Osmanlı’nın hadım hafiyesi

“Yeniçeri Ağacı”, 1836’da, Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından on yıl sonra işlenen bir takım cinayetlerin perde arkasını aralıyor.

Yankı Enki

Jason Goodwin, Türkiye’nin tarihiyle yakından ilgili bir araştırmacı. Öyle ilgili ki yıllar önce Avrupa’dan İstanbul’a yaptığı altı aylık yürüyüşü Bir Ucu Altın Boynuz: Değişen Avrupa’da Bir Seyyah başlığıyla kitaplaştırmış. Bir popüler tarih eseri olan Ufukların Efendisi Osmanlılar’da ise araştırmacılığıyla dikkat çekmiş ve daha sonra birikimini polisiye edebiyata olan ilgisiyle harmanlayıp ortaya hadım bir hafiye olan Yaşim’in serüvenlerini anlattığı tarihsel kurgu romanlarını çıkarmış. Bunlardan Türkçede yayımlananlar arasında bulunan Yeniçeri Ağacı ve Yılanlı Sütun, Osmanlı’nın 19. yüzyıldaki panoramasını çizen, İstanbul’un gizemli atmosferini yansıtan, saray ve çevresindeki entrikalara eğilen iki önemli eser.

Yakın zamanda Türkçeye Fethi Aytuna tarafından yeniden çevrilip yayımlanan Yeniçeri Ağacı, özellikle Batı’da “Edgar Ödülü”, yani daha uzun ismiyle Edgar Allan Poe Roman Ödülü’nü kazanmış ve birçok dile çevrilmiş bir roman olarak, Jason Goodwin’in günümüzün önde gelen suç ve gizem yazarları arasında anılmasını sağlamış bir roman. 1950’lerden beri sunulan Edgar Ödülü’nü alan yazarlar arasında Raymond Chandler, John le Carré, Lawrence Block, Ian Rankin ve Stephen King gibi ustaları sayabiliriz ki bu da bize Jason Goodwin’in ve Yeniçeri Ağacı’nın yurtdışında ne kadar dikkat çektiğini gösterebilir.

Elbette Osmanlı tarihini konu eden, kahramanı hadım bir hafiye olan ve Batı’da bu kadar ilgi gören bir eserin Türkiye’de göreceği ilgi kitabın değeri açısından daha belirleyici olacaktır. En azından -yüzyılı aşkın bir zamandır tartışmaktan hiç bıkmadığımız bir mesele olan- Batı’nın Osmanlı’ya yaklaşımını yeniden düşünmek için bir vesile meydana getirecektir.

KONUSUNU İYİ BİLEN BİR TARİHÇİ

Öncelikle Jason Goodwin’in konusunu iyi bilen bir tarihçi olduğunu hatırlamakta fayda var. O yüzden Yeniçeri Ağacı’nın amatör bir ruhla yazılmış, Batı’nın 19. yüzyılda Osmanlı’ya bakarken kendince kurguladığı romantizmi yeniden kurgulayan bir eser olmadığını söylemek gerekiyor. Belli ki Goodwin akademik kariyeri boyunca işin kuramsal, politik, kültürel kısmını kendi yaratıcı yazarlık filtresinden geçirmiş. Tabii bu süreçte, kitabın sonundaki teşekkür yazısında belirttiği üzere çeşitli kişilerden destek almış ama yine de dışarıdan değil, içeriden yazılan bir kitap gibi kaleme almış romanını. Bu nedenle bir saray hayranlığı, hanedan romantizmi, harem idealizmi arayan tarihsel kurgu okurlarına hitap eden bir roman değil; daha ziyade siyasi komploları yorumlayan, bireysel polisiye serüvenler üzerinden dönemin siyasi atmosferini kurgulayan bir gizem romanı Yeniçeri Ağacı.

Goodwin, romanda yeri geldiği zaman Batı’nın 19. yüzyılda Osmanlı’ya nasıl baktığını da eleştirel bir gözle yorumlamaktan kaçınmıyor: “Hıristiyanlar sultanın haremini epey farklı bir gözle görüyordu. Validenin sevdiği Fransız romanlarını okuyarak ufkunu genişleten Yaşim, yavaş yavaş Batılıların bir kural olarak harem hakkında son derece romantik ve hayalî bir resim oluşturduklarını kavramıştı. Onlar için burası bir eli yağda bir eli balda yaşanan bir yerdi…”

“ROMANTİK” VE “GİZEMLİ”

