Onlar için çok geç
Yargıtay’ın usul ve esastan bozduğu dava süreci İlhan Selçuk ve Türkan Saylan’ın da aralarında olduğu 18 kişinin hayatına mal oldu.
Hilal KöseKuddusi Okkır, Ergenekon soruşturmasının kayıplarından yalnızca biri. Teknopark Elektronik Bilişim ve Danışmanlık şirketinin sahibiyken 24 Haziran 2007’de, “Ergenekon’un kasası” olduğu öne sürülerek tutuklandı. 8 ay tutuklu kaldığı cezaevinde akciğer kanserine yakalandı. Tahliyesinden 5 gün sonra yaşamını yitirdi. Okkır’ın eşi Sabriye Okkır ise o günden beri hukuk mücadelesi veriyor. Eşi tutuklandığı gün hayatının altüst olduğunu söyleyen Sabriye Okkır, Ergenekon bozma kararını Cumhuriyet’e değerlendirdi.
Okkır, “Sadece eşimi cezalandırmadılar, en çok da beni cezalandırdılar. 2007’de İstanbul’daki evimi kapatıp Yalova’ya taşındım. Davalarım sürdükçe benim işkencem devam ediyor” dedi.
‘Majör depresyon’
Okkır’ın sağlığı, cezaevindeki son iki ayında hızla kötüleşti. Okkır’a ilk önce major depresyon tanısı kondu. Son günlerinde soruları algılamakta ve kendini ifade etmekte güçlük yaşıyordu. Yatalak bir hasta gibiydi. Tam teşekküllü bir hastanede tedavi olmak istiyordu. Okkır, Bayrampaşa ve Haseki devlet hastaneleriyle, Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi arasında defalarca dolaştırıldı. Trakya Üniversitesi Hastanesi’ne yatırıldığında kanserin son evresiydi. Öldüğünde hakkında iddianame bile yoktu. Sabriye Okkır, “Eşim kahrından öldü” diyerek, davalar açtı. Okkır’ı tutuklamaya sevk eden savcı ve tutuklama kararı veren yargıçlar hakkındaki şikâyete Adalet Bakanlığı soruşturma izni vermedi.
Her gün işkence...
Sabriye Okkır, bozma kararına ilişkin, “Yargıtay doğru olanı söylemiş. Ergenekon diye bir senaryo yazdılar. Kuddusi ‘Bir kılıf hazırlamışlar ama içini dolduramıyorlar’ diyordu. Sonraları Tayyip Erdoğan da ‘aldatıldım’ demedi mi? Benim eşim de hayatından oldu” dedi. Ergenekon operasyonundan önce herkes gibi sıradan bir yaşantılarının olduğunu söyleyen Okkır, şöyle konuştu: “Her şey altüst oldu. Kuddusi’nin AR-GE üzerine küçük bir danışmanlık şirketi vardı. O tutuklanınca, kirayı ödeyemediğim için İstanbul’dan Yalova’ya taşınmak zorunda kaldım. Hasta annemi de kaybettim. 65 yaşında, emekli bir iktisatçıyım. Tek başımayım. Bir oğlumuz İstanbul’da. Sadece eşimi cezalandırmadılar. Beni daha çok cezalandırdılar. Ben hâlâ, bu olayla ilgili en büyük üzüntüyü duyan insanım. Davalar sonuçlansaydı belki kafamdaki soru işaretleri biterdi. Bana her gün işkence çektiriyorlar.”
