Oscar’lı Asghar Farhadi: Her trajedide ahlaki çelişki gizli

Gelenekler ve modernizm arasında sıkışan orta sınıf bireyin açmazları onun kalemi. Özellikle “Kriz anında değişen ve ahlaki çıkmazda debelenen erkek karakterler yazmak bana ilginç geliyor” diyor. Zaten daha yazarken filmi nasıl çekeceğini biliyormuş, öyle diyor.

Esin Küçüktepepınar

İranlı sinemacı Asghar Farhadi bu hafta vizyonumuza giren “Satıcı” ile Oscar’a aday. “Ayrılık”la kazandığı Oscar’ları ikiler mi bilinmez. Zaten o da, ‘Önemli olan film çok seyirciye ulaşsın” diyor. Yönetmenle en iyi senaryo ve aktör ödülüyle baştacı edildiği Cannes’daki bir yuvarlak masa söyleşisinde buluştuk ve “Satıcı”yı konuştuk.

- Bir dönemin iflasının sıradan insanlar üzerindeki ezici baskısını anlatan ünlü tiyatro oyunu “Satıcı’nın Ölümü”nü seçmenizde özel bir neden var mı?

Arthur Miller’a hayranım. Çünkü evrensel bir yazar ve “Satıcı”daki hepimizin meseleleri. Neden Amerikalı bir oyun yazarını tercih ettiğimi soranlar da oluyor ama bence evrensel olduğu için kıymetli.

- Filmin başında evli çifti yıkılmakta olan bir binadan kurtulmaya çalışırken izliyoruz. Yıkılmakta olan değerler metaforu bir yana, neden insanlar evsiz, neden bu çöküş?

Miller’ın oyununun başında da New York’un değişen yüzü yani modernleşmenin yıkıcı yansımaları vardır. İnsanlar çok çabuk gerçekleşen değişimlere kolay uyum sağlayamazlar. İran’da olan da buna benziyor, insanlar modernizm istiyor ama aceleci ve mantıksız bir şekilde, sindirmeden benimsiyorlar.

- Öykünün merkezinde modern, orta sınıftan, tiyatro oyunculuğuyla da uğraşan evli bir çift var. Gelgelelim beklenmedik bir suçla dengeleri bozuluyor, iyi kocanın öfkesi hayırlara vesile olmuyor...

Aynen! Medeni adamların daha bağışlayıcı olmasını beklersiniz. Öğretmen veya tiyatro oyuncusu olmasaydı belki zalim olması şaşırtmazdı ama kocanın da ilkel davranmasına şaşırıyoruz. İşte, hayat bizi gündelik sınavlardan geçiriyor. Hele ki böyle bir suçla evinizin mahremine girildiğinde olayın boyutu değişiyor. Sahnede gayet medeni, açık fikirli ve hoşgörülü olan insanlar gerçek hayatta gayet ilkel yönlere sapabiliyor. Kriz anında sıkışan iyi adamları anlatmayı ilginç buluyorum.

- Erkek mağdur karısına da kötü davranıyor, değil mi?

Evet, çünkü kendi fikirleriyle değil etrafındakilerin düşünceleriyle hareket ediyor ve bu nedenle herkese kötü davranıyor. Sınıfındaki cep telefonundan fotoğraf çeken öğrenciden eski kiracıya uzanıyor çünkü etki altında kalıyor. Geleneklerle modernizm arasında sıkışmak böyle bir şey işte, komşunun bakış açısından etkileniyorsunuz ve bu da sizi şiddete yöneltiyor.

- Kadının sessizliğini nasıl yorumlayalım?

Kadın sessiz çünkü saldırıya uğramış, bunu evinin mahremiyetinde yaşaması daha feci. Sessiz ama pasif değil bence. Yaralı ama dik duruyor.

- Bağışlayıcı ve insani bir seviyede yaşamanın zorluklarından bahsediyorsunuz, ama neden hep merhamet gösteren ve affeden kadın oluyor?

İlla kadın bağışlasın diye bir durum yok. İkisi de aynı sorunlar ve sorularla karşılaşıyorlar ama erkek daha gelenekselci. Şiddetin bir kısmı geleneklere uzanıyor, bir kısmı da hızlı gelen modernizme. Her trajedinin ortasında da ahlaki bir çelişki gizli.

- Senaristliğiniz yönetmenliğinizi yönlendiriyor diyebilir miyiz, bunu bir iltifat olarak alırsanız?

Tamamıyla doğru! Çünkü yazarken nasıl yöneteceğimi de biliyor ve görüyorum. Gerisi sette çözülüyor. Bunun yönetmenliğimi kısıtladığını da düşünmüyorum.

- Türkiye’ye sık geldiğinizi ve Nuri Bilge Ceylan’ın dostu olduğunuzu biliyoruz. Aranızdaki dayanışma ne durumda?

Çok yakın arkadaşım olduğunu söylemekten gurur duyuyorum ve her yerde söylüyorum. Sinemasına hayranım, bence günümüzün yaşayan en önemli yönetmenlerinden birisi. Öyle sürekli bir fikir alışverişi yok aramızda. Ama dayanışma her zaman var. Görüşleri benim için çok önemli.