Ortaçağ geleneği: Halk insan değildi

Eskiden ağaların savaşları talan içindi, şimdiki savaşları toprak için, nüfuz için.

cumhuriyet.com.tr

- Çeltikçiler doymazlar. Bu Savrun suyu ne kadar bir çeltik sahasını sular, hesaplamazlar. Su, ekilen sahalara yetmez. Yetmeyince de başlar kavgalar. Su çalmalar. Su için silâhlı çatışmalar, cinayetler. Çeltiğin susuz kalması, ölmesi demektir. İyi sulanmış çeltik bire yüz, bire yüz yirmi verir. Bu bir ölüm kalım savaşıdır. Savrun suyunun her damlası bir damla altınken geliyor kaymakam, bu sudan iki ark daha çıkarıyor, satıyor.

Size şimdi azıcık Çukurova Ağalarından söz açayım da sonra gene asıl konumuza geçeriz. Çukurova Ağalarının Kadirli kolu...

Bunların çoğu eski oba beylerinin ağalarının soylarından gelmedirler. Bir kaçı da Türkmen ulemasından. Türkmenin okur yazar kısmı. Bir de son yıllarda türlü sebeplerle toprak sahibi olmuş kişiler.

Türkmen ağalarından beylerinden gelenler epeyce okumuşlardır. Türkmen yerleşince, kasaba olunca bu ağalar ikiye, üçe ayrılmışlar, savaşmışlardır. Eskiden savaşları talan içindi. Şimdiki savaşları toprak için, nüfuz içindir. Bir de çeltik vardır ki, su, ark; toprak; bunları biribirine düşürür. İlk zamanlar 1920 sıraları bunlar o kadar güçlü, o kadar zengin değildiler.

Kozanoğlu isyanından sonra burunları azıcık kırılmıştı. 1923‘ten sonradır ki bunlar canlanmaya başladılar. 1925‘ten sonra dağlara eşkiya çıkarmaya başladılar. 1930‘da öyle hale geldi ki Toroslar, Ağa eşkiyalarından geçilmez oldu. 1933‘te Nazmi Sevgen kumandasında bir birlik gelip eşkiyaları ortadan kaldırdı. Ağaları da Diyarbakır’a sürdü.

GÜÇLENEREK GELDİLER

Ağalar Diyarbakır sürgününde birkaç ay kaldıktan sonra geri döndüler. Geri döndüler ama, iyice de güçlenmeğe başladılar.

Oldum olası, Osmanlı devrinden bu yana bu ağalar ikiye, üçe ayrıldılar. Kasabaya gelen memur, Kaymakam, Jandarma Kumandanı, Mal Müdürü bir yandan bir yanı tutmak zorundaydı. Bütün ağaların suyuna gitmek zorundaydı.

Hükümete işi düşen halk, önüne Ağa katmadan dairelere gidemezdi. Gitse de işini gören olmazdı. Bu bir Ortaçağ geleneğiydi. Halk insan değildi. Konuşmasını bilmezdi. Gelen memur bunlara dayanmak, bunların faydalarınca gitmek zorundaydı. Yoksa iki gün bile dayanamazdı. Gelen memur bir yanı tutup da bir yanı tutmadı mı, yandı. Öbür taraf onu hemen, allem eder; kallem eder attırırdı.

İYİ BİLİYORUM...

İyi biliyorum, 15 yılda otuzyedi kaymakamın Kadirli’den gidişinin sebeplerini iyi biliyorum. Çoğunun içinde bulundum.

1 Halkın faydasıyla birlik olup, Ağalara karşı koyanlar.. Bunlar çok genç adamlar.. İki üç gün içinde Ağalar onları toz ediverirler. O fıkaralar da neye uğradıklarını bilemeden geldikleri gibi apar topar giderler.. Yıllar geçtikten, tecrübe sahibi olduktan sonradır ki, neye uğradıklarını; başlarına neyin geldiğini anlayabilirler ancak.

2 Gelen yeni Kaymakamı kasabanın ağalarının bir bölüğü tavlar. Nasıl tavlarlar, bunun da türlü yolları vardır. Bu sefer öteki bölük o Kaymakama düşman olur. Başlar hakkında uğraşmağa... O da çok yaşamaz, çeker gider.

3 Gelen yeni kaymakam feleğin çemberinden geçmiştir. Ağaların büyük güç olduğunu bilir. Bütün ağaların faydasına çalışır. Bu sefer de halk sızlanmağa başlar. Halk sızlanmağa başlar ama, kim dinler. Binde bir dinlerlerse halkı, o kaymakam da gider...

4 Bir de kaymakamlar Kadirlide çeltik kurbanı olmuşlardır. Bazıları çeltikçilerle ortak olurlar. Para vururlar. Çeltik yüzünden bazan hepsiyle dost olanları olmuştur. Bazıları gene bir tarafın faydasına çalışıp, bir tarafın zararına... Gene uçar kaymakam...

MEMET CAN’IN MACERASI

İşte on beş yılda otuz yedi kaymakam... Şimdi gelelim Memet Canın macerasına... Kış basıyor.. Ortalık çamur deryası... Bir de İstanbulda Kadirliyi Güzelleştirme Derneği var. Kaymakam, düşünüyor ki, bu dernekten faydalanılabilir.

