Orhan Veli’yi yaşamak! Ataol Behramoğlu'nun yazısı...
“Orhan Veli şiirini onlarla ilk karşılaştığım liseli yıllarımdan bu günlere yaşamayı sürdürüyorum… Beni ilk, çarpan şiiri, pek çok Orhan Veli okurunun, hem şairin yaşadığı yıllarda hem sonrasında ve bugün belki de farkında bile olmadıkları “Oaristys” adlı olanıdır… Orhan Veli’den bildik anlamıyla bir “aşk şairi” belki çıkaramayız… Fakat ilk şiiri gibi, ölümünden sonra 1951’de yayınlanan büyük olasılıkla son şiiri “Aşk Resmigeçiti”nin de aşk üzerine oluşu ilginç bir rastlantı değil mi?... Orhan Veli’nin şiirlerinde şairin yaşamının her döneminde “yaşama sevinci”, “özgürlük” temaları ön sıradadır. Bu sevinci gölgeleyen, savaş, yoksulluk, adaletsizlik temaları da onlara eşlik etmektedir.”
Ataol BehramoğluBir şair öncelikle bir dil dünyasıdır. O dilin içine girer çıkar, o dilin sözcükleriyle yıkanır, sesleriyle söyleşir, kavramlarıyla düşünür tartışır duygulanırsınız. En önce, hepsinden önce, her şeyden önce gelen dildir, dilin kendisidir. Bu ise, şairin söylediklerinden önce, onları nasıl söylediğinin gelmesi demektir. Çünkü şairin iç sesi,kişiliği, onu o şair yapan şey, söylediklerinin ne olduğundan da daha çok, onları nasıl söylediğindedir.
Konular, temalar aslında geneldir ve sınırlıdır. Yaşam, ölüm, aşk, özlem, keder, savaş, barış, yalnızlık, ayrılık, mutluluk, mutsuzluk; bütün bunlara ilişkin sayısız ayrıntı… Şairin, bunlardan hangilerini şiirinin konusu, teması yaptığı belirleyicidir kuşkusuz… Fakat şiirin gizemi, şairin onları söyleyişinde, onları nasıl söylediğindedir… Şairi (şiirlerini) yaşamak ise; konulardan, temalardan önce, asıl bu özgünlüğü duyumsayabilmektir…
ÂŞIKANE ‘OARISTYS’…
Orhan Veli şiirini onlarla ilk karşılaştığım liseli yıllarımdan bu günlere yaşamayı sürdürüyorum… Beni ilk, çarpan şiiri, pek çok Orhan Veli okurunun, hem şairin yaşadığı yıllarda hem sonrasında ve bugün belki de farkında bile olmadıkları “Oaristys” adlı olanıdır…
Ne demek “oaristys”? Bugün de ilk okuyuşumdaki gibi aynı duygulukla sevdiğim şiirin adının ne anlama geldiğini o günlerde çok da merak mı etmedim, yoksa arayıp bulamadım mı, şimdi anımsamıyorum… Çok sonra, eski Yunancadan ve edebiyatından Fransızcaya ve edebiyatına girmiş bu edebiyat teriminin “âşıkane bir söyleşi, iç dökme, içli-üzünçlü şiir” anlamına geldiğini öğrenecektim…
1936’da Varlık Dergisinde, demek ki şair 24 yaşındayken yayınlanmış bu şiiri, zihnimdeki ve gönlümdeki yerini koruyagelmiştir…
“Ey hâtırası içimde yemin kadar büyük
Ey bahçesinin hoş günlere açık kapısı
Hâlâ rüyalarıma giren ilk göz ağrısı,
Çocuk alınlarda duyulan sıcak öpücük
Ey sevgi dalımda ilk çiçek açan tomurcuk,
Kanımın akışını yenileştiren damar,
Gül rengi ışıkları sevda dolu akşamlar
İçime yeni bir fecir gibi doğan çocuk.
(…)
Ah! Birçok şeyler hatırlatan erik ağacı
Ve o ilk yolculukla başlayan hasret, zindan;
Atları çıngıraklı arabanın ardından
Beyaz, keten mendilimde sallanan ilk acı.”
