Orhan Veli'den aşk mektupları: "Yalnız Seni Arıyorum"

Henüz otuz altı yaşında yaşamını yitiren Orhan Veli'nin, 1947 ve 1950 arasında, Nahit Hanım ile yaşadığı aşkın belgesi niteliğindeki mektuplar okuyucu karşısında. "Yalnız Seni Arıyorum" adı altında kitaplaşan mektuplarda, Orhan Veli'nin şiirlerinde gördüğümüz karakterinin farklı bir yansımasını görüyoruz.

Eray Ak/Cumhuriyet Kitap Eki

Metuplarda kalmış bir aşkın belgeleri

 

Ahlaki yönü her zaman tartışılır topluma ve koskoca bir edebiyata mal olmuş isimlerin, özel yaşamlarının okurlara sunulması. Dedikodularda, anılarda değil belki ama günlük ve mektuplarda daha bir öne çıkar bu tartışma. Kimi, yapılanın yazarın edebiyatına bir katkısının olmayacağını düşünerek önü sürer bu fikri. Kimi ise sadece, bugünlerde de sıkça duyduğumuz "özel yaşamın özelde kalması gerektiği" fikri ile hareket eder. Bu ikinci kısımın şunu atladığını düşünüyorum: Söz konusu olan "herhangi" biri değil. Mektup ya da günlükleri yayımlananlar, genelde varlığıyla bulundukları topluma, çevreye, dünyaya farklılık ve değer katmış kişiler. Kaçırılan nokta bu kanımca. Her kelimesine ayrı değer verilmesi gereken bu insanlara, hakkını teslim etme uğraşı olarak da görebiliriz mektup ve günlük yayımlamayı.

Orhan Veli de bu isimlerden biri. Şiirleriyle, ardından gelen koskoca bir geleneğe kafa tutmuş ve bunu bütün şiir anlayışına yayarak, Türk şiirinde farklı bir yerde duran Garip akımının, en önemli temsilcisi haline dönüşmüş. Özel yaşamı da merak konusu olan şairlerden ayrıca. İşte bu nedenlerden, Orhan Veli'nin kaleminden çıkmış her şey de merak konusu olacaktır.

DEFİNE DEĞERİNDE

Geçenlerde, Orhan Veli'nin Nahit Hanım'la yaşadığı uzun süren aşkın dökümleri de diyebileceğimiz mektuplar okuyucu karşısına çıktı. Şairin doğumunun yüzüncü yılına da denk gelen bu mektupların yayımlanışı, yetmiş yıldır edebiyat ortamlarında konuşulan bir aşkın belgeleri olduğunu söyleyebiliriz. Edebiyat tarihinde önemli bir yeri olacaktır bu mektupların. Bunun yanında, şüphesiz yine yukarıda bahsettiğim türden tartışmalar yaşanır bu mektuplar çevresinde. Ancak ne olursa olsun, karşı çıkanlar bile Orhan Veli'nin bu mektuplarını okuduklarında keyif alacaklardır.

Orhan Veli'nin, Nahit Hanım'a aşkını anlattığı mektupların tarihinden bahsedelim biraz. 1950’de, daha otuz altı yaşındayken talihsiz bir şekilde hayatını kaybeden şairin, 1947 ve 1950 yıllarında yazdığı mektuplar elimizdekiler. Cemal Süreya'nın "Rönesans gibi kadın" olarak nitelediği Nahit Hanım da bunları yıllarca saklamış. Bize ulaşması ise Orhan Veli'nin kız kardeşi Füruzan Yolyapan'ın izniyle gerçekleşmiş. Yalnız Seni Arıyorum adı altında kitaplaşan mektuplar, Orhan Veli’nin elinden çıktığı şekliyle, kelimesi kelimesine korunarak okuyucuya sunulmuş. Kitapta, orijinal hallerine de yer verilen bu mektupların bazıları ise geçmişte küçük pasajlar halinde Papirüs ve Milliyet Sanat'ta yayımlanmış.

Bu mektupların ne kadar kıymetli olduklarını anlamak içinse okumak gerekiyor elbet. Çünkü okudukça, zihinlerdeki Orhan Veli kimliğinin daha farklı bir şekil alacağı açık. Mektuplar, gerçek anlamıyla bir define...

Kitabın editörü Murat Yalçın da mektupların yayımlanış hikâyesinden de bahsettiği Önsöz niyetine kaleme alınmış "Bir Sevdanın Belgesi" adlı yazısında, Orhan Veli'nin bu mektuplarından "define" diye bahsediyor. Söz konusu, Orhan Veli'ye dair bir şeyler olunca, bundan "define" diye bahsetmek çok doğal elbet. Ancak tartışılan ya da tartışılacak olan bu değil. Definenin, müzede halka gösterilip gösterilmemesi...

KAFKA'DAN ORHAN VELİ'YE

Dünyaca ünlü, belki klişe bile sayılabilecek bir örnekten yola çıkarak Kafka'nın adını anabiliriz bu bağlamda. Kafka’nın hayatındaki en önemli kişi şüphesiz Max Brod’du. Nedeni de şu? Kafka'nın, ölürken ortadan kaldırılması isteğiyle Brod'a verdiği tüm yazdıkları, yine Brod'un girişimleri sayesinde okuyucu karşısına çıkmıştı. Evet, Brod en yakın arkadaşının vasiyetini yerine getirmemişti bu yaptığıyla ama dünya edebiyatı, seyri değiştiren bir yazar kazanmıştı. Milena'ya Mektuplar da bundan sonra yayımlandı. Sonrasında da yine Brod'un da adının geçtiği tartışmalar tabii...

Milena'ya Mektuplar'ın da farklı bir hikâyesi var. Franz Kafka, Prag'da bir dost meclisinde tanışır gazeteci Milena Jesenská'yla ve ondan, öykülerini Çekçeye çevirmesini ister. Kafka ile Milena'nın yollarının kesişmesine neden olan bu istek ise sonu gelmeyeceği bilinen bir ilişkinin de başlangıcı olur. Milenaya Mektuplar başlığı altında toplanan yazışmalarsa kısıtlı bir iletişimin tek aracı olacaktır. Bu araç ise geriye, bugün bir aşk romanı gibi okunacak bir kitap ortaya çıkaracaktır. Bir roman tadında başlayan bu aşkın mektuplara yansıması da bir roman güzelliğinde olacaktır.

Orhan Veli ve Nahit Hanım arasında geçen aşkın belgeleri olan mektuplara da bu gözle bakmakta hiçbir sakınca yok. Bir şairin aşk, özlem ve tutku dolu cümlelerinden oluşan bir roman Yalnız Seni Arıyorum. Gizli yaşanan ve fırtınalı bir aşkın birinci ağızdan hikâyesi. Bunun yanında, "çıplak" bir Orhan Veli görüyoruz aşkın içinde. Herkes aşk karşısında çıplaktır ya, bunun Orhan Veli olması, yazılanları daha da çekici hâle getiriyor.

Yalnız Seni Arıyorum adı altında kitaplaşan mektuplarda, Orhan Veli'nin şiirlerinde gördüğümüz karakterinin farklı bir yansımasını da görüyoruz aynı zamanda. Bu noktada sözü yine kitabın editörü Murat Yalçın'a bırakalım: "Şairin karakteriyle, şiirlerindeki karakterin örtüştüğünü gösteren, yani şairin edebi portresini tamamlayan bir belgedir (bu mektuplar). Alaycı zekâsıyla kederli duygularının, sorumluluk duygularıyla avareliğinin, yani içindeki gelgitlerin işaretleriyle doludur." Gerçekten de o hınzır, aynı zamanda "İstanbul Türküsü" gibi bir şiiri yazabilecek kadar da hüzünlü bir şair zihnine tanıklık ediyoruz bu mektuplarda.

Orhan Veli, alışılmışın dışandaki şiirleriyle soluğunu, gündeliğin içine zaten sokmuştu. Şairin, şiirlerinden duyduğumuz sesi soluğu, bu mektuplarda daha yakından hissediliyor.

e.erayak@gmail.com

Yalnız Seni Arıyorum / Orhan Veli / Yapı Kredi Yayınları / 288 s.