Derneği Kadirliye taşıtıyor. Derneğin elinde hemen hemen hiç para yok. Belediyeyse tamtakır. Bütçesi altı yedi bin lira kadar bir şey... Sormadım, belki daha fazla, daha az... Her neyse bu parayla hiç bir şey yapılamaz. Bu derneğe para yolu bulmalı. Ama nasıl, nereden? Burada bir Savrun çayı var.. Bu çayın suyu altından da değerli...

Çayın sulariyle çeltik ekilir. Eskiden beri burada, Savrundan su almak için arklar yapılmış... Bu arkların sahipleri var... Yani suyun mülkiyetine bir çeşit sahip çıkma... Bu arklardan birisinin sahibi her yıl arkını altmış, yetmiş bin liraya kiralar... İşte bu arklar içinde Belediyenin de zamanında çıkarılmış iki arkı var. Kaymakam düşünüyor ki, bu arklarda iş var. Bu arkları ihya edip satmalı... Arkları ihya edip açık arttırmayla satılığa çıkarıyor seninkisi...

Sanırsam çeltikçilerden birisi bir arkı altmış bine kiraya alıyor. Bir anda altmış bin lira... Derken ötekini de satıyor... Hikâye uzun, bu su işi çok önemli bir iş... Yazın, Savrunun suyu azaldığından bir damla su bir kan değerindedir.. Çeltikçiler doymazlar. Bu Savrun suyu ne kadar bir çeltik sahasını sular, hesaplamazlar. Su, ekilen sahalara yetmez. Yetmeyince de başlar kavgalar... Su çalmalar... Su için silâhlı çatışmalar, cinayetler... Çeltiğin susuz kalması, ölmesi demektir. İyi sulanmış çeltik bire yüz, bire yüz yirmi verir. Halbuki suyunu alamamış çeltik bire otuzdan yukarı çıkamaz. Bu bir ölüm kalım savaşıdır.

KAYMAKAMIN SUÇU!

İşte durum böyleyken, Savrun suyunun her damlası bir damla altınken geliyor kaymakam, bu sudan iki ark daha çıkarıyor, satıyor.

İki ark çıkınca suları azalan, iki arklık suları azalan ark sahipleri kızıyorlar. İki saha çeltik daha ekleniyor çeltiklere, buna da kızıyorlar. Belediye arklarını açık arttırmayla alan çeltikçinin düşmanları da, arkları o adamlar aldı diye kızıyorlar... Şimdi, bir Kaymakam, Ağaların aracılığını ortadan kaldırıyor. Bu, büyük bir suçtur.

Gerçekten, bir Kaymakam bu büyük suçu nasıl işler, ben kendi hesabıma buna şaşıyorum. Bence bu Kaymakam salt yürek... İkinci suça gelince, Belediye arklarını onarıp, iki arklık sularını ellerinden alıyor. Bir de satıyor. Bu da olacak iş mi? Şimdi dedikodular... Dedikodu makinasının işlemesi gerek... Kaymakam hakkında Ankaraya teller çekmek gerek... Ağalar adamlar tutup, her gün, tel üstüne tel çektirmeğe başlıyorlar Ankaraya... Ben arzuhalciydim, eskiden... İnsan hali, ben de arzuhalciyken bir Kaymakam, rüşvetçi bir kaymakam için arzuhaller yazmıştım. Öyle dokunaklı yazmıştım ki...

Duyduğuma göre, on dört yıl önce yazdığım bu arzuhalin kopyesi ellerindeymiş, işte bu arzuhali adapte ederek Kaymakam için çekmişler. Dostlarım söylediler, bu işde senin de suçun var, dediler. Arzuhalin az daha başımıza işler açıyordu.

İNANMIŞ İNSAN BAŞARIR

Memet Candan özür dilerim, bunca yıl sonra gerçekten kötü bir Kaymakam için yazdığım arzuhalin kendisi için kullanılacağını ne bilirdim? Bir de Memet Can gibi bir Kaymakamın, bu çağda kasabama Kaymakam olacağını ne bilirdim..

Elime geçirirsem, bu arzuhalimi İçişleri Bakanlığı ilgililerine göndereceğim. Bir daha böyle bir arzuhal alırlarsa makbul saymasınlar. Eline azıcık para geçirdi mi, Kaymakam başlıyor işe.. Gün geçirip vakit vermeden zamana... Hemen işe sarılıyor... Bir elin nesi olur ki...“Kaba ağacın gürlemesi dal ilen” derler.

Bizim Kaymakam da kasabada, kasabanın gerçekten güzelleşmesini istiyen iyi insanlarla birleşiyor. Bir de öğretmenler, memurlar, köylüler, Kaymakamı bir iyice tutuyorlar. Sen doğru çalış, eğri bulur belâsını... Kasabanın aydınları, köylüler, tüm iyiler birleşip kolları sıvıyorlar. Engel ne kadar büyük olursa olsun... İnanmış insan, iyi iş yapmağa yönelmiş insan başarır...

Diğer Haberler