Orhan Veli’den bildik anlamıyla bir “aşk şairi” belki çıkaramayız… Fakat yukarıdaki ilk şiiri gibi, ölümünden sonra 1951’de yayınlanan büyük olasılıkla son şiiri “Aşk Resmigeçiti”nin de aşk üzerine oluşu ilginç bir rastlantı değil mi?...
‘ESKİ BİÇİMLİ ŞİİRLERİ’
“Oaristys” genç şairin Mehmet Ali Sel takma adını kullanarak dergilerde yayınladığı, ölümünden sonraki yayınlarda “eski biçimli şiirleri” başlığı altında toplu şiirleri arasında yer alan şiirlerinin ilkidir.
Bu şiirlere “eski biçimli” denilmesi, “Garip”te ve sonrasındaki şiirlerden farklı olarak ölçülü-uyaklı yazılmış şiirler olmaları nedeniyledir. Yoksa, ölçü ve uyak , neden eski biçim unsurları sayılsın?
Kaldı ki Orhan Veli’nin sonraki şiirlerinde de, bilinen kalıplarıyla olmasa da, ölçü ve uyak unsurları kuşkusuz ki söz konusudur. (Fakat bu, genel olarak “özgür koşuk” kavramıyla ilgili bir başka konudur…)
Ölçülü-uyaklı bu ilk şiirlerine gelince, bunlar, sadece bu kadarla kalınmış bile olsa, bir şairin edebiyat tarihinde yer almasını sağlayacak şiirler olduğu gibi, Orhan Veli şiirini doğru anlamak için incelenmesi, irdelenmesi ve dahası zevkle okunacak şiirlerdir…
Şimdi, şu anda, bu satırları yazmaktayken masamdaki kitabını karıştırdığımda, sözünü ettiğim ilk şiirler arasında karşıma çıkan (1936 tarihinde yazılıp yayınlanmış, ölçülü-uyaklı) “Odamda” adlı şiirin şu ilk dizelerine bakalım:
“Ben miyim bu şeylerin sahibi?
Kafamda bir çocuk var meraksız.
İç âlemim oyuncaktan farksız
Odam, içime bir ayna gibi.”
Bu da “Garip” ve sonrasının ilk şiirlerinden “Sevdaya mı Tutuldum?” adlı şiiridir:
“Benim de mi sevdalarım olacaktı?
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?”
İlki oldukça uzun bu iki şiirde tümüyle bambaşka şeylerden söz ediliyor olsa da, ikisi arasındaki dil aynılığı dikkat çekicidir…
YAŞAMA SEVİNCİ VE ÖZGÜRLÜK
Orhan Veli’nin şiirlerini konu-tema bakımından sınıflandıracak olursak, bu şiirlerin (ve şairin yaşamının) her döneminde “yaşama sevinci”, “özgürlük” temalarının ön sırada olduğunu göreceğiz. Bu sevinci gölgeleyen, savaş, yoksulluk, adaletsizlik temaları da onlara eşlik etmektedir.
01.12.1949’da; talihsiz, beklenmedik ölümünden kısa süre önce “Yaprak” dergisinde yayınlanan “Dalga”, bu iki temanın ve bize Orhan Veli’yi, onun özgün ve büyük şiirini yaşatan dil ve tema birlikteliğin bir sentezi gibidir…
“Mesut sanmak için kendimi
Ne kâğıt isterim, ne kalem
Parmaklarımda sigaram
Dalar giderim mavisinden içeri
Karşımda duran resmin..
Giderim deniz çeker
Deniz çeker, dünya tutar
İçkiye benzer birşey mi var
Birşey mi var ki havada
Deli eder insanı, sarhoş eder?
Bilirim, yalan, hepsi yalan
Taka olduğum, tekne olduğum yalan
Suların kaburgalarımdaki serinliği
İskotada uğuldayan rüzgar
Haftalarca dinmeyen motor sesi
Yalan....
Ama gene de
Gene de güzel günler geçirebilirim
Geçirebilirim bu mavilikte
Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden
Her sabah erikleri saran buğudan
Buğudan, sisten, ışıktan, kokudan...
Ne kâğıt yeter ne kalem
Mesut sanmam için kendimi
Bunların hepsi... hepsi fasafiso
Ne takayım, ne tekneyim
Öyle bir yerde olmalıyım
Öyle bir yerde olmalıyım ki
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi
İnsan gibi.”