Yargıtay kararını göremediler Ergenekon sürecinde Gazetemiz İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk, Kuddusi Okkır, Türkan Saylan, Uçkun Geray, Ali Tatar, Erhan Göksel, Arif Doğan, Emcet Olcaytu, Fatih Derdiyok, Hüseyin Görüm, Mehmet Koral, Muzaffer Tekin, Münir Kemal Yavuz, Salih Kunter, Sami Hoştan, Ünal İnanç, Kaşif Kozinoğlu, Engin Aydın yaşamını yitirdi. |
Veda bile edemediler
Ali Tatar:
Amirallere Suikast davası nedeniyle tutuklanan Deniz Yarbay Ali Tatar, suçlamayı gururuna yedirememişti. Tahliye olduktan iki gün sonra ikinci kez tutuklama kararı çıkınca veda mektubu bırakarak intihar etti. ‘Son Mektup’unda “Öncelikle başınızı öne eğdirecek hiçbir şey yapmadım. Başınızı dimdik tutun. Ama ben bu hukuksuzlukla yaşayamam. Belki benim ölümüm benim durumumda olanların aydınlığa çıkmalarına vesile olur... Şunu bilin ki, en küçük suçu ve günahı olmayan ben bu yapılan hukuksuzluğa isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum” diye yazan Tatar’ın sözleri yaşanan sürecin adeta özetiydi.
Doğan Yurdakul:
Oda TV davasından tutuklanan gazeteci Doğan Yurdakul cezaevindeyken eşi Güngör Yurdakul kansere yakalandı. Yurdakul, son telefon konuşmalarında “Zor günlerinde yanında olamadım, bana kırgın mısın” diye sormuştu. Eşi de “Kırgın değilim. Beni hep iyi günlerimizdeki gibi hatırla” yanıtını vermişti. Doğan Yurdakul eşini son kez cenaze töreninde görebilmişti.
Fatih Hilmioğlu:
İnönü Üniversite Rektörü’yken tutuklanan Hilmioğlu, tutukluyken 3 ayrı kansere yakalanmasına karşın tahliye talebi aylarca kabul edilmedi. O içerde yaşam savaşı verirken, oğlunun ölüm haberiyle yıkıldı. Oğluna son kez cenaze töreninde sarılabildi.
Mustafa Sönmez:
Ergenekon duruşması sırasında Yarbay Sönmez oğlunun ölüm haberini aldı. Oğlunun Bandırma’daki cenaze törenine “kaçabilir” denilerek deniz yoluyla götürülmedi. Kara yolculuğu 7 saat sürünce evladına veda bile edemedi. Mezarlıkta “Hayatımda ilk kez yenildim” diye acısını haykırdı.
Türkan Saylan:
Dava sürecinde ÇYDD’ye baskın düzenlenerek evraklara el konuldu. Kanser tedavisi gören Saylan o baskından bir ay sonra yaşamını yitirdi.
Kaşif Kozinoğlu:
2011’de tutuklanan MİT mensubu Kaşif Kozinoğlu, davasına bir hafta kala cezaevinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
Mehmet Koral:
2009 yılında tutuklanan Mehmet Koral, cezaevindeyken beyin kanserine yakalandı. Tahliye talebi “kaçma” şüphesi olduğu gerekçesiyle ancak 2.5 yıl sonra kabul edildi. Ancak hastalığı çok ilerlemişti. Yaşama tutunamadı.
DAVA SÜRECİ
Ergenekon süreci, 12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekondunun çatısında, 27 el bombası bulunmasıyla başladı. Halen “kaçak” durumunda olan savcı Zekeriya Öz’ün yürüttüğü soruşturma, başlangıçta topluma “Derin devletle mücadele” olarak sunuldu. Ancak zamanla soruşturma; dalga dalga yayılarak, gazeteciler, siyasetçiler, askerler, sivil toplum örgütü temsilcileri, akademisyenler, sendikacılar dahil olmak üzere toplumun muhalif kesimlerini hedef alan bir sürece evrildi. Toplumun Cemaate ve iktidara muhalif kesimleri, soruşturmanın etsiyle bir bir susturuldu. Muhalefet partilerinin operasyonlara yönelik eleştirilerine yanıt veren dönemin Başbakanı Erdoğan ise soruşturmaya “davanın savcısıyım” diyerek sahip çıktı. Erdoğan, bununla da yetinmedi ve zırhlı makam aracını savcı Öz’e tahsis etti.
23 dosya birleşti