Oya Ünlü Kızıl: Kadına şiddet insan hakları ihlalidir

Oya Ünlü Kızıl: Toplumsal cinsiyet eşitliği meselesine farklı anlamlar yükleyerek, gizli gündemler atfederek bölünme hatta kamplaşma unsuruna dönüştürülmesini bir kadın olarak vicdanen kabul edemiyorum.

Şehriban Kıraç

Başbakan Baş Danışmanlığı da yaptı, Özelleştirme İdaresi, Dünya Bankası’nda çalıştı, 2004’ten bu yana Türkiye’nin en büyük holdingi Koç Holding’in itibarını yönetiyor. Oya Ünlü Kızıl’dan bahsediyorum, her zaman toplumsal ve sosyal katma değer yaratacağı bir meslek yapmayı hayal etmiş bunu da başarmış. “Sade ve yalın bir insanımdır. Takıntılarım, hoşnutsuzluklarım yoktur” diyor. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne az zaman kalmışken, kadın istihdamını çok önemsiyor, iş ve özel yaşam uyumunu destekleyici mekanizmaların şart olduğunu söylüyor.

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı, Koç Holding Dış İlişkiler ve Kurumsal İletişim Direktörü Oya Ünlü Kızıl ile kadına yönelik şiddeti, istihdamı ve Türkiye’deki durumu konuştuk.

EŞİTSİZLİKLER KRİZ DÖNEMİNDE DERİNLEŞİYOR

- Dünyanın her yerinde kadınların, koronavirüs döneminde hem iş hem ev içinde en olumsuz etkilenen kesim olduğunu gördük, yapılan araştırmalar da aile içi şiddetin bu dönemde daha da artığını gösterdi. Kadınlar erkeklere göre daha fazla oranda işini kaybetti ya da kadınlarda kayıt dışı çalışma oranı daha yüksek olduğundan bu dönemde sosyal güvenceden yararlanamadı. TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı olarak bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Koronavirüs salgını ne yazık ki tüm dünyada çok boyutlu bir insani krize neden oldu ve bundan tüm insanlık etkilendi. Ancak tabi ki herkes benzer ya da eşit şekilde etkilenmedi. Geçmişteki bütün krizler bize gösteriyor ki, hali hazırda var olan eşitsizlikler kriz döneminde daha da derinleşiyor. Herhangi bir şekilde toplumda dezavantajlı durumda olanlar, krizlerden de en ağır şekilde etkilenenler oluyor. Son aylarda yapılan tüm araştırmalar da gösteriyor ki, koronavirüs salgınıyla uğraştığımız son bir yılda kadınlar erkeklere kıyasla orantısız şekilde daha olumsuz etkilendiler. Bu etkileri üç ana başlıkta özetleyebilirim.

Öncelikle istihdam tarafına bakalım. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün son verilerine göre, 2020 yılında bir önceki yıla göre küresel olarak istihdam kaybı erkeklerde yüzde 3.9 iken kadınlarda yüzde 5 oldu. Tabi bu kayıtlı ekonomi rakamları. Kayıtsız işlerle birlikte değerlendirildiğinde bu farkın çok daha yüksek olduğunu tahmin ediyoruz. Bunun bir nedeni turizm, ağırlama hizmetleri ve giyim sektörleri gibi salgının ekonomik etkilerinden en ağır darbe alan sektörlerde kadın istihdamının yoğun olması. Tabi ki kadınların daha çok güvencesiz ve kayıtsız işlerde çalışmaları da işlerini kaybetmelerini kolaylaştıran bir etken.

Diğer taraftan, evden çalışmanın ve ev içinde geçirilen zamanın artmasıyla, kadınlar ve kız çocuklarının üzerindeki bakım yükümlülükleri ve ev işlerine harcadıkları zaman da arttı. Ülkemizde, özellikle en geri kalmış bölgelerde, kız çocukları bu dönemde sanki artık öğrenci değillermiş gibi ev işlerinin yüklenicisi konumuna geldiler. Önemli sayılarda kız çocuğu en temel hakları olan eğitimden faydalanamadılar.

