Örgütlenmeden korkuyorlar

Direnenler’in son halkasını kaleme alan Ataol Behramoğlu’na göre direnen kahramanların ortak noktası, işverenin sendika korkusu nedeniyle örgütlenen ya da örgütlenmek üzere harekete geçen işçileri işten atması...

Ataol Behramoğlu

Ataol Behramoğlu (sağdan ikinci), DHL işçilerinin direnişine tanıklık etti. DHL Express’te, Tüm Taşıma İşçileri Sendikası (TÜMTİS) üyesi olduktan sonra işten çıkarılan 7 ‘beyaz yakalı’ 562 gündür direnişte. Sendika ile işveren temsilcileri dün yine toplusözleşme görüşmesi için masadaydı. Sözleşmenin bugünlerde imzalanması bekleniyor.

Medyada, toplumda, işçi ve işveren çevrelerinde yankılar uyandıran “Direnenler” dizimiz için şimdilik sonuncu ziyaretimiz 9 Ocak’ta Avcılar’daki işyeri önünde 17 Temmuz 2017’de başladıkları direnişi sürdüren TÜMTİS üyesi işçilerin direniş çadırına oldu.

Yanlış okumadınız: 17 Temmuz 2017.

Biz ziyaretlerine gittiğimize direnişe başlamalarının üzerinden on gün eksiğiyle bir buçuk yıl, gün olarak söylersek yaklaşık 600 gün geçmişti...
Direnişçilerden Sinan Tursun, direnişin 30. gününde yapılan bir söyleşide, 300 gün de geçse direnişimiz sürecektir demiş...

Görüşmemizde, onun bu kehanetinin nasıl fazlasıyla haklı çıktığını hüzünle karışık bir şakayla dile getirişlerinde, ortak kararlılıklarının övüncü de vardı...

Neden direniyorlar?

Bir Alman kuruluşu olan uluslar arası kargo devi DHL, adını kurucularının soyadlarının (Dalsey, Hillblom, Lynn) başharflerinden almış...
Bu kargo devine bağlı şirketlerden biri de direnişin yapıldığı DHL Express.
Direniş nedeni ise, istisnasız bütün işverenler böyle olmadığını söyleseler de, sendika korkusu. Bu korkunun sonucunda da sendikalaşma alanında öncülük yapan emekçilerin işten atılmaları.
Burada da böyle olmuş.

17 Temmuz’da sendika üyeliği nedeniyle işlerine son verilen 9 işçiden 7’si o günden bu güne direnişteler...

İşçi dediysek...

İşçi dediysek, bizim Bağcılar’daki direniş çadırında görüştüğümüz direnişçilerin hepsi üniversite ve yüksek okul mezunlarıydılar...
Barakamsı küçük çadırın ortasındaki derme çatma masanın üzerinde üç kitap vardı...
Çehov’tan 6 No’lu Koğuş, Gladkov’un Çimento’su ve S. Zweig’ın adını anımsamadığım bir kitabı...
Çimento 60’lı yıllarda bizim kuşağımızı etkilemiş belli başlı kitaplardan biriydi...
Konusu bir akıl hastanesinde geçen 6 No’lu Koğuş’un ise  Lenin’in yaşamında ilginç bir yeri var. Kız kardeşinin anılarından öğrendiğimize göre o sırada hukuk öğrencisi olan Vladmir Ulyanov kitabı okumayı bitirir bitirmez ceketini sırtına geçirdiği gibi sokağa fırlamış ve döndüğünde şöyle demiş: “Kendimi 6 No.lu koğuşa kapatılmış gibi hissettim...”

6 No’lu Koğuş

Anton Çehov’un 6 No’lu Koğuşu’nun, kitabın yazıldığı 19. yy. sonları Rusya’sının boğucu ortamını simgelediği bilinir...

Nitekim, zalim gardiyanın zavallı hastalara işkencelerine tepki göstermeyip sonunda hastalanarak aynı gardiyanın eline düşen baş hekim de, acımasızlığa tepki göstermeyen duyarsız ve eylemsiz aydın tipinin simgesi gibidir.

Benzer özellikler taşısa da her çağın, her ülkenin, her dönemin kendine özgü bir 6 No’lu Koğuşu olduğu söylenebilir.

Kırklı yaşlardaki bir direnişçi (aralarında yaşı en fazla olan Ulaş Kurt), “buraya yirmili yaşlarımızda geldik, onar yıllık emeğimiz var, biz aslında geleceğimiz için yatırım yapıyoruz” derken bu gerçeği dile getiriyor. Çünkü, sendikalı da olsa günümüz Türkiyesi’nde işçinin hiçbir geleceği yoktur. Diyelim ki yirmi yıl çalışıp kırk yaşına gelmiş, tazminatı da ödenerek işine son verilmiş olsun. Bu tazminatın, ailesinin geçimini çok çok bir-iki yıl sağlayacağını var sayalım. Sonrası? Sonrası kocaman bir 6 No’lu Koğuş gerçeğidir.  Gençliğinin en parlak, en güçlü kuvvetli dönemini bir işyeri için harcamış, sonradan eline birkaç kuruş tutuşturularak karanlık bir geleceğe doğru güle güle denmiştir. Bu da en iyi bir olasılıkla...

Dayanışmanın önemi arttı

Şu birkaç direniş ve grev çadırı ziyareti bana, ülkede için için yanmakta olan emek-sermaye çatışkısının ateşini somut olarak duyumsattı.
O barakamsı çadırlardaki direnişler çağdaşlaşmaya giden yolda işaret taşları gibidir.
Sendikalaşma aşılması gereken bir ilk mesafedir. Onu, ister mavi ister beyaz yakalı, yani ister kol ister fikir emekçisi olsun, bütün emekçilerin yaşam boyu geçerli olması gereken sosyal haklara sahip olma savaşımı izleyecek...

Bu sürece, zorlama, baskı, şantaj, tehdit, işten çıkarma yoluyla engel olma çabalarını adı ise kısaca faşizmdir.

Bizdeki Tümtis’in bağlı olduğu ITF (Uluslararası Taşıma İşçileri Federasyonu) dünyada toplam 22 milyon işçiyi temsil ediyor. Bu büyük işçi örgütünün İngiltere’deki yönetim merkezinde bir de Türk varmış. Aynı örgütünün 2018 Ekiminde Singapur’da yapılan kongresine gözlemci olarak Türkiye’den emekçiler de katılmış. İstanbul’daki direnişe ise 26 ülke işçi kuruluşlarından destek gelmiş.
Direnişlerdeki öncü emekçiler hakları için savaşım verirlerken, dünya emekçilerinin bir parçası olduklarının da daha çok bilincine varmaktadırlar. Buna karşılık, destek olması gereken siyasal partilerin yeterince ilgi göstermeyişleri  de ziyaret ettiğimiz direniş çadırlarında sıkça işittiğimiz bir yakını oldu...İlgili parti ve toplumsal kuruluş yetkililerine duyurmuş olalım...