Ortaya Konuşma Kaçamağı...
cumhuriyet.com.trGazetede bir başlık: ‘Beyler,kendinize geliniz!’
Kedi, ciğeri kapmak için her yolu deniyor. Kural, yasa dinlemiyor. Engellere pençe atıyor, tırnaklıyor, tüm gücüyle saldırıyor. Ciğerden yana olanlar, onun birinci derece düşmanı. Onlar da nasibini alıyor.
Gazete başlığı kimi gösteriyor? Ciğere saldıranı mı, ciğeri koruyanı mı? Siz, ikisini eşit mi görüyorsunuz?
Konuşmanın, yazının iki yanı bulunur; konuşan ve dinleyen.
Ortaya konuşma, ıssız dağ başında kendi kendine konuşmaya benzemiyor mu? Bakıyorsunuz, koca koca adamların ne dedikleri, kimi kastettikleri seçilemiyor.
Ortaya konuşma, bir konuşma kirliliğidir. Bir yazının, bir konuşmanın ilk temel niteliği açık, anlaşılır olmasıdır.
Konfüçyüs’e sorarlar, “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsanız, işe nereden başlarsınız?” Büyük düşünür,’ “Dilden”der.
“dil, kusurlu olursa anlaşma olmaz’ diye sürdürür sözünü. Oysa bizimkiler, dili hep küçümsemişlerdir. Atatürk’ün, İnönü’nün Türkçemize katkıları örnek alınmalı. TDK’nin canına okudular, işlevsiz kıldılar. Böylesi, birilerinin işine mi yarıyor? İşte gelinen yer.
Geçenlerde bir parti ileri geleni Meclis’te almış eline bir vuvuzela çalıyor.
Duyulan sadece gürültü. Sözcü ardından, “Başbakanımızın söyledikleri işte bunun aynısı.” dedi …
“Elinizi taşın altına koyun.”
Kim? Kimler?Herkes mi?
“Dini kullananlar var.”
‘Onun adı yok mu?
12 Mart 1971’de TSK’nin muhtırası TRT’de okundu. Tam anlamıyla ortaya konuşma kaçamağıydı. Önce üstüne alan olmadı. Geç de olsa Süleyman Demirel şapkasını alıp sessizce uzaklaştı. Büyük gürültü ana muhalefet partisi genel sekreterinden Ecevit’ten geldi. Ona göre, “Muhtıra,muhalefete verilmişti”.Olamazdı. Ana muhalefete verilmiş muhtıranın, dünyada bir başka örneği yoktu. Bülent Ecevit öyle algılamış, görevi çoktan bırakmıştı.
Ortaya konuşmanın kaynağı mı? Korku. Ne şiş yansın, ne kebap. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit. Ya, gelin işitme özürlüyse… Kimseleri kırmamak, üzmemek. En acısı, bir konuşmayı vuvuzelanın sesiyle eş tutmak…