Onur Bilge Kula'dan iki yeni kitap
Onur Bilge Kula’nın, iki yeni incelemesinden ilki, “Doğu’dan Batı’ya Aydınlanma”; Aydınlanma’nın tarihsel gelişimi üzerine bir çözümleme denemesi. Yazar, “Türkiye’de Aydınlanma ve Atatürk İlkeleri”nde ise Anadolu’daki düşünsel aydınlanmayı, köklerinden yola çıkarak Cumhuriyet devrimlerine kadar olan gelişimini anlatıyor. Kula ile kitaplarını konuştuk.
Gamze Akdemir
- “Doğu’dan Batı’ya Aydınlanma” adlı kitabınızda sıkça karşıtların birliği ve savaşımını vurguluyorsunuz. Bunu ve karşıt Aydınlanmanın göstergelerini açar mısınız?
- Her türlü toplumsal-kültürel gelişme, diyalektik materyalizmin temel yasası olan karşıtların birliği ve savaşımı ile gerçekleşir. Aydınlanma, insanın eleştirel düşünme ve akıl yeterliliğini geliştirip yetkinleştirme ve en büyük bağımlılık olan sömürüden kurtulma savaşımı içinde kendini özgür ve özerk bireye dönüştürme süreci diye tanımlanabilir. Aydınlanma, başta ifade özgürlüğü ve eşitlik olmak üzere, insan haklarıyla mümkün. Egemenlerin sömürü ve baskının aracı olarak ürettiği karşıt Aydınlanmaysa insanı erginsizleştirme, diyesi, bağımlılaştırma ve emek sömürüsünü de kapsayan her türlü bağımlılığı süreklileştirme çabasıyla somutlaşır. İnsanın araçsallaştırılması anlamındaki karşıt Aydınlanma, her yerde ve her zaman yoğun baskı, sömürü ve savaşla sürdürülebilir. Bu nedenle Aydınlanma karşıtları, aynı zamanda ilkesel barışa, eşitliğe ve özgürlüğe düşmandır.
“AKLINI KULLANABİLENLER TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİRİR”
- Aydınlanmanın tarihsel birikimi ve bunun aktarımı hangi kavramlar ışığında seyretmiş?
- Antik dönemden beri Aydınlanma filozoflarına göre doğa; özdek, toplum, insan sürekli devinim ve değişim içinde. Özdeksel devinimi ve değişimi kavramak için insanın eleştirel düşünmesi ve düşündüğünü anlatma özgürlüğüne sahip olması gerek. Laikliğin de başlıca kaynağı olan bilimsel ve dünyasal yönelim, Aydınlanmanın itici gücü. İnsanın özgürleşip özerkleşmesi, bağımlılık üreten her türlü dış belirlenimden kurtulmasıyla olanaklı. Aklını kullanma cesareti gösteren insan, olgu ve olayların yönünü belirlemek için korku ve baskıdan kurtularak toplumsal konumunun bilincine varır. Bağımlılık ve sömürü üreten konumunu değiştirmek amacıyla konumdaşlarıyla bir araya gelip örgütlenir. Böylece, öz yazgısını ve tarihin akışını değiştirir.
- Avrupa Aydınlanması’nı etkilediğini vurguladığınız İbn Sina, insan ve topluma bakışıyla nasıl bir dönüm noktası?
- İbn Sina’ya geniş yer verdim çünkü o, bilimsel yaklaşımı ve hayata bakışıyla Avrupa Aydınlanması’nı etkileyip boyutlandırdı. Ernst Bloch’un İbn Sina ve Aristotelesçi Sol kitabındaki deyişiyle o, “Ortaçağ Aydınlanması’nın dönüm noktası.” Daha o dönemde ‘Sanat, özdek ve biçimin özgürleşmesidir; sanatçı tümleyen devindiricidir; sanat kendini yaratan doğaya ikinci bir doğa kazandırır’ demiştir. Aklın özgürleşmesini, bilimsel düşünmeyi ve yaşamayı, ilke edinen ve böylece laik bilincin gelişmesine katkıda bulunan İbn Sina, Helen felsefesini Batı ile buluşturan filozoflardan biri. Kısacası o, Doğu’yu ve Batı’yı aydınlatan güneştir.
- Her dönem neden kendi Aydınlanmasını yaratamayabilir?
- Aydınlanmacılar ve karşıtları sürekli savaşır. Tarihsel ilerlemenin kaynağı olan bu mücadelede bazen karanlıkçılar üstün çıkar. Karanlığı yenmek için tarihten öğrenmek, Marx’ın deyişiyle dönemin koşullarını açıklamak yetmez, bunları değiştirmek gerekir. Değiştirici istenç ve bilincin yeterli olmadığı bir dönem, kendi Aydınlanmasını gerçekleştiremez. Atatürk, değişimi gerçekleştiren istenç ve bilinç için örnektir. Hitler ve Mussolini gibi diktatörler ise aydınlanmış toplumların yeniden karartılabileceğini gösterir. Bu nedenle Aydınlanma’nın güvencesi, sürekli özeleştiri ve öz-sorgulama.
“AYDINLANMA VE AHLAK BÜTÜNLEŞTİRİLMEZSE YABANCILAŞTIRABİLİR”
- Gerçek Aydınlanma, Descartes’ta ve Hegel’e göre nasıl çok yönlü bir kuşkuculuk içerir?
- “Düşünme, özgürleşmedir” diyen Descartes, Hegel’in nitelemesiyle çağdaş felsefenin başlatıcısı. Bilimi de kapsayan her türlü gelişmenin kuşkuyla mümkün olduğunu bilen filozof, özgür insanın simgesi eleştirel öz-bilincin önünü açanlardan. Devinimi yeniliklerin itici gücü olarak kavrarken “Her insan, hak ve yükümlülükte eşittir” demiş ve insan haklarında eşitlik ilkesini öne çıkarmıştır.
- Rousseau, Aydınlanma’yı “Salt kazanım değil, aynı zamanda yitim” diye yorumlamış; Hegel ise “Başka türlü olmanın bilinci” şeklinde...
- “Azınlığın çoğunluğa boyun eğdiği yerde özgürlük yoktur” diyen Rousseau’ya göre, bilimsel Aydınlanma, ilerleme sağladığı gibi ahlak ile bütünleştirilmediği sürece, insanın özüne ve doğaya yabancılaşmasına yol açabilir. Hegel ise her türlü değişimi, “öz-yabancılaşım”, bir başka deyişle “insanın özsel başkalaşımı” diye kavrar ve olumlar.
“KUTSAL, KUŞKU VE ELEŞTİRİ KALDIRMAZ”
- Marx ve Engels, Aydınlanma ve bahsettiğiniz yabancılaşmaya nasıl bakıyor?
- Marx ve Engels, insan emeğinin sömürüsünü en büyük bağımlılık olarak görür. Bu filozoflara göre sömürü, insanı özüne yabancılaştırır. Bu nedenle sömürü ve baskıyı yaratanlar, insanı insansızlaştıran koşullar ve üretim ilişkileri ortadan kaldırılmadan çalışanlar ve üretenler özgürleşemez. Sömürülenler açısından feodalizmin yerine kapitalizmi koymakla özgürlük sağlanamaz. Aydınlanma, değer üreten insanın değersizleştirilmesini ortadan kaldırdığı zaman, uğruna savaşım verilmesi gereken bir ilke hâline gelir. Ayrıca Aydınlanma’nın güvencesi, insanın çok yönlü olması ve estetik üretmesi.
- Aydınlanma’nın kutsalla ilişkisi nasıl?
- Her şeyi, dolayısıyla kutsalı da üreten insan. İnsanın insanlaşmasını amaçlayan Aydınlanma açısından, insan aklını ve bilincini karartmamak koşuluyla kutsal olağan sayılıyor. Öte yandan kutsal, kuşku ve eleştiri kaldırmaz. Bu nedenle Aydınlanma karşıtları, baskı ve sömürüyü sürdürmek için kutsalı araçsallaştırır ve dinsel bağnazlığa dönüştürür. Aydınlanma ve dinsel bağnazlık arasında sürekli bir irdeleşme ve savaşım yaşanır. Hegel’in deyişiyle “Aydınlanma, kutsalın alanı olan gökyüzünü, yeryüzüyle aydınlatır.”
“SİVİL İTAATSİZLİK YAPILABİLMELİ!”
- Kant, Aydınlanma bağlamında adalet ve sivil itaatsizlik kavramlarını nasıl yorumlar?
- Adaleti, Aydınlanma’nın temel ilkeleri arasında sayan Kant’a göre eleştirel akıl, adaletsizliklere karşı çıkma özgürlüğünü de kapsar. Adaletin özü, bireysel özgürlüklerdir ve özgürlük katıksız bir akıl kavramıdır. Bütün hukuksal olanaklar tüketildikten sonra adaleti savunma amacıyla sivil itaatsizlik yapılabilmeli çünkü sivil itaatsizlik, özgür yurttaş olmanın ayrılmaz bir parçası.
- Her iki çalışmanızda da yer verdiğiniz Anadolu ve Türk Aydınlanması’nın temel nitelikleri neler?
- Anadolu ve Türk Aydınlanması’nı üç ana kaynak ve doğrultuda irdelemeye çalıştım: Birincisi, Ahmet Yesevi’den Nâzım Hikmet’e değin uzanan yazınsal Aydınlanma, Anadolu ve Türk Aydınlanması’nın en güçlü kaynağı ve taşıyıcı gücü. Türkler, şiiri tarihin her döneminde duygu ve düşüncelerini anlatmada kullandı. Bunun yanı sıra aydınlanmacı bir düzyazı edebiyatı da son yüz elli yıldan beri güçlenip şiiri bastırıyor. Anadolu-Türk Aydınlanması’nın ikinci kaynağı düşünsel Aydınlanma. Türkiye, düşünsel Aydınlanma bakımından özellikle on beş ve on dokuzuncu yüzyıllar arasında endişe verici ölçüde verimsiz. Bu, henüz aşılamadı. Ülkemizde Aydınlanma felsefesinin temel yapıtlarını da kapsayan kuramsal bir tartışma yeterince yapılamıyor. Türkiye Aydınlanması’nın önündeki en büyük engel bu. Üçüncü kaynak eğitsel Aydınlanma, özellikle Cumhuriyet döneminde başlatıldı ancak aynı bilinç ve coşkuyla sürdürülemedi. Günümüzde yazınsal Aydınlanma’nın güçlenmesine karşın, düşünsel ve eğitsel Aydınlanma endişe verici ölçüde güçsüzleştiriliyor.
“ATATÜRK, TÜRKİYE’YE ÖZ DİLİNDE DÜŞÜNME OLANAĞI VERDİ”
- Türkiye’de Aydınlanma ve Atatürk İlkeleri kitabınızda, dil ve düşünme arasındaki ilişkiyi özellikle öne çıkarmanızın nedeni ne?
- Atatürk, çok derin bir duyarlılık ve bilinçle Dil Devrimi’ni öne çıkarmıştı. Bu çok tutarlı bir yaklaşım çünkü kitabımda da serimlemeye çalıştığım gibi dil, düşünmenin dolayımı. Düşünme dilde gerçekleşir, dil üzerinden anlatılır. Düşünme ise dili geliştiren tek kaynak. Düşünme olmadan dil, dil olmadan düşünme olamaz. Arap alfabesinin bırakılarak Latin alfabesi temelinde yaratılan yeni yazı, Türk ulusuna öz dilinde düşünme olanağı verince Arapçanın din ve bilim dili olmasından kaynaklanan ve dil ikiliğine yol açan durum ortadan kaldırıldı. Söz konusu nedenlerle Atatürk’ün gerçekleştirdiği atılımlar arasında alfabe değişikliğiyle başlayan Dil Devrimi, devrim adını hak eden köklü bir yenilik. Bu devrim, Türk ulusunun iletişim, düşünme ve sanatsal-bilimsel ilerleme gereksinmesine yanıt verdiği için çok kısa sürede benimsenip kalıcı hâle geldi.
Düşünsel özgürleşme olanağı veren devrimden ötürü Türk ulusu, Mustafa Kemal Atatürk’e derin bir sevgi saygı duyuyor. Türkçenin gürül gürül akan ırmağı olan Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Nâzım Hikmet ve Yaşar Kemal, Türkçenin sanat ve edebiyat dili olarak yetkinleşmesine yaptığı büyük katkıyla kalıcılaştı. Dil Devrimi, aynı zamanda her türlü gericiliğin ve sömürünün bilincine varılmasına ortam hazırladığı için toplumsal özgürleşme, çoğulculaşma, eşitleşme ve insan haklarını geliştirme anlamında Aydınlanma’ya da uygun ortam hazırladı. Dilsiz toplumun kültürü ve tarihi olmaz. Atatürk’ün büyük bir kararlılıkla gerçekleştirdiği ve ölüm döşeğinde bile “Aman dil!” diye sayıkladığı Türkçe, onun en büyük ve vazgeçilmez emaneti. Türk ulusu, Türkçeyi korumaya özen göstermeli; kendi varlığını ve geleceğini güvenceye almak için Türkçenin üzerine titremeli.
Doğu’dan Batı’ya Aydınlanma / Onur Bilge Kula / Tekin Yayınevi / 348 s.
Türkiye’de Aydınlanma ve Atatürk Devrimleri / Onur Bilge Kula / Tekin Yayınevi / 392 s.