Önseçim ve CHP
cumhuriyet.com.trKavramları fetişleştirmek tehlikelidir. Kendisini sosyal demokrat bir parti olarak tanımlamasının doğal gereği olarak demokratik değerlere ve yöntemlere önem veren CHP tabanı, önseçim konusunu da eleştirel aklın süzgecinden geçirmeli ve fetiş haline getirmemelidir.
Siyaset insan için ve insanla yapılan bir etkinliktir. Siyasetin başlıca aracı olarak siyasal partiler, bir yaşam tasavvuru etrafında insanların özlemlerini, beklentilerini hayata geçirmek için iktidara gelmeyi hedeflerler ve bunu da “kadro”ları vasıtasıyla yapmak durumundadırlar. Bu kadrolar “iyi” ise tabanın beklentilerini karşılamanın önemli bir koşulu yerine gelmiş demektir.
“İyi” öznel bir kavramdır ve bir şeyin iyi olması en başta o şeyin var oluş nedeninden bağımsız değildir. Bu neden, siyasal partiler için açıkça iktidar hedefi olduğuna göre, 2011 genel seçimlerinin yaklaştığı şu günlerde ana muhalefet partisi, yani demokrasilerin işleyiş mantığına göre iktidar alternatifi olması beklenecek CHP’nin aday belirleme yöntemi partililerin merkezi konularından biri olmaktadır.
Bilindiği gibi, başta seçim sistemi ve siyasal partiler yasası olmak üzere pek çok nedenle CHP’nin elinde aday belirleme konusunda sonsuz seçenek olduğu söylenemez. Seçenekler, merkez yoklaması, eğilim yoklaması ve önseçimden ibarettir.
Bu yöntemlerden ilk anda kulağa en demokratik, dolayısıyla “en iyi” gelenin önseçim olduğu düşünülebilir. Nitekim eğer sağlıklı bir üye yapısı olduğu tartışmasızsa, önseçim, tabanın özgür iradesini “kolektif amaçlar” için ortaya koymasına uygun ise bu yanlış bir algı olamaz. Ama üye kayıtlarından başlayan önseçim süreci, bazı parti içi hesapları önde tutmaya müsait, fakat partiyi iktidar hedefine ulaştırmaya uygun düşmüyorsa önseçimin şu günkü verili koşullarda mutlak olarak en demokratik ve en iyi aday belirleme yöntemi olduğunu iddia etmek olanaksızdır. Unutmamak gerekir ki “CHP’nin önseçim yapan tek parti biziz” propâgandasını en üst perdeden yaptığı 1999 seçimlerinde parti barajı geçememiştir.
Kavramları fetişleştirmek tehlikelidir. Kendisini sosyal demokrat bir parti olarak tanımlamasının doğal gereği olarak demokratik değerlere ve yöntemlere önem veren CHP tabanı, önseçim konusunu da eleştirel aklın süzgecinden geçirmeli ve fetiş haline getirmemelidir. Çünkü, önkoşulları sağlanmamış önseçim yönteminin iktidar hedefine hizmet etmesini beklemek gerçekçi değildir.
Genel merkezin de neticede partinin en üst organı olan kurultay tarafından seçildiğini hatırda tutarak, üst yönetim, önseçim konusunu bu haliyle demokratik bir ilkelilik konusu yapmadan, esnek, tüm aday belirleme yöntemlerini uygulama kararı alabilir.Yöresel özellikler ve örgütün yanı sıra daha geniş olarak üye ve seçmen tabanının benimseyebileceği ve iktidar ümidini seçmene verebilecek adayların belirlenmesinde, genel merkezin inisiyatif alması yalnızca hakkı değil sorumluluğudur da. Ancak, bu hakkın kullanılmasında başarısızlık olursa bunun etik gerekleri de sır değildir. Başka bir deyişle, yapılacak olan partinin iradesini oluşturan yerel ve merkez paydaşların (seçmenler, üyeler, yerel ve merkez yöneticiler) aday tercihlerinin, yasanın öngördüğü tüm aday belirleme yöntemleri ve genel başkanın liderliğiyle, gerekli olduğu düşünülen biçimde ve yerde uygulanmasıdır. Daha demokratik aday belirleme yöntemleriyle ilgili yasal çabalar ise mutlaka seçim vaatleri paketinde yer almalıdır.
CHP’nin 2011 seçimleri öncesinde bir yönetim değişikliği yaşamasının bir şans mı, yoksa şanssızlık mı olduğunun henüz yanıtı alınmış değildir. Kılıçdaroğlu ve ekibi, yönetimi ’80 sonrasında CHP yönetimini esas olarak elinde tutmuş ve ister kendilerinden, isterse yapısal veya konjonktürel nedenlerden ya da bütün bunların sonucu olarak kayda değer bir seçim başarısı gösterememiş bir kadronun elinden devralmıştır. Netice de bu “değişim”in bir fırsata dönüştürülmesi başarının göstergesi de olacaktır. Eğer “demokratik” görünme adına yaygın bir biçimde önseçim yapılacaksa, bu yalnızca mevsimlik bir vitrin dışında hiçbir şeyin değişmemesi anlamına gelir. Oysa tüm yöntemler bir arada ve dikkatle kullanılırsa bu geniş kitleler için partinin geleceğine yönelik ümidi yükseltecektir.
Merkez yoklaması yapmanın sorumluluğunun genel başkan başta olmak üzere doğrudan üst yönetime ait olacağı açıktır. Türk siyaset geleneğinde her zaman parti üst yönetimleri başarısızlık durumunda bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeseler, seçim ve dolayısıyla zaman kaybettirseler de, sorumluluğun sahibinin açık olması yine de iyidir.
Sonuçta, cesaretle, iyi niyetle ve Türkiye gerçeği dikkate alınarak önseçim, eğilim yoklaması ve merkez yoklamasının tümünün yerindelikle kullanılması CHP’nin en temel iddialarından biri olması gereken “fırsat eşitliği”nin sağlanmasına da olanak verecektir.
Meral ÖZTOPRAK SAĞIR Sosyolog