Onlar hep haklı çıktı
‘Aysel, Türkiye Cumhuriyeti bitti, bitti...’
cumhuriyet.com.trYürekli ve tutarlı bir Cumhuriyetçi dostumuzu yitireli tam 4 yıl oldu. O seçkin bir gazeteci yazar ve düşünür olarak basın tarihinde onurla yer aldı. Zor günler, insanın kalitesinin aynasıdır. İlhan Selçuk, zor günlerde fikirleriyle düşünmeyi bilen kişiliğiyle örnek alınacak bir yurtsever oldu. 2008 yılının Mart ayının ilk günleriydi. Evimize İlhan Abi ile birlikte birkaç dostumuzu davet etmiştik. Yemekte havadan sudan, biraz da siyasetten söz ettiğimiz o güzel akşam, birkaç gün sonra 21 Mart günü herkesin İlhan Abisi olan İlhan Selçuk’un yaşadığı travmanın konusunu oluşturacaktı. 21 Mart sabahı, gün doğmadan maruz kaldığı haksız, kaba polis baskını ve hukuk dışı gözaltı sürecinde ona sorulanlar arasında eşim ile geçen bir telefonla davet konuşmasının da hesabı sorulacaktı. Davet sahibi ben ve eşimin kim olduğumuz, ne iş yaptığımız, kendisinin yemeğe neden davet edildiği, neler konuşulduğu gibi özel yaşama ilişkin konular sorgunun önemli bir bölümünü oluşturacaktı. Gizlice dinlenmiş olan konuşma gazetelerde yer alınca olayın ne kadar ciddi olduğu ortaya çıkmıştı. Esasen sorgulanacak yasadışı gizli bir şey de yoktu. Her şey İlhan Selçuk’un “pencere”sinden okunabiliyordu. Maksat düzmece deliller, kurmaca mahkemelerce ona gözdağı vermekti.
40 saat uykusuz geçen gözaltı, yıllarca maddi ve manevi acılara dayanmış vücudunun gücünü kaybettiği yaşta, kalbini yormuş yıpratmıştı. Belki de baskının amacı da buydu. Tıpkı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nde Türkan Saylan’a yapılanlar gibi. Gençliğinde acılara karşı koymayı çok iyi bilen, Ziverbey işkencelerini atlatan sağlam kişiliği, bu konuları sohbetlerde anmamayı, sanki olmamış gibi davranmayı tercih ediyordu. Bu son baskından ve gözaltından sonra da şikâyet etmeden, önemli bir şey olmamış gibi davranabilmişti. Bu yaklaşım İlhan Abi’nin alışılmışın dışındaki güçlü kişiliğinin eseriydi. İlhan Selçuk, kardeşleriyle birlikte Atatürk Devrimlerinin yeşerttiği bir aydınlanma kültürü içinde yetişmişti. Devrimlerin ışığının aydınlattığı özgürlükçü, demokrat bir Türkiye’de yaşamak hayali zor günlerdeki mücadelesinin gücü oldu. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ile Anadolu aydınlanması arasındaki bağ, konuşmalarının özünü oluşturuyordu. Anadolu’nun aydınlık yüzleri Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi şair ve düşünürler, ilham kaynağıydı.
Gençliği etkiledi
Laikliğin devrimlerin özü olduğu gerçeği, Türk Medeni Kanunu’nun 1926’dan beri kadınlarımıza sağladığı hakların ve özgürlüğün değeri yazılarında sık sık vurguladığı anafikir olmuştu. Düşünce özgürlüğü, bilimin dinin baskısından kurtulmasının toplumun gelişimine etkisi yazılarında başrol oynadı.
Türk toplumunun sol fikirlerle tanışması 1961 Anayasa’sının getirdiği özgürlükten sonraki döneme rastlar. O dönem ve sonrası çeşitli sol akımların toplum katmanlarına kısmen de olsa yayıldığı dönemlerdir. Bu süreçte İlhan Selçuk toplumu ve özellikle gençleri etkilemeyi misyon edinmişti. İşte bu misyon her dönemin ona yaşattığı acılara direnme gücü veriyordu.
1968 kuşağı ve sonrakilerin sol fikirleri benimsemesine öncülük eden İlhan Selçuk, 1980 öncesi ve sonrası yaşanan acı olaylara rağmen kuşaklar boyu genç nesli etkilemeyi bilmiştir.
2002 AKP iktidarının ilk yıllarında medya ve iş çevreleri, ABD ve AB ülkeleri Tayyip Erdoğan’ı taltif ederken onu İslamı demokrasi ile birleştiren lider olarak alkışlarken, İlhan Selçuk tehlikenin herkesten önce farkına varmıştı. Toplumu uyandıracak yazılarına devam ediyordu. Sonuçta o haklı çıktı. “Pencere”sinden seslendiği yüz binlere Atatürk devrimlerinin anlamını ve erdemini bıkmadan yorulmadan anlattı.
Hastalığında kendisini ziyarete gittiğimde onu epeyi sarsılmış buldum. Hukuk Fakültesi’nden sınıf arkadaşım sevgili kardeşi Ülfet de oradaydı. İçeri girip rahatsız etmek istemediğimi söyledim. “Sorayım” dedi. Beni görünce güler yüzle ama üzgün bir üslupla, “Aysel, Türkiye Cumhuriyeti bitti, bitti…” cümlesini iki kez tekrarladı. Her saniye Atatürk Türkiye’sinin heyecanını yaşarken, geriye gidişi de hüzünle hissediyordu. Çok üzüldüğümü ve duygulandığımı söylemeliyim. Ona emaneti koruyacağımızı söyledim. Nur içinde yatsın. İlhan Selçuk asla unutulmayacaktır.
ŞÜKRAN SONER
Cumhuriyet aydınlanması bilgeleri, İlhan Selçuk-Turhan Selçuk kardeşleri anma etkinliği, Cumhuriyet okurları ile çalışanlarının buluştukları Silivri, Cumhuriyet Mahallesi’nde, İlhan Selçuk Kırevi’nde, 15 Haziran Pazar günü, katılımcıların yaşanmış anılarını söz alarak aktarımlarıyla, canlı dost tanıklıklarının, sıcak bir söyleşi içeriğinde gerçekleştirildi. İlhan Selçuk’un kurucu başkanlığını yaptığı, Cumhuriyet Mahallesi, Okur, Çevre, Kültür ve İşletme Kooperatifi’nin düzenlediği anma etkinliğinde, etkinliğin açılışını yapan Koop-C Başkanı Erdal Atabek, İlhan Selçuk-Turhan Selçuk kimliklerinin, Cumhuriyet, Anadolu aydınlanması, aydınları arasındaki önemli yerleri, etkinlikleri, bilinç oluşturmada anlamlı rolleri üzerinden genel bir değerlendirme yaptı... Söz konusu anlamlı etkinlikleri, kimlikleri nedeniyle de, yetişmiş kuşakların güçlerini birleştirmeleri, en çok da yeni kuşakların yetişmesi, önlerinin açılmasında işlev yapacak, isimleri üzerinden bir Aydınlanma Enstitüsü oluşturulabilmesi girişimi, projesinden de söz etti. Her ikisi ile ilgili kimi anılarını paylaştı. İlk sözü Cumhuriyet Mahallesi’nin en kıdemli sakinlerinden Naciye İsmet Kadiroğlu’na verdi. Kadiroğlu yaşam boyu İlhan Selçuk’u yazıları, Turhan Selçuk’u çizgileri ile izlemiş, düşünceleri, savundukları değerlerden etkilenmiş, kendi değerlerini, çizgisini belirlemiş onları çok seven bir birey olarak Cumhuriyet değerlerinde buluşan insanları daha yakından tanımak, birlikte aynı havayı koklamak üzere Cumhuriyet Mahallesi’nde yaşama kararı verdiğini anlattı. Cumhuriyet Mahallesi’nde oturmadığı halde, İlhan Selçuk Kırevi’nde yapılan kültür etkinliklerinin çoğuna katılan Öykü Yıldıran anılarını paylaşırken, İlhan Selçuk’un Japon Gülü yazısının, en zorlu koşullara direnen güzelim çiçeğin üzerindeki çarpıcı etkisi ile “Japon gülü” yetiştirme çabalarını aktardı. İlhan Selçuk’a eliyle veremediği “Japon gülü”nü cenaze töreni sonrası getirişini, kırevine armağan ettiği tabloyu sıcak anılar olarak paylaştı.
Genç kuşağın temsilcisi Öykü Yıldıran, şiir diliyle yazılmış İlhan Selçuk’un yazısını, dinleyenleri etkileyen çok sıcak bir dille okudu. Turhan Selçuk aramızdan ayrıldığında, gazetemizde yayımlanan sevenlerinin gönderdikleri ilanlar arasında ilginizi çekmiş olabilir; “Abdülcanbaz’ı sonsuzluğa uğurladık. Bütün canbazların gözü aydın...” Cumhuriyet değerlerinin savunulduğu tüm etkinliklerdeki katılımı, eylemci katkısı ile tanınan Özden Gönül,
Selçuk kardeşlerin yazıları ve çizgileriyle kendi kimliğinin oluşumundaki etkin rollerini dostlarıyla paylaşırken, verdiği örnekler coşkuyla paylaşıldı.
Turhan Selçuk’un eşi Ruhan Selçuk iki kardeşin ürünleri, savundukları değerlerle, çevrelerinde yarattıkları sevgi bağından kimi özel anıları paylaştı. Katkıda bulunmak için arka arkaya söz alanlar Selçuk kardeşlerin çok güçlüs ortak değerlerde buluştukları Cumhuriyet, Aydınlanma savaşımının özel yaşamlarına da yansıyan, öncelik alan tutkulu, zorlu çabalarından sıcak anıları paylaştılar. Selçuk kardeşler için yaşam boyu önceliğin, Cumhuriyet, Aydınlanma savaşımına katkı olduğunun altını çizen tanıklıklarını aktardılar. İlhan Selçuk’un Cumhuriyet Mahallesi’nde uzun yıllar sonra bitirebildiği, içinde hiç oturamadığı evi, Cumhuriyet gazetesini yaşatabilme sorumluluğundaki koşturmacaları, öncelikleri nedeniyle içinde burukluk bırakan yazamadığı Cumhuriyet’e ilişkin romanı, toplumsal sorumlulukları, savundukları değerleri yaşamlarının odağı yapmış bu iki güzel insanın ödemek zorunda kaldıkları bedellerden.. kimi satır araları paylaşıldı.
ALTAN ÖYMEN
Yarım yüz yıllık dostluk
İlhan Selçuk, basınımızın ve edebiyat hayatımızın en usta kalemlerindendi. Basının yanında “edebiyat”ı da vurgulamamın nedeni şu: Her yazısı, liselerin edebiyat derslerinde, bir olayın veya bir düşüncenin en iyi nasıl anlatılabileceğinin örneği olarak okutulabilirdi... Olay veya düşünce karmaşık da olsa, nasıl basite indirgenebileceğinin, anlaşılır hale getirilebileceğinin örneği olarak...
Kısa kısa cümleler... Çok sık satırbaşları... Soyut kavramları somutlaştırmalar... Kısa fıkra anlatımları...
Bunlar, Selçuk’un yazı tekniğindeki ustalığının öğelerindendi.
Böyle teknik ustalıkla yazılmış yazıların içeriğinde ise, güçlü bir mantıkla idealizmin sentezinden oluşan tutarlılık vardı.
İlhan Selçuk solcuydu, Aydınlanmacıydı. Atatürk devrimlerine inanırdı... Onların korunmasını ve Türkiye’nin, bağımsız bir devlet olarak çağdaşlaşma yolunda ilerlemesine devam etmesini isterdi. Buna aykırı hareketlere ve Cumhuriyet’in ilke ve kurumlarını tahrip etme eğilimlerine karşı çıkmayı görev sayardı.
‘Avukatlıktan dergiciliğe’
Onu 1950’lerin sonlarında tanıdım. O vakte kadarki hayatının özeti şuydu: 1925’te İzmir’de dünyaya gelmişti. Subay olan babasının görev yerleri değiştikçe, Anadolu’nun değişik kentlerine taşınmışlardı. Ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte öğrenim gördükleri okullar da bu taşınmalara göre değişmişti.
Liseyi, Adana Erkek Lisesi’nde, üniversiteyi de İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okumuştu. Turhan Selçuk, diş hekimliği öğrenimi görüyordu, fakat asıl merakı karikatüreydi. Mizahçı yanı daha çocuk yaşlarındayken gelişmişti.
Aslında İlhan Selçuk’un da mizah yanı çok güçlüydü. O da karikatür denemeleri yapar, ama daha çok mizahi yazılar yazmaya ilgi duyardı. Bu eğilimi, ileride on yıllar boyunca yazacağı siyasi yazılara da yansıyacak, mizahi üslubu yazıları daha da renkli kılacaktı. 1950’lerin başlarında iki kardeş, bir vesileyle Akbaba dergisinin sahibi Yusuf Ziya Ortaç’la tanıştı. Turhan, dergiye karikatürler çizmeye, İlhan da onunla birlikte Babıâli’ye gidip gelmeye, yazar- çizerlerle tanışmaya başladı. İlhan Selçuk, fakülteyi bitirince önce bir süre avukatlık yaptı, bir yandan da küçük fıkralar yazmaya başladı. Bunları yayımlayan ilk gazete, Yeni İstanbul’du. Bu başlangıçın arkasından iki kardeş birlikte bir karikatür dergisi çıkarmaya karar verdiler. 1952’de bir yayınevinin katkısıyla “41. Buçuk”un satışı başlangıçta iyi gitti. Özellikle siyasi karikatürleriyle ilgi çekti. Fakat yayınevi sahibi, karikatürlerdeki eleştirilerin dönemin iktidarını kızdıracağından endişe ediyordu. Bir süre sonra dergiyi kapattı. 1956’da bir süre Akbaba dergisi kadrosunda çalıştıktan sonra oradan ayrılarak “Dolmuş” adında ikinci bir karikatür dergisi çıkardılar. Yazarları arasında Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Refi Cevat Ulunay, Selami İzzet Sedes, Bülent Oran da yer almıştı. O derginin de, gene hükümete yönelik mizahi eleştiriler yüzünden başı dertten kurtulamadı. Defalarca toplatıldı. Yazarları, çizerleri hakkında soruşturmalar ve davalar açıldı. Bu davalardan İlhan Selçuk da nasibini aldı. Komünistlik yaptığı iddiasıyla takibata uğradı. Sonuçta “Dolmuş”
da kapandı.
‘Selçuk ve Cumhuriyet’
İlhan Selçuk’la tanışmam, Dolmuş’un kapanmasından sonraydı. Ben Ankara’da Ulus gazetesindeydim. O da, biraz gecikmiş olarak askerliğini Yedek Subay Okulu’nda yapmak için Ankara’ya gelmişti. Birbirimizi, gazetecilik camiası içinde kısmen tanıyorduk. Şahsen de tanıdık... Ve ondan sonra dostluğumuz hayat boyunca devam etti. Bir dönem de Cumhuriyet’te çalıştık. İlhan, askerlikten sonra bir süre Akşam ve Tanin gazetelerinde yazdı. Ama yazılarının geniş bir okur kitlesi ile buluşması, 1962’de Cumhuriyet yazarlığına geçmesiyle başladı. O yıldan sonra artık ömür boyunca Cumhuriyet yazarıydı. Kimisi hapiste yatmanın, kimisi gazetedeki iç anlaşmazlıkların sonucu olarak zorunlu hale gelen birkaç “ayrılık” dönemi hariç... Adı, gazetenin sahibi ve başyazarı Nadir Nadi ile birlikte Cumhuriyet’le özdeşleşti.
Nadir Nadi’nin vefatından sonra ise sorumluluğu daha da arttı. Gazetenin yeni bir oluşum içinde imtiyaz sahipliğini üstlendi. Cumhuriyet’in karşı karşıya kaldığı çeşitli güçlüklerin üstesinden gelmesinde ve ülkemizin en kıdemli gazetesi olarak yayın hayatına başarı ile devam etmesinde İlhan Selçuk’un payı büyüktür.
‘Suç ve Zekâ’
Hayatının son yıllarında başına gelen, daha doğrusu “başına getirilen” onu Radikal’deki bir yazımda anlatmıştım. Burada da kısaca anlatayım:
“Ergenekon davası” iddianamesinde hakkında yazılanları ben de okudum. İlhan Selçuk’un “suç”unun somut olarak ne olduğu yazılmıyor. Ama Selçuk’un “zeki” olduğu yazılıyor. Zeki olduğunun kanıtı olarak da 1972-1973 yılları arasında tutuklanarak yargılandığı bir dava hatırlatılıyor. O davada Selçuk, ünlü Ziverbey Köşkü’nde gördüğü işkenceyi, “akrostiş” yoluyla kayda geçirmişti. (Ziverbey’de el yazısı ile yazılan ifadesini o şekilde yazmıştı ki, ifadenin her cümlesinin belirli kelimelerinin, belirli harfleri bir araya getirilince, o ifadeyi “İşkence altında” verdiğini anlatan bir cümle ortaya çıkıyor.) Ergenekon iddianamesinde bu olay hatırlatılarak “şüpheli” İlhan Selçuk için şöyle deniyor:
“Buradan şüphelinin ne kadar uyanık ve zeki olduğu anlaşılmıştır. Ergenekon Terör Örgütü içindeki faaliyetlerinde de hiçbir zaman açık vermemeye çok dikkat ettiği, örgütün gizlilik ilkesine maksimum uyduğu anlaşılmıştır.”
“Bunu hatırlatmamızın nedeni şüphelinin en çok sorgulanmalarda ve ifadelerinde ne kadar tecrübeli ve profesyonel olduğunu vurgulamak içindir.” İddianamede, böylece “zeki, tecrübeli ve profesyonel” olduğu saptanan Selçuk’un Ergenekon davası sırasındaki izlenişinde de, aynı şekilde davrandığı “cep telefonu kullanmadığı”, “sabit telefondan yaptığı görüşmelerde de çok dikkatli konuştuğu” belirtiliyor. Bunun sonucu olarak da “örgütsel yapıyı deşifre edebilecek her türlü söz ve tavırdan uzak durduğu”nun “tespit” edildiği bildiriliyor.
Bunlara benzer daha pek çok “tespit”i içeren iddianameden çıkan sonuç şu: İlhan Selçuk’a isnat edilen “suç işlemek için örgütlenmek”, “hükümeti devirmek”, “Meclis’in görevini yapmasını önlemeye teşebbüs etmek” gibi suçların hiçbir kanıtı yok. Ama bunun sebebi İlhan Selçuk’un suçsuz olması değil, “zeki” olması. Zekâ sayesinde suç kanıtlarının ele geçirilmesini önlüyor.
Özetle: Türkiye’nin en usta, en tutarlı yazarlarından biri olan İlhan Selçuk’un ölmeden önceki gözaltına alınışının ve Ergenekon mahkemesi
önünde sanık hale getirilişinin böyle bir “gerekçe”: “Mademki zekidir, öyleyse suç işlemiş ve bunu gizlemiştir.” Evet, İlhan Selçuk’un bütün “haslet”lerinin yanında “zeki” olduğu muhakkaktı. Ama zeki olmanın bir iddianamede “suç kanıtı” sayıldığı, herhalde ilk defa görülüyor ve bu “ilk”in herhalde ülkemizin adalet tarihinde unutulmaz bir yeri olacak. Eğer İlhan Selçuk yaşayıp bu iddaname karşısındaki savunmasını mahkeme önünde yapabilseydi,
bunu da o unutulmaz mizah gücüyle en iyi o değerlendirebilirdi. Onu ve kendisinden üç ay önce kaybettiğimiz ağabeyi değerli karikatürist Turhan Selçuk’u sevgiyle, saygıyla, rahmetle anıyoruz.
Kocaman yürekli adam:
İLHAN SELÇUK
Dr. GÜRBÜZ BARLAS
Evvelce yazılarını kıvançla okuduğum İlhan’ı ilk defa 1960 yılında, ağabeyim Cemil Sait Barlas’ın evinde tanıdım. Hafta sonları ağabeyim Cemil Sait Barlas’ın evine İlhan’la beraber Sabahattin Selek, Kemal Tahir, Tahir Alangu ve birçok aydın kