Ormanlarımızın başına gelenlerden kimler sorumlu
Bilindiği gibi “devlet ormanı” sayılan alanların devlet tarafından korunması, geliştirilmesi ve değerlendirilmesi ile ülkemizdeki tüm “orman” sayılan alanların devlet tarafından gözetilmesi 1982 Anayasasında bile yer verilmiş bir ilkedir.
cumhuriyet.com.trOrman Genel Müdürlüğü (OGM) ise ağırlıkla yaklaşık 2 milyon YTL’lik parasal kaynağı kullanarak, yarısı kamu görevlisi olmak üzere 33 bin kişiyi işlendirerek ülke yüzeyinin dörtte birinden daha geniş kısmını oluşturan “orman” sayılan alanları bu ilkeler doğrultusunda yönetmesi gereken döner sermayeli ve “kamu tüzel kişiliğine haiz özel bütçeli bir kuruluştur.” Öte yandan, yine bilindiği gibi, ülkemizde her türden kamu kurum ve kuruluşu, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu uyarınca beş yıllık “stratejik plan” ve bu plan doğrultusundaki gerçekleşmeleri içeren yıllık “Faaliyet Raporları” hazırlamaktadır. OGM’nin 2007 yılı “Faaliyet Raporu”nda ise kuruluşun “Zayıf Yanları” şöylece sıralanmaktadır:
■ Orman kadastrosunun ve mülkiyet sorunların›n çözülememiş olması,
■ Ormancılık yönetiminde birimler arasında yeterli entegrasyonun sağlanamaması,
■ Ormancılık sektöründe verimliliğin düşlük olması,
■ Mevzuatın sık sık değiştirilmesi nedeniyle yasalardaki bütünlüğün kaybolmuş olması,
■ Yönetim anlayışının geleneksel olarak merkezi ve talimat odaklı olması,
■ Odun dışı ürün ve hizmetlerin yeterince değerlendirilememesi,
■ Koruma ve yangınla mücadelenin ekonomik olmaması,
■ İdare ile ilgi grupları arasında işbirliğinin yetersizliği,
■ GIS, veri tabanı ve orman bilgi sisteminin kurulamamış olması,
■ Kurumsal yapılanmada stabilitenin sağlanamaması,
■ Tanıtım eksikliği, ortak paradigmanın oluşturulmamış olması,
■ Personel politikaları, muhafaza memurları sayısının yetersizliği, uzman personel eksikliği,
■ Çalışanların ücret yetersizliği ve diğer kuruluşlara göre ücret dengesizliğinin olması,
■ Çoğunlukla ücra ve mahrumiyet bölgelerinde çalışılmak zorunda olunması,
■ Politik ve sosyal baskıların yoğunluğu, liyakat ve kıdeme dayalı atama mekanizmalarının olmaması.
Aynı belgede, OGM’nin etkinlikleriyle ilgili “Tehditler” de açıklanmıştır. Belgeye göre;
■ Erozyonun geniş alanlara yayılmış olması nedeniyle bozuk ormanların rehabilitasyonunda yaşanan güçlükler,
■ Orman köylerinde gelir ve eğitim düzeyinin düşlük olması,
■ Özel ağaçlandırmalar ve endüstriyel ağaçlandırmalara yeterli destek ve teşvikin verilememesi sonucu doğal ormanlar üzerinde oluşan üretim baskısı,
■ Kamu yararı adı altında ormanlardan yapılan yasal tahsislerin artması,
■ Zaman zaman gündeme gelen ormanların özelleştirilmesi girişimleri,
■ İlgi grupları arasında orman ve ormancılıkla ilgili ortak bir paradigmanın oluşturulamamış olması,
■ Arazi kullanımındaki yasal belirsizlikler,
■ İklim Değişikliği, hava kirliliği ve sanayi atıkları,
■ Genetik kirlilik,
■ İş gücü ve üretim maliyetlerinin artması.
Öte yandan, anılan belgede bir de “Türkiye’de orman ünitelerinde birden fazla yönetim unsuru vardır, bu nedenle ünitelerde birden fazla plan ortaya çıkmaktadır. Bu durum, orman fonksiyonların bütünsel anlamda ele almayı zorlaştırmaktadır. Hatta, plan üniteleri farklı bazlara oturmakta, farklı prensipler ışığında hazırlanmaktadır. Bu durum, ormancılıkta bütünsel yaklaşımı zorlaştırmakta ve parçalı yönetime neden olmaktadır.” saptaması yapılmaktadır. Ek olarak, son yılların en büyük orman yangınlarından birisinin yaşandığı Antalya Orman Bölge Müdürlüğü’nün 2007 yılı “Faaliyet Raporu”nda ise;
■ Ormanların korunması yangınla mücadele ve üretim ağaçlandırma ve orman bakımı işlerinde istihdam edilen Orman Muhafaza Memuru kadromuz çok yetersiz hale gelmiştir. Bölge Müdürlüğümüzde olması gereken Orman Muhafaza Memuru sayısı 350 dir. Buna karşılık 177 memurla bu hizmet görülmeye çalışılmaktadır. Şu anda orman muhafaza memuruna acil ihtiyaç vardır.
