Onur ünlü: Büyük denilen filmler kof!

Vizyona giren son filmi “Put Şeylere” vesilesiyle buluştuğumuz Onur Ünlü ile felsefeden, fizikten, edebiyattan konuştuk, arada biraz da sinemadan bahsettik. ‘Sinema ilgimi çekmiyor’ diyen Ünlü, ilk romanını bitirmek üzere.

Emrah Kolukısa

Daha 8 ay önce bir araya gelip uzun uzun konuşmuştuk Onur Ünlü ile. Açıkçası bu kadar kısa zaman sonra yeniden oturup ne konuşacağız diye bir endişe vardı içimde ama "Put Şeylere" adlı son filmini izleyince bunun ne kadar beyhude bir endişe olduğunu anladım ve hemen ertesi sabah karşısına kuruldum. Bir kez daha gördüm ki Onur Ünlü ile mevzu bitmez, sohbet tükenmez. Buyrun siz de ortak olun...

* Yıllar önce çıkan şiir kitabınızda 'Konanmış çesinler çevrelende hotuyordu' gibi aslında gramerin doğru olduğu ama anlamsız dizelerin olduğu şiirleriniz vardı. "Put Şeylere"yi izlerken aklıma o şiir denemeleri geldi, sanki burada da aynı şeyi sinema için yapmışsınız... Yani gramer doğru, aks atlama falan yok, ama anlamlandırmaya çalışınca zorlanıyoruz. Yanlış mı anladım acaba?

Hayır, doğru. Ona benzer bir şey var evet. Şimdi şiir deyince kafa da gitti birden, 25 yıl önceye... Orada şiirle uğraşırken de, benim zamanımda yazılan şiirle çatışmamın karşılığı var o şiirde. Bu şu demek değil ama, benim zamanımda yazılan şiir öyle fenaydı ki gibi bir şey değil tabii ki de. Bir şiir yazılıyordu, benim de sevdiğim sevmediğim şiirler vardı... Orada kullanılan dile ve anlatılan şeylere karşı içten içe bir itiraz vardı ve benim yazdığım şiir de o itirazın da çocuğudur biraz. Bu filmde de bugün yapılan sinemayla aramdaki sorunların bir karşılığı var aslında. Yani kurulan manâ dünyaları, o manâ dünyalarının kurulma biçimleri, izlediğim zaman bir seyirci olarak bana yeterli gelmiyor, çeşitli açılardan. Basitçe canım sıkılıyor. Çok büyük diye izlediğimiz filmlerdeki tartışmalar bizim gerçekten 18-20 yaşımızda yaptığımız tartışmalar olduğunu gördükçe ve insanların bunların hararetle peşinden koştuğunu gördükçe birazcık canım sıkılıyor yani, eğri oturup doğru konuşmak gerekirse. Filmler kof. Fena değil, iyi filmler var, iyi anlatıyor derdini falan, fakat bir kofluk var ortada. Bu ama genel olarak dünyayı algılamakla ilgili bir sorun... Çünkü bildikleri bilmediklerine yetmiyor. Bu benim için de elbette böyle. Kimse hiçbir şeyi anlamıyor, her şeyi ben anlıyorum demiyorum. Ama bu olan biteni anlamdırmakla ilgili bir çaba da gözükmüyor ortada çünkü verili olanı kabul etmek çok tatlı bir konfor sağlıyor herkese, herkes de o konforun ekmeğini sonuna kadar yiyor. Bunun sebebi ne olabilir diye düşündüm ve şuna vardım: Çok kabaca şu anda Jung'un tarif ettiği kolektif bilinçaltımızda -hepimizin, insanlığın tarihinin başından beri bildiğimiz her şey yani- zaman, mekan ve fizikle, bir sürü şeyle ilgili algısı henüz Newton fiziği düzeyinde. Einstein fiziğindeki bilgi henüz bizim kolektif bilinçaltımıza geçmedi. Biz şahsi olarak çaba gösterip çalışmazsak evrenle ilgili yeni tanımlamalara dair elimizde bir şey olmaz. Einstein'ın üzerine de başka şeyler eklendi üstelik, o da eski artık, tırnak içinde. Bizim sinema yaparken de kullandığımız zamanla ilgili bilgi eski, köhne...

* Hatta mekanla ilgili bilgi de öyle.

Evet, zaten uzay-zaman diye bir şey uydurdu Einstein, -espri olsun diye uydurdu diyorum- o ortaya koydu. Newton'da uzay ve zaman mutlak, belirli bilgilerdi, değişmezlerdi, sabitlerdi. Einstein dedi ki, öyle değil, böyle bir şey var... İşte o bilgiyi içselleştirmeye çalıştığında hem zaman hem de mekanla ilgili şeyler kafanın içinde karışmaya başlıyor.

* Aynı filmde olduğu gibi.

Aynı filmde olduğu gibi... Oradaki bilgiyi devşirerek burada ne yapabiliriz... Ki zamanın içeriğiyle ilgili şeylere, doğu felsefesine falan hiç girmiyorum bile. Şimdi sinema yapıyorsak, zaman da mekan da bizim temel problemlerimizden... Bir de insan var, tamam, insan baki... Allah cezasını versin onun (gülüyor), onunla zaten boğuşamıyoruz eyvallah da... Ama bu şey değil yani, işte böyle bir şey yaptım ve artık budur değil yani. Ben eldeki teorik imkanları kullanarak nereye doğru gidilebilir, bunun yansısı ne olabilir ona bakıyorum. Bu filmde yaptığım şeylerden bir tanesi sadece, hepsi değil. Biraz daha ileri gittiğinde kunatum falan giriyor işin içine. Daha önce de söyledim, bir elektronun aynı anda iki yerde olabildiği ile ilgili bilginin bizi perişan etmesi, delirtmesi, kimilerimizi çatılardan aşağı atması lazım. Ama, oohh, kimin umurunda?

* Filmde tabii kurgu çok belirleyici. Dört-beş farklı öykü var iç içe giren... Nasıl yaptınız, önceden her şeyi kağıt üzerinde kurgulayıp mı çıktınız yola, yoksa tam tersi mi?

Onu doğrudan öyle yazdım. Ayrı ayrı yazıp birleştirmedim. Ayrı Ayrı çekip sonradan masada birleştirmedim ya da. Hayır, o seyrettiğimiz şey benim zaten yazdığım şey. Şöyle bir şey var, fizikle ilgili tüm o bilgi senin kafandayken artık dünya da kırılmaya başlıyor ve dünya kırıldığında sen de kırık bir şekilde görüyorsun ve kırık şekilde görüyorsan kırık şekilde yazıyorsun. Ama o kırılma normalde ne sinemacının ne filmi yapanın ne çekenin ne seyircinin ne oynayanın, hiçbirinin işine gelmez. Hatta filmin gösterildiği salonun da işine gelmez. Çünkü o da Newton'da hâlâ...

* Filmin sağlam bir oyuncu kadrosu var. Oyuncular zorlandı mı hiç çekimler sırasında?

Onlar şöyle, ben söyleyeyim onu, oyuncular sezgileriyle hareket ederler, bizim sandığımızın aksine, benim de uzun süre sandığımın aksine... Onlar çok da analitik bir şekilde anlamaya çalışmazlar mevzuyu, onlar hissederler. Bir de, biz bütün filme bakıyoruz, oyuncular uyanıktır, sadece kendi rollerine bakarlar, diğerleriyle fazla ilgilenmezler. Dolayısıyla bir bir filme baktığımızda sekiz karakter görüyorsak, o aslında bir karakter görüyor. Onu da sadece hissi düzeyde algılayıp üzerine gitmesi ona yetiyor. O yüzden bir metni klasik manâda anlaması gerekmiyor zaten.

* Filmde felsefeden çok fazla alıntı var... Cyrano giriyor bir yerde, bir başka yerde hamlet... Ama hiç sinemaya dair bir gönderme ya da alıntı yok. Neden?

Galiba o neden biliyor musun?... Bunu söyleyince kızıyorlar bana ama, sinema hayatımda çok etkili bir yerde değil. herhangi bir yerde bir arkadaşımla heyecanla konuşmaya başladığım zaman, konunun sinemaya gelmemesi bazen beni de paniğe sevk ediyor. İlgilenmiyorum ya ben sinemayla aslında. Diğerleri beni daha çok çekiyor, felsefe, edebiyat, bilimsel meseleler... Dini meseleler giderek... Onlarla daha fazla ilgiliyim. Sinema bir form sadece benim için.

* Ama diyorsunuz ya 'sinema estetik değil etik bir meseledir' diye. Bu Godard'ın da ileri sürdüğü şeylere yakın. Godard da mı ilginizi çekmedi örneğin?

Yoo, çekti... Bütün Godard filmlerini seyrettim, onunla ilgilendim eyvallah, çekti tabii. Ama bazı mevzuları o kadar içselleştiriyorsun ki, ondan da olabilir yani. Böyle deyince de sinemayla ilgili kötü bir şey söylüyorum gibi oluyor, insanlar alınıyor, ama ben edebiyatı felsefeyi falan daha çok seviyorum, ne yapabilirm ki?

* Filmin sonunda çıkan bir yazı var; filmdeki maddi hatayı bulursanız putseylere@gmail.com adresine yollayın, bakalım ne olacak... Var mı gerçekten böyle bir hata?

Evet var. Ne gelecek bilmiyorum ama inşallah gelir bir şey. Oyun değil, cidden çok bariz bir tane hata var.

* Sırada "Topal Şükran" var değil mi, yeni filminiz? O nasıl bir şey?

"Topal Şükran'ın Maceraları"... Enteresan oldu o da. Başrolde Demet Evgar var. Bir de Serhat Kılıç var. "Manyak"tan sonra konuşmuştuk hatırlarsan, ben "Manyak"ı onlar gibi, Gerçek Kesit'çiler gibi çekmiştim; bu sefer Onur Ünlü bir Gerçek Kesit hikâyesi çekse nasıl çekerdi, işte bu o film. Bazı tuhaf meydan okumaları var filmin, mesela hiç diyalog yok. Kimse kimseyle konuşmuyor, ama ihtiyaç da hissetmiyor zaten. Şükran diye bir kızcağız var ve mutlu olmak istiyor, mevzu bu. Bir kadın hikâyesi, ilk kez çekiyorum böyle bir kadın hikâyesi. Sert kadınlara izlettim, onlar da 'tamam, olmuş' dediler (gülüyor). Onlardan geçtim yani. Temiz iş çıktı, çok severek çektim. Bütün oyuncular çok iyiydi, ama Demet her zamanki gibi çok iyiydi. Pis, pis yani...


* Akademi kurmak istediğinizi biliyorum. O cephede nasıl gidiyor işler.

Çalışıyorum onun için de. Sinema eğitimiyle ilgili biz de bir şey yapalım dedik... "

* Daha alternatif bir eğitim mi verilecek orada?

Hayır aslında değil, alternatife geçmek için önce temel dramaturjiyi bilmek lazım. Oraya da gideceğiz yavaş yavaş ama önce bir senaryo nedir, normal insan senaryosu (gülüyor) nasıl yazılır, onu anlatacağız önce. Senaryoyla başlayıp bu mevzunun diğer dallarına da geçeceğiz ama öncelik senaryoda.

* Dizi projesi var mı ufukta?

Yok, ama roman. Her şeyi bitirdim şimdi sıra romana geldi (gülüyor). Şubat ayında çıkar herhalde, o da 16 yaşında bir kızın hikâyesi. Oğlunu ve tecavüzcüsünü arayan bir kızın intikam hikâyesi... Adı "Kız Çocuğu". Aslında dizi olsun diye yazmıştım ama şartlar uymadı. Ben de ne yapayım diye düşünürken roman olsun dedim. Bu sefer de öyle bir form denedim. Bunu film yapmaya kalksam çok pahalı olurdu, okuyunca anlayacaksınız, ama tatlı da bir şey var orada onu da yitirmek istemedim... Hep söylerim bunu ben, başka bir şekilde yapılabiliyorsa boşuna film yapmakla uğraşma, bunu kendim tavsiye ediyorum herkese, ben de onu yaptım. İki üç bölüm bir şey kaldı, biter yakında. Sel Yayınları'ndan çıkacak.