En son ve en tatsız başlık ise ev içi şiddet. Salgının başladığı Mart 2020’den bu yana kadınlar bu insani krizin merkezinde bir de “gölge salgın” olarak terminolojiye geçen ve tüm dünyada en az yüzde 20 oranında bir artış yaşandığı tahmin edilen şiddetle mücadele ediyorlar.

Biz de dünya genelindeki bu olumsuz tablonun ülkemizdeki fotoğrafını çekebilmek ve çözümün parçası olabilmek adına TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Grubu olarak pek çok çalışmayı eş zamanlı yürütüyoruz. Öncelikle; TÜSİAD, TÜRKONFED ve Birleşmiş Milletler Kadın Birimi iş birliği ile salgının kadın çalışanlar açısından etkilerini anlamak için bir araştırma yaptık. Bu araştırma neticesinde kadın ve erkek çalışanların ortaya koydukları sorunlar arasında en büyük farkın ev-iş dengesi, bakım sorumluluğu ve artan şiddetle ilgili konular olduğunu gördük. Elde ettiğimiz bulgulara göre, kadın ve erkek çalışanların yaşadığı sorunlarda en büyük fark ev-iş dengesi ve artan şiddet bağlantılı. Araştırmaya katılan işletmelerin neredeyse tamamında kadın çalışanlar, ev işleri ve çocuk bakımı nedeniyle karşılaşılan zorlukları dile getiriyor. Benzer şekilde yüzde 90’a yakın işletmede kadın çalışanlar ev içi şiddetin arttığını belirtirken, erkeklerin bu soruna işaret etme oranı yüzde 20 civarında. Sorun tespiti bu kadar güçlü olmasına rağmen, Covid-19 döneminde kadınların karşılaştığı sorunlara yönelik yeterli önlem alınmadığını da yine araştırma ile tespit ettik. İşletmelerin ancak dörtte biri kadınlara yönelik özel önlem alındığını ifade etti. İyi örneklerden biri Aygaz oldu diyebilirim. Aygaz, Birleşmiş Milletler Kadın Birimi iş birliğiyle çok hızlıca bir proje geliştirdi. Her gün on binlerce haneye giren bayi ağını seferber ederek, kadınları şiddete yönelik destek mekanizmaları konusunda bilgilendirdi, bu süreçte kısa sürede 100 bin kadına doğrudan ulaştı.

TÜSİAD olarak bu sorunları kurumsal politikalar ve somut aksiyonlar ile ele almamız gerektiğine inanıyoruz. İş dünyası krizin pek çok etkisiyle mücadele ediyor; üretime devam etmeye, istihdamı korumaya çalışıyor. Ayrıca, çalışanların sağlık ve güvenliğine odaklanıyor. Ancak şartlar ne olursa olsun, bu küresel salgın ortamında bile, daha eşitlikçi politikaları ve uygulamaları gözden kaçırmadan uygulamak zorundayız. Örneğin; bugün sıkça avantajlarından bahsettiğimiz uzaktan çalışma pratiği, kadınlar ve erkeklere aynı oranda kolaylıklar sağlamıyor. Tüm sebepleri göz önünde bulundurarak Birleşmiş Milletler Türkiye Ofisi iş birliği ve TÜRKONFED’in desteğiyle, “krizi eşitlikçi yönetmek” konulu bir uygulama rehberi hazırlığı içindeyiz. Bu rehberin iş dünyasının arkasında duracağı somut adımlar ve ölçek yakalayabileceğimiz uygulanabilir öneriler içermesini hedefliyoruz.

Salgın ile eşitlikçi bir bakış açısıyla mücadele edemezsek mevcut eşitsizlikler daha da derinleşecek. Dünyanın en büyük meselelerinin çözümünde ancak özel sektör, sivil toplum ve kamu birlikte çalıştığında sonuca ulaşılabileceğini biliyoruz. Yıllardır toplumsal cinsiyet eşitliği ve ev içi şiddetle mücadelede büyük çabalar verildi ve yeterli olmasa da belli bir yol kat edildi. Bu kazanımların kaybedilmemesi ve mevcut olumsuz tablonun daha da derinleşmemesi adına gerek Koç Holding, gerekse de TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu olarak üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz.

VİCDANEN KABUL ETMİYORUM

- Geçtiğimiz Temmuz ayında İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması gibi akıl almaz bir tartışmanın ortasında bulduk kendimizi ve “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” diyerek adeta kenetlendik... O dönemde iş dünyası temsil örgütü olarak TÜSİAD İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan bir açıklama yaptı. Ardından Koç Holding adeta şirketlere öncülük ederek bir kamuoyu açıklaması yaptı, tüm yetkili kurumları bu sözleşmeyi korumaya ve bağlı kalmaya çağırdı. Türkiye’de son yıllarda daha fazla kadın, erkek şiddetinde hayatını kaybediyor. Bu sorun nasıl çözülebilir?

Araştırmalar, dünyada her 3 kadından birinin hayatında en az bir kez, çoğunlukla da partnerleri tarafından, cinsel ve/veya fiziksel şiddete uğradığını ortaya koyuyor. Türkiye’de ise her 10 kadından 4’ünün yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri tarafından fiziksel şiddete uğradıklarını biliyoruz. Her 4 kadından 1’inin ise çalışmasına izin verilmeyerek, işinden ayrılmak zorunda bırakılarak veya geliri elinden alınarak ekonomik şiddete maruz kaldığı da yine araştırmalar neticesinde biliniyor.

Her vesileyle altını çizerek söylüyoruz: Kadına yönelik şiddet insan hakları ihlalidir. Ayrıca kadınların sağlık, eğitim ve toplumsal hayata katılımını olumsuz etkileyerek onların ekonomik ve sosyal alanlarda güçlenmesinin önündeki en büyük engellerden biridir.

Bugünün dünyasında “toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi çok temel, insani bir meseleyi amasız fakatsız, sorgusuz sualsiz sahiplenmek, savunmak herkese büyük faydalar getirecekken; bu meseleye farklı anlamlar yükleyerek, gizli gündemler atfederek bölünme hatta kamplaşma unsuruna dönüştürülmesini her şeyden önce bir kadın olarak vicdanen de kabul edemiyorum.

İnsan haklarını ve adaleti her şeyin üzerinde tutan tüm bireylerin de meselenin özüne indiğinde toplumsal cinsiyet eşitliğini bir insan hakları meselesi olarak göreceğine olan inancımı koruyorum.

Gerek TÜSİAD gerekse de pek çok iş dünyası kuruluşu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kapsayıcı ekonomik büyüme için şart olduğunun bilinciyle hareket ediyor. Bu meselenin artık kurumsal politikalarla ele alınması ölçek ve süre anlamında büyük kazanımlar sağlayacak.

TÜSİAD olarak “kadına yönelik şiddet” konusunda Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu’nun “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı” Projesi’ni 2015 yılından bu yana destekliyor ve yaygınlaşması için çalışıyoruz.

“Şiddete sıfır tolerans” anlayışının toplumda yerleşmesi için kamu, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin ortak bir duruş sergilemesi büyük önem taşıyor. Sorunuza dönersek; Ülkemizde kadına yönelik şiddetin gündemde tutulmasına yönelik önemli kazanımlar da elde edildi. Uygulamanın etkinleştirilmesi için yoğun çaba sarf eden kamu görevlileri, sivil toplum örgütleri ve özel sektör kuruluşları İstanbul Sözleşmesi ve bu Sözleşme’ye dayanarak çıkarılan 6284 Sayılı yasadan güç alıyor. İşte bütün bu nedenlerle İstanbul Sözleşmesi’ni etkili bir şekilde uygulamaya odaklanarak, kamu, sivil toplum ve iş dünyası iş birliğiyle şiddet sorununu çözmeliyiz.

KADININ İŞGÜCÜNE KATILIMI İÇİN HIZLI ADIM ATMALIYIZ

- Bir diğer önemli meselemiz de Türkiye’de kadının iş hayatına katılımı konusu... Daha fazla kadının iş hayatına katılması için hangi adımlar atılmalı?

Ülkemizde iş gücüne katılma oranı yüzde 55. Kadınların iş gücüne katılma oranı ise 2020 yılında yüzde 34.8’e düştü. Bir önceki yıl bu oran 38.2 idi. Bu oranla, OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer alıyoruz. Bana göre daha da önemli bir veri; 15-24 yaş grubunda “ne eğitimde ne de çalışma hayatında olan” genç kadınların oranı yüzde 34. Bu oran genç erkeklerde yüzde 20.5. Kadının iş gücüne katılması yönünde gerekli adımları daha hızlı atmazsak, ülkemiz için büyük bir kayıp olacağını bugünden görmek zor değil.

Yıllar önce Birleşmiş Milletler’de katıldığım bir konferansta Hillary Clinton da konuşmacıydı. O gün söylediği bir şeyi hiç unutmuyorum; “Bir kadını toplumda, sosyal yaşamda ve hatta ailesi içinde bile en güçlü kılan şey nedir? Ekonomik özgürlüğü”. Durum böyleyken kadınların iş gücüne katılımlarının bu kadar düşük olmasının temelinde tabi ki farklı nedenler var. Her şeyden önce, eğitim seviyesi yükseldikçe, iş gücüne katılım ve istihdam oranları artıyor. Covid 19’la birlikte hız kazanan dijital dönüşümü ve işlerin geleceğini de göz önünde bulundurarak, bu dönemi bir fırsat olarak görebilir, kız çocuklarını geleceğin işlerine yönlendirebiliriz.

Diğer yandan, kadının çalışma hayatına girmesinin ve çalışma hayatında kalabilmesinin önünde eğitim dışında engeller olduğunu da biliyoruz. Ülkemizde 11 milyon kadın ev işleri sebebiyle çalışmadığını söylüyor. Kadınlar çocuk sahibi olduktan sonra kaliteli ve güvenilir çocuk bakım desteği olmadığı için önce geçici, sonra da kalıcı olarak iş gücünden ayrılıyorlar.

Bu durumu ortadan kaldırmak için, iş ve özel yaşam uyumunu destekleyici mekanizmaların varlığı hayati önem taşıyor. Yine bir örnek üzerinden somutlaştırmak gerekirse; TÜSİAD olarak, AÇEV ve PwC iş birliğiyle, geçtiğimiz sene kapsamlı bir çalışma yayınladık. Kadın istihdamını artırmak bakımından başarılı ülke örneklerine bakıldığında, kreşleri doğrudan veya vergi politikaları aracılığıyla dolaylı olarak destekleyen, okul öncesi eğitimi zorunlu tutan, belediyeleri bu sürece daha fazla dâhil eden kamu politikalarının başarılı olduğunu görüyoruz. Bu kapsamda belediyeleri ve özel sektörü harekete geçirmek için teşvik ve destek araçları, hem merkezi yönetim üzerindeki yükün paylaşılmasını sağlayacak hem de sektörün kendi dinamikleri içinde gelişmesini destekleyecektir.

ÖN YARGILARLA MÜCADELE ETMEK ÖNEMLİ

- Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu akademisyenleri tarafından geliştirilen “Kadınlarla Güçlendirilmiş Yönetim Kurulları Endeksi”nde en yüksek puanı alan ikinci kurum Koç Holding oldu. Siz Koç Holding’de toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarına yön veren ekibe liderlik ediyorsunuz. Koç Topluluğu toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda neler yapıyor?

Koç Holding olarak, HeForShe Hareketi kapsamındaki 10 Küresel Etki Lideri’nden biriyiz. HeForShe hareketi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yalnızca kadınları değil, tüm toplumu ilgilendiren bir insan hakları ihlali olduğunu göstererek, erkekleri de bu konuda kadınlarla birlikte mücadele etmeye yönlendirmesi açısından çok güçlü bir hareket. HeForShe hareketiyle, son 5 yıldır, Koç Topluluğu olarak kendi içimizde çok önemli adımlar attık.

Öncelikle Koç Topluluğu çalışanları, bayileri ve tedarikçileri de dâhil yaklaşık 100 bin kişi AÇEV, TAP Vakfı, Koç Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi iş birliğiyle toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda atölye çalışmalarına katıldı. Yani öncelikle tüm ekosistemimiz tarafından konunun özünün anlaşılmasına ve bu konudaki farkındalığın artırılmasına odaklandık. Eş zamanlı olarak, tüm Topluluk şirketlerimizdeki insan kaynakları süreçleri gözden geçirildi. Daha sonra her şirketimiz, Koç Holding tarafından çerçevesi çizilen bu vizyon doğrultusunda kendi etki alanlarında en büyük farkı yaratabilecekleri kapsamlı projeler hayata geçirdiler. Koç Topluluğu, çok farklı alanlarda ve aynı zamanda da geleneksel olarak erkeklerin yoğun olarak çalıştığı sektörlerde faaliyet gösteriyor. Dolayısıyla kalıp yargıları ortadan kaldıran, kadınları her aşamada üretime dahil eden modeller ortaya koymak bizim için önemli. Topluluk şirketlerimizden harika projeler ortaya çıktı. Şimdi sayamayacağım kadar çok. Ancak örnek uygulamalar hayata geçirmek, sonuçları verilerle desteklemek ve diğer şirketlerle paylaşmak çok önemli. İş birliği ve ortaklıklar hızlı yol kat edilmesini sağlıyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliğinde ön yargılarla mücadele etmek çok çok önemli. Ne yazık ki medyanın ve reklamların da bu ön yargıların devam etmesi ve hatta derinleşmesindeki rolü büyük. Aynı şekilde, toplumsal cinsiyet eşitliği filtresiyle hazırlanan reklamlar ve iletişim çalışmaları ise algıları dönüştürme potansiyeline sahip. Biz de Koç Topluluğu olarak bu riski ve fırsatı değerlendirip, reklamlarımızda ve iletişimimizde kullandığımız dili cinsiyet filtresi kullanarak dönüştürmek üzere bir metodoloji ortaya koyduk ve markalarımızın yönetici ekipleri ve yaratıcı ajanslarıyla birlikte “İletişimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Rehberi”ni oluşturduk. Elde ettiğimiz deneyimleri toplumun geneline yaygınlaştırma hedefiyle rehberi TÜSİAD çatısı altında yayınladık ve tüm özel sektörle paylaştık. Ardından TÜSİAD olarak reklam ve iletişim dünyasına yönelik yaptığımız bu çalışmayı, televizyon dizilerine de taşıma kararı aldık. Bu kapsamda; yapımcılar, yayıncılar, yönetmenler, senaristler, oyunculardan oluşan çok geniş bir paydaş grubuyla birlikte çalışarak, TV dizilerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ilkelerini ortaya koyduk.

Yani bugüne kadar savunuculuk yaptığımız tüm alanlarda önemli bir toplumsal etki yaratarak değişimin bir parçası olduk diyebilirim. Toplumsal cinsiyet eşitliği meselesini de ulusal ve uluslararası platformlarda savunmaya ve eşitlik merkezli çalışmalar yürütmeye devam edeceğiz.

“ÜLKEM VARSA BEN DE VARIM”

- Dünya hiç olmadığı kadar direnç seviyesinin sınandığı olağan dışı bir süreç yaşıyor. Bir yanda pandemiyi, diğer tarafta iklim krizini, diğer tarafta ne kadar suyumuzun kaldığını konuşuyoruz. Sürdürülebilirlik sizin Koç Holding’de yönettiğiniz alanların başında geliyor. Bu kadar büyük bir sanayi kuruluşunun sürdürülebilirlik ajandasında neler yer alıyor?

Sürdürülebilirlik konusu ve odak alanları aslında kuruluşundan itibaren Koç Holding’in ana vizyonu içerisinde yer bulmuş konular. Tabi ki bugünün terminolojisiyle değil ama başka ifadelerle hayat bulmuş. Örneğin Vehbi Koç’un o meşhur sözünü hatırlarsak, “Ülkem varsa ben de varım” diyerek aslında kendi refahını içinde yaşadığı toplumun ve insanların refahıyla kader birliği içerisinde tanımlamış.

Dünya Ekonomik Forumu, 2020 Davos toplantısında, şu an var olan küresel sistemin ve kapitalizmin farklı bir boyut kazanması gerektiğini söyleyerek, gelir eşitsizliği ve iklim krizi gibi çok boyutlu meselelerin üstesinden gelmek için tek çarenin “paydaş kapitalizmi” olduğuna işaret etti. Yani tüm paydaşların birlikte kalkınabildiği, daha adil ve daha eşitlikçi bir sistemden bahsediyor. Başta çalışanları, müşterileri ve yatırımcıları olmak üzere tüm paydaşlar artık şirketleri ESG dediğimiz “çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim” konularında yakından izliyorlar. Ayrıca salgın ile birlikte sürdürülebilirlik alanında çevresel meselelerin yanı sıra artık çalışan hakları, tedarik zincirlerindeki insan hakları uygulamaları gibi konular da daha fazla ağırlık kazanıyor. Özetle, bu kriz bize ancak çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim konularını gündemlerine alarak, şeffaf bir şekilde yöneten şirketlerin uzun vadede hayatta kalabileceğini gösteriyor.

Biz Koç Holding olarak sürdürülebilirlik gündemimizi belirlerken, küresel trendlerin yanı sıra paydaşlarımızın beklentileri doğrultusunda bizim en fazla etki yaratabileceğimiz ve bizim üzerimizde en çok etkisi olan meseleleri önceliklendiriyoruz. Bu meselelerin risk ve fırsat bakış açısıyla bizim için ne anlama geldiğini belirliyor ve bu meseleleri iş stratejimize entegre ederek yönetiyoruz. Bu doğrultuda, Geleceğe. Birlikte adını verdiğimiz sürdürülebilirlik stratejimiz altında iklim değişikliği, dijital dönüşüm, inovasyon, geleceğin yeteneklerinin yanı sıra çeşitlilik ve kapsayıcılık konularını odak alanlarımız olarak belirledik. Bu alanlardaki meseleleri paydaş iş birlikleriyle stratejik olarak yönetiyoruz. Ayrıca, yine bu meselelerde ilgili başarı göstergelerini takip ederek, iyi uygulamalarla etkimizi artırmayı hedefliyoruz.

- Özelleşirme İdaresi, Dünya Bankası, Başbakan Baş Danışmanı ve Koç Holding, bugüne kadar birçok alanda çalıştınız. Peki her çocuğun hayalinde bir meslek vardı sizin hayalinizdeki meslek neydi?

Hayat o kadar değişken ve hızlı ki tahmin etmediğiniz bir yönde de ilerleyebiliyor. Çocukken sanırım seyrettiğim filmlerde jüri önünde müvekkilini başarıyla savunan avukat sahnelerinden etkilenerek avukat olmayı isterdim. Sonraki yıllarda ilgi alanım daha çok kamu hizmetine döndü. Bunun nedeni birey olarak bu hayatta yaratabildiğim etkiye ve bu etkinin ölçeğine olan takıntım. Kamuda çalıştığınız zaman doğru bir projeyle, politika önerisiyle, yasa ve mevzuat değişimiyle milyonlarca insanın hayatına olumlu yönde dokunabiliyor ve fark yaratabiliyorsunuz. 22 yaşımda üniversiteyi bitirdiğimde değişik ülkelere gitmek istiyordum, farklı kültürler tanımak, çeşitli yerlerde çalışmak. Öyle de yaptım. Sanırım Ankara’da büyümemin ve ailemin de etkisiyle, yapacağım mesleğin toplumun genelini ilgilendiren bir boyutu olmasını önemsemeye hep devam ettim. Biz ülke sevgisini, ülkemize hizmet anlayışını, karşılıksız özveri ve çalışkanlığı anne ve babamızın bize nasihatlarıyla değil yaşam şekilleriyle öğrendik. Dolayısıyla her zaman toplumsal ve sosyal katma değer yaratacağım bir mesleğim olmasını hayal ettiğimi söyleyebilirim.

HARİKA BİR EKİBİM VAR

- Türkiye'nin en büyük holdinginin itibarını siz yönetiyorsunuz. Sürdürülebilirlikten, marka yönetimine; kurumsal iletişimden, dış ilişkilere kadar kapsayıcı bir sorumluluk alanınız var. Günlük rutininiz nasıl, zamanınızı nasıl yönetiyorsunuz, sporla aranız nasıl?

Pek çok kişi gibi ben de iş ile ev yaşamı ve sorumlulukları arasında, günler nasıl geçiyor anlamadan, çok yüksek bir tempoyla yaşayan biriyim. Koç Holding altında onlarca farklı sektörden şirketimiz olduğu için takviminizi ne kadar önceden planlasanız da mutlaka her gün son dakika çıkan bir şeyler oluyor, krizler de yaşanıyor. Allahtan ben hareketli ve yüksek tempolu hayatı seven biriyim. Bu tempoyu ve stresi de soğukkanlılıkla ve panik olmadan yönetiyoruz. Sanırım ilgi alanlarım genelde makro konular olduğu için, anlık gündemleri ve krizleri büyük resmin içerisinde değerlendirerek hak ettiğinden fazla önem vermemeyi başarabiliyorum.

Tabi ki çok şanslı bir hayatım olduğunun farkındayım. Çok severek yaptığım bir işim ve harika bir ekibim var. Günlerim ofisteki çalışmalar, toplantılar, üyesi olduğum derneklerin getirdiği ilave sorumluluklar ve ev arasında geçiyor. Zamanı iyi yönetmeyi çok önemsiyorum. Beni güçlü ve enerjik tutan ve en motive eden şey yaptığım işe, üzerinde çalıştığım projelere olan inancım ve tutkum. Gerçekten inandığım bir şeyi yapıyorsam o enerjiyle “üstesinden gelemeyeceğim bir problem yok” diye düşünürüm ki öyle de olur. Spor yapmayı ve doğada zaman geçirmeyi çok seviyorum, özellikle de yürüyüş hayatımın bir parçası. Hafta sonları ise rutinimde ailem, dostlarım, doğa, kitaplar, güzel müzik ve güzel yemek var.

ORGANİK SEBZE YETİŞTİRMEYE BAŞLADIM

- Pandemi döneminde, herkes evden çalışmak durumunda kaldı, siz bu dönemde ne tür tecrübeler edindiniz, mutfakla aranız nasıl, kuaför saç boyama işlerini ne yaptınız?

Gerçekten hepimiz için farklı tecrübeler yaşadığımız bir dönem oldu. Ben de pandeminin ilk aylarında evden çalıştım. Ne kadar koşturduğumu durunca anladım. Ailemin ve evimin keyfini çıkarttım. Ancak tabi süre uzadıkça ofisi, sosyal ilişkileri, yüz yüze toplantıları özlüyorsunuz, artık ofisteyim.

Ben bu dönemde yeni bir hobi kazandım. Sürdürülebilirlik ve ekolojik yaşama olan ilgimden dolayı uzun süredir organik sebze yetiştirmek istiyordum. Tabi bunda yemeyi ve yedirmeyi çok sevmemin etkisi de var. 4 büyük sebze yatağı yaptım. Evimizin ihtiyacı kadar sebzeyi organik olarak bahçede yetiştireceğiz. Mümkün olduğunca Compost yapmaya da çalışıyorum. Toprakla ve bahçeyle uğraşmak beni inanılmaz rahatlatıyor ve mutlu ediyor.

Saç gibi öz bakım işlerini de herkes gibi evde kendim hallettim. Her şeye alışıyor ve adapte oluyor insan.

- Profesyonel hayatınızda size en yardımı olduğunu düşündüğünüz özelliğiniz ne?

Sade ve yalın bir insanımdır, düşünce sistematiğim de hayatı yaşayış şeklim de öyledir. Kendimle ve çevremle ilgili takıntılarım ve hoşnutsuzluklarım yoktur. Kafamda kuruntular, komplo teorileri, acabalar, keşkeler hiçbir zaman olmadı. “Böyle dedi, acaba bunu mu demek istedi vs.” gibi konular ile kafamı meşgul etmiyorum. Sanırım bu yoğun tempomda beni en kurtaran yönüm, tüm yaşamıma yansıyan bu yalın ve net duruş.

- Ne tür tutkularınız ve hobileriniz var?

Kültür ve sanatın pek çok alanına ilgiliyim. İKSV Yönetim Kurulu Üyesi olmam nedeniyle kültür politikaları da sevdiğim bir alan. Onun dışında az önce saydığım gibi; sporu, doğayı, toprakla uğraşmayı seviyorum. Mimari tasarıma ve kamusal alanların düzenleniş şekline de gençliğimden beri ilgim var.

AYNI ANDA BİRKAÇ KİTAP OKURUM

- Ne tür kitaplar okursunuz, bu dönem başucu kitaplarınız hangileri?

Genelde aynı anda birkaç kitabı paralelde okuyan biriyim. Son olarak elimdeki kitaplardan biri Steve Brusatte’nin Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan “Dinazorların Yükselişi ve Çöküşü” kitabı. 150 milyon yıl bu gezegende yaşayan olağanüstü canlıları ve bir göktaşının dünaya çarpmasıyla başlayan sonlarını okumak insanı sarsıyor. Aynı şey bize de olabilir mi diye düşünüyorsunuz. Bu gezegeni ve bize sağladığı tüm kaynakları, güzellikleri bu kadar hoyrat kullanmaya devam edersek neden olmasın?

Elimdeki bir diğer kitap da ABD’li diplomat Richard Haas’ın “The World: A Brief Introduction” kitabı. Dünyadaki yeni dengeleri kendi perspektifiyle yorumlamış, o da sürükleyici bir kitap.

BARIŞÇIL VE ÖZENLİ BİR DİL

- Nasıl bir Türkiye hayaliniz var?

Bence hepimiz bu hayalimizde ortaklaştık artık. ODTÜ’den mezun olup, kazandığım devlet bursuyla Washington’a okumaya gittiğimde dönüp hizmet etmek için heyecan duyduğum bir ülke hayalim vardı; Adaletin, demokrasinin, fırsat eşitliğinin huzur ve güven veren ikliminde, insanların mutlu olarak yaşadığı bir ülke. Kimsenin birbirini ötekileştirmediği, barışcıl ve özenli bir dil kullandığı, ekonomik ve toplumsal kalkınmayı bir arada gerçekleştirmiş, dünyada söz sahibi bir Türkiye. Bugün de aynı hayali taşıyorum ve bu hayali gerçekleştirmek için bir vatandaş olarak elimden gelen her konuda çalışmaya devam ediyorum.