■ Bazı işletme müdürlüklerimizdeki yetişmiş ve kalifiye personel sayısı tayin ve emeklilik işlemleri sonucu yeni memur alınmadığından çok azalmıştır. İhtiyaçların giderilmesi amacıyla bürolarda mevsimlik işçi çalıştırılmakta bu nedenle işlerin düzenli yürümesi aksamakta ve maliyet artmaktadır. Mevcut personel durumu dikkate alınarak standart personel sayısı tespit edilmeli ve en kısa zamanda yeterli memur ataması yapılmalıdır.” vb saptamalara, daha doğru bir söyleyişle “uyarılara” yahut “isteklere” yer verilmiştir. Öyle ki, bu türden saptamalar, uyarılar, istekler anılan kuruluşların 2006 yılı için hazırlanan “Faaliyet Raporu”nda da ileri sürülmüştür. Bu belgelerin “Önsöz” yazılarını yazdıklarına bakılırsa Çevre ve Orman Bakanı Veysel EROĞLU ile Orman Genel Müdürü Osman Kahveci de bu saptamaların gerçek olduğunu kabul etmektedir. Doğal olarak bu son derece “gerçekçi” saptamalar, uyarı ve istekler karşısında; <<- Peki, bu olumsuzlukların yaşanmasının, daha da önemlisi, aşılmamasının ya da aşılamamasının sorumluları kimlerdir?>> sorusu akla gelmektedir. Gerçekten de, bu koşullarda;
■ Orman yangınlarının ve zararlarının en aza indirilebilmesinin iklim ve arazi koşullarına bağlı olmaktan kurtarılamaması,
■ “orman” sayılan alanların, her yönüyle rastgele sayılabilecek bir düzen içinde ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilebilmesi,
■ Ormancılık uygulamalarının çoğu durumda “teknik orman yıkımlarına” yol açması, ender yapısal özelliklere sahip orman ekosistemlerinin, deyim yerindeyse “biyolojik çöle” dönüştürülmesinin önlenememesi,
vb daha bir çok olumsuzluğun yaşanmasının gerçek sorumluları kimlerdir? Sözgelimi;
■ OGM’de bir tek kişinin her türlü kararı gönlünce alabilmesine ve kendince gerekli gördüğü iş ve işlemleri “ben yaptım oldu” anlayışıyla yapabilmesine karşın, dolaylı ya da doğrudan sorumlusu olduğu yıkımların yanına kâr kalabildiği bir ormancılık yönetim düzenin sürdürülmesi ve/veya
■ Ülkemizdeki orman ve ormancılık koşullarının gerektirdiği nitelikte “ormancı” teknik personelin yetiştirilememesi, rastlantısal olarak yetiştirilebilmişlerin de gerektiğince işlendirilmemesi, işsiz orman mühendisi sayısı giderek artarken onbeşbin dolayında kadronun boş tutulması olabilir mi?
Belki. Ancak, artık bu temel soruların yanıtlanmasına yönelik çabalara gerektiğince girilmesi gerekiyor. Girilmediğinde, açıktır ki, ormanlarımızın yanması yıkılması karşısında ağlaşmanın da bir anlamı kalmıyor, yararı olmuyor. OGM’nin kendi birimlerince hazırlanmış belgelerde yukarıda örneklenen türden yaşamsal önemde olumsuzlukların bile nedenleri gerektiğince sorgulanmıyor, sorumlularından, deyiş yerindeyse, “hesap sorulmuyorsa” eğer, ağlaşmanın nasıl yararı olabilir ki !..
Oysa ben, bir süredir, ülkemizde “orman” sayılan alanların başına ne denli çeşitli çorapların nasıl örüldüğünün artık kavranmaya başladığını sanıyordum. Dahası, bu sürecin, önünde sonunda ormancılığımız ve dolayısıyla ormanlarımızdaki yıkımların önlenebilmesine yönelik gerçekçi önlemlerin alabilineceğini umuyordum. Ancak, en son Antalya’da bu yıl da çıkan “büyük” orman yangının söndürülmesi sırasında ve sonrasında kamuoyunda yapılan tartışmalar bu sanımın ne denli yanlış, umudumun da en azından şimdilik ne denli temelsiz olduğunu tüm boyutlarıyla ortaya koymaya yetti. Yurttaşlarımızın çoğunluğu ormanları seviyor ve bu nedenle de yanmasın yakılmasın; gerektiğince yapılamayan ormancılık uygulamalarıyla yapıları bozulmasın; turizm ve madencilik yatırımlarıyla yıkılmasın istiyor; bu çok açık. Ne var ki, bu sevgisinin bilince dönüşmesi için gerekli çabalara yeterince girmiyor. Çünkü, ormancılığımızda olup bitenlerle hiç mi hiç ilgilenmiyor, dolayısıyla “ormancılığımızdaki yangını” bir türlü göremiyor, “neden” ve “nasıl” sorularını hiç sormuyor. Sormadığı için de tepkilerini, çoğunlukla iş işten geçtikten sonra gösterebiliyor. Bu nedenle, son zamanlarda sıkça <<- Acaba…>> diyorum; <<- Yoksa ormancılığımızda ve dolayısıyla da ormanlarımızda yaşanan olumsuzlukların sorumluları arasında bizler de var mıyız? >>
Toprağı bol olsun, nasıl söylüyordu felsefeci Nermi UYGUR;
<< Teknikte her yapılabileni yapmaya kalkışmak;
\tdelilik,
\taptallık,
\tsaygısızlık,
\tsevgisizlik,
\tcinayet.
Teknik alanında;
\tyaptığın için,
\tyapmadığın için,
\tgereği gibi yapmaktan kaçındığın için,
\tyapar görünüp yapmadığın için
alçakça sorumlusun hep.>>
Ne dersiniz; var mıyız?
( Yücel Çağlar, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Üyesi)