Yazar, saray ve haremden bahsederken romantikleştirmekten kaçındığını özellikle göstermeye çalışıyor ama diğer yandan, İstanbul’u bir gizem merkezi olarak, -19. yüzyıl gizem romanı geleneğine oldukça sadık bir şekilde- kurgularken, Robert Louis Stevenson’ın ya da Arthur Conan Doyle’un eserlerinde görebileceğimiz tekinsiz, labirentvâri şehir atmosferini yansıtan yorumlarda bulunuyor: “İnsan ne kadar uzun yaşarsa yaşasın, bu şehri ne kadar iyi tanıdığını düşünürse düşünsün, daima öğreneceği bir şey çıkıyordu. Bazen İstanbul’u, o girilmesi imkânsız dar sokakları gibi sürekli değişen, girift ve şifrelerden oluşan dev bir kütle gibi düşünüyordu. Babadan oğula geçen işaretlerin haykırıldığı, özel dillerin konuşulduğu, üstü örtülü hareketlerin yapıldığı bir dünyaydı burası.”

İstanbul’u bu şekilde kurguladıktan sonra aynı gizemci yaklaşımı tekrar hareme uyarlıyor Goodwin: “…haremde tehlike yaratan neydi diye sordu… Avluya açılan, İstanbul’un kendisi kadar eski ve dar odalarla daireleri düşündü. Şaşılacak köşelerden ve bölünmüş boşluklardan ortaya çıkarılmış daracık dönemeçler, birdenbire insanın karşısına çıkan kapılar arkalarında birer mücevheri andıran küçücük odaları gizliyordu. Tıpkı şehir gibi bunlar da yüzyıllar içinde büyümüştü.” Böylece, ilk başta Batı’nın hareme nasıl baktığına dair yaptığı eleştiriyi çevirip “romantik” ve “gizemli” İstanbul arasında bir ayrım yapmış oluyor yazar. Bize, yerli polisiye edebiyatımızda görebileceğimiz türden bir İstanbul gizemi öyküsü anlatıyor. Dışarıdan, bir seyyah gözüyle değil, içeriden ama yadırgatıcı bir bakış öneriyor ki az önce adını andığımız Stevenson ve Doyle gibi yazarlar da kendi dönemlerinin atmosferini yerli okurlarına böyle anlatıyordu eserlerinde.

Elbette bu gizemcilik, ne olursa olsun orada yaşamayan okurun gözünde romantik, çekici bir atmosfer yaratıyor. Burada önemli olan, yerli ve yabancı arasındaki sınırın ortadan kalkması değil, tam tersine, edebiyatın yadırgatıcı tarafının sunulması ve polisiye ya da gizem/suç edebiyatı bu işlevi yürütmek için oldukça elverişli bir alan.

KLASİK POLİSİYEDEN FARKLI

Bu bakış açılarını görmemize vesile olan Yeniçeri Ağacı, 1836’da, Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından on yıl sonra işlenen bir takım cinayetlerin perde arkasını aralıyor. Osmanlı tarihinin dönüm noktalarından biri olan ve “Vaka-i Hayriye” olarak bildiğimiz olayın ertesinde kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’ye mensup kişilerin öldürülmesinin ardında bir Yeniçeri komplosu olup olmadığını sorgulayan hadım kahramanımız Yaşim, tam anlamıyla polisiye romanlarda gördüğümüz hafiye tiplerinden biri değil, ama Goodwin’in özgün bir karakter yaratmakta başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Burada cinayetlerin aydınlatılması, klasik “katil kim?” romanlarından farklı bir şekilde işleniyor. Yaşim, sürekli daha detaya inen, en küçük kanıtlardan ve gözlemlerden hareketle vakayı aydınlatan dedektifler gibi değil, daha çok büyük resmi görmeye çalışan meraklı ama vakur bir maceracı gibi davranarak çözümlüyor gizemli olayları. En sonunda karşısına çıkan o “büyük resim”, bize katilin kim olduğunu öğrenmenin verdiği zevki yaşatan polisiye romanların aksine, siyasi bir komplonun adım adım ortaya serilmesinin heyecanını yaşatıyor.

Bir polisiyeden bahsederken asla final perdesine dair bir işaret verilmez ama en azından bu romanı bugünlerde okumanın ayrı bir önemi olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasının ve Osmanlı’da yeni bir ordunun kurulmasının ardından meydana gelen olayların gizeminin siyasi entrikalar eşliğinde anlatılması, şimdilik yeterli bir ipucu olacaktır.

Yeniçeri Ağacı / Jason Goodwin / Çeviren: Fethi Aytuna / Pegasus Yayınları / 376 s.

yankienki@yahoo.com