyrek yüzyıl önce “yazmayı bırakma” kararı alan Cemil’in, küskünlük duygusuyla romana sırt döndüğü, uzaklık yaşadığı kestirilebilir pekâlâ.
Yapıtları Can tarafından yayımlanan yazarın romanlarıyla öykülerine genel bir çerçeveden bakmaya ne dersiniz?
ÖYKÜCÜ CEMİL KAVUKÇU’NUN ROMANCILIĞI…
Pek çok kez yazdım; öykü kapsanık dil-mantık yapısıyla oluşturulurken roman kapsayıcı dil-mantık yapısıyla evren kurar, karakterlerini de yine bu dil-mantık yapısına dayanarak konumlandırır.
Cemil’in, andığım her üç romanı da ışınsal açılımlı evrenleri, görece el değmedik karakterleriyle masif yapıda örnekler oldu hep. İlgi görmedi mi peki bu yapıtlar?
Günümüz roman fabrikasınca üretilen bir okur kitlesinin varlığı ötedir biliniyor. Öykü okurunun özgürlükçü yaklaşımı yanında romanda giderek robotlaşmış bir okur yığını enikonu tartışılıyor da zaten.
Bir doğru, ülkemizde geniş okur kitlesinin alıştırıldıkları kalıpla romana yaklaşmaya koşullandırıldığı belki ama öteki doğruysa, at gözlüğü takmadan, şehla bakmadan romana yaklaşan okurun da azımsanmayacak bir varlığa sahip olduğu.
Cemil’in andığım üç romanında burgaçlanmaya yol açılmadan, iç çeperde kendi döngüsüne sığınma gereksinimi duyulmadan, herhangi helezonik evrene yaslanılmadan, bu arada toplumsal oluntular dışlanmadan, ama bunların güdümüne de girilmeden, okurun çelişki, çatışkı odağında dramatik dolantılı açık biçemle buluşturularak bir yerden öte yere taşınması çok önemli.
Ortalama ya da vasat roman okuruysa genelde fantastik örgülü, masalsı romanları yeğliyor. Soyutlayım, dönüştürüm anlamında kendi aynasındaki yansılama dışında genelde farklılıkla karşılaşılmıyor bu kitaplarda. İç döngüdeki yankılamaya sık sıkıya sarılmış olduğu için birer modern masal dokusu sunuyor da denebilir bu bir örnek roman anlayışı için. İşte okur, bu fantastik çalımlı masal evreninin yarattığı büyü aracılığıyla bir anafordan içeri çekilip roman makinesinin merdanesinden geçirilerek biçimlendiriliyor sonuçta.
Cemil Kavukçu böylesi tutuma yanaşmadı hiçbir romanında. Bu nedenle şartlanmış okur, Cemil’in romanlarıyla buluşamadı belki yeterince.
CEMİL’DEN UZUN ÖYKÜ; ROMANDAN UZAK ROMANA YAKIN…
Cemil Kavukçu’nun son yapıtı Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz’ün (Can, 2017) “uzun öykü” olarak sunulduğunu görünce, bunları düşündüm…
Öyküden romana geçerken bir duygusal soğukluk yaşamasına izin verilmeseydi eğer Cemil Kavukçu, bu son yapıtını uzun öykü yerine herhalde roman olarak da kaleme alabilirdi diye düşünmeden edemedim diyebilirim.
Bizde deniz, tıpkı orman gibi düz değiştirimle manzara olarak yer alıyor anlatılarda çokluk. Cemil Kavukçu, denizin dönüştürümünde Halikarnas Balıkçısı, Sait Faik, Zeyyat Selimoğlu kadar büyük role sahip kanımca. Buna son yıllarda Çalkantı adlı romanıyla Ulviye Alpay’ı da katabilirim. Bu imzalar, denizi soyutlayıp dönüştürerek ona bambaşka veçheler kazandırırken yazınımızı da zenginleştirdi. Yalnız bu olgu bile önemli bir dönemece işaret ediyor aslında. İşte Cemil’in son yapıtı, böylesi güçlü bir romandan geri dönüldüğü izlenimi uyandırdı bende.
Karadan kopmamış saltık anlamda kara insanlarıyla denizlerden karaya çıkmakta bambaşka nedenlerle isteksizlik gösteren insanların bir araya getirildiği bu çok farklı, bana göre çok da önemli Cemil Kavukçu yapıtı, “Günlerden pazarsa” (99) diyen kara anlatıcısının yansıttığı öyküsel kapsanıklığı ele verse de genel havasıyla bir roman evreninden izler taşıyor yine de. Karadan denize, denizden karaya geçişte anlatı düzleminin bir anlık aks kayması duygusu uyandırması da bundan kaynaklanıyor. Yazarın soğutulsa da içindeki roman ateşinin sönmediğini gösteriyor ayrıca bu durum.
Ah okur! Ne diyim sana?