Onsuz ama hep onunla
‘Antiemperyalizm ne baba’ diye sormalarım, kalabalık yemek masaları, kahkahalar...
Özge Mumcu Aybars/ Statik EnerjiBabamla Atatürk Orman Çiftliği'nde...
Yine boş bir sayfaya bakıyorum. Zihnimin içinden babamla ilgili hangi anıyı çeksem, hangi birini yazsam, düşünüyorum... Yazdıktan sonra güne normal akışında nasıl devam edeceğim, onu düşünüyorum. 28 yıldır, her yıl aralık aylarında bir iç ağrısı başlıyor. Hayatımı belirleyen bir güne ve o günün öncesi dönüp duruyorum. İnsan geleceğe bakarak hayatta kalmayı başarır, biliyorum. İnsan geçmişe dayanarak ayakta kalır, onu da biliyorum. Olanları gelecek kuşaklara anlatmak lazım, onu da biliyorum. Gelecek günlerin umudu giderek kaybolurken, acılarımız, uğranan adaletsizlikle beraber havaya karışırken, ben boş bir sayfayı içimden her gün geçen düşünceleri kelimelere dökerek doldurmaya çalışıyorum.
Babam öldürüleli, bugün, 28 yıl doldu.
Cinayeti, soruşturmaya ve yasal sürece göre Tevhid Selam Kudüs Ordusu örgütü işledi. Bir cinayet şebekesi, 90’lı yıllarda, neredeyse 10 yıla yakın bir süre içinde ellerini kollarını sallaya sallaya ülke içinde dolaşıp, İran’da eğitim alıp, Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u, babam ile Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürdü.
Tevhid Selam Kudüs Ordusu üyeliği suçundan yargılanan 3 sanık, 2000 yılından önceki İran ziyaretlerini “28 Şubat döneminde kendilerini güvende hissetmedikleri” gerekçesiyle açıkladı. Kırmızı bültenle aranan bu 3 sanık beraat etti. Umut Davası’nda diğer üç sanık, Ferhan Özmen, Nejdet Yüksel ve Rüştü Aytufan “idam cezası” ile cezalandırıldılar, cezalar ağırlaştırılmış müebbete çevrildi. Yine aynı örgütün üyesi olduğu iddia edilen Selahaddin Eş (sonra Çakırgil soyadını alacaktı) halen Star gazetesinde yazıyor. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, avukatlarının talebi üzerine Selahattin Eş, Ali Akbulut, Aydın Koral ve Ahmet Cansız’ın hakkındaki yakalama kararını “savunmalarını” yapmaları amacıyla kaldırmıştı. Bunun üzerine Ahmet Cansız dışındaki üç sanık, 2020 yılı içinde Türkiye’ye gelerek mahkemede savunma yapmış, sanıklar ise haklarındaki suçlamaları reddetmişti.
Konuyu gündeme getiren ve köşesinde yazan ağabeyim Özgür Mumcu’ya bu konuda bir tepki, ne tuhaftır ki, Ahmet Hakan’dan, Eş’i “vicdanlı ve vakur olmasıyla” savunmasıyla gelmişti.İnsan zihni, ne tuhaf ki bunları unutmuyor; bu kin tutmak değil asla, yaşadığımız olaylara ilişkin zihnimize bir çentik atmak.
Babamın arabasına bomba koyan Oğuz Demir ise halen yakalanmadı.
Babamla Cunda'da...
Bu yıl yazmayı düşünürken, aklım nedense hep Ayvalık’taki anılarımıza kaydı. Ayvalık’taki zamanlar, okulun günlük hayata girmediği, hayatın tatil olduğu, günlük hayatımızı ailecek iç içe geçirdiğimiz saf zamanlardı. Simitle denize girme maceraları, babamın simidi bırakıp yüzmeyi öğretmesi, iskeleden atlamalar, dalgalı denizde (hep poyraz olurdu) yüzme maceraları... Bisikleti öğrenme çabaları... Bisikletten düşme korkumla annemle babamın baş etmeleri... Bir kırmızı Pinokyo’yu sürerken düşmeyeyim diye babamın kan ter içinde bisikletin arkasını tutarak koşması... Sabah Adem bakkaldan alınan tomar tomar gazeteler. Sabah saatlerinde, kahvaltı sonrasında yazılan yazılar... Babamın yazılarını okuma ve anlama telaşım. “Antiemperyalizm ne baba” diye sormalarım... Babamın telefonla yazılarını İstanbul Büro’ya okuması... Faks çıkınca, yazıları önce PTT’den sonra Yeni Asır’dan fakslaması. Akrabalar, aile dostları, kalabalık yemek masaları, kahkahalar... Hepsi anılarımda silinmez izlerden ibaret, uzunca zamandır.
28 yıl geçti. Onsuz ama hep onunla bir hayat geldi ve geçiyor. Ama bombayı koyan yok, emri verenler yok. Bu pazar, evin önünde kalabalıklar olmayacak. Bizler, ailesi, mum ve karanfillerimizle önce anıta sonra mezarlığa gideceğiz. Ve de sizlerden, Uğur Mumcu ve öldürülen tüm aydınlar adına, evlerinizde bugün saat 20.00’de bir mum yakmanızı isteyeceğiz. Ben de bu yazıdan sonra günlük hayatıma yine devam edeceğim...
İyi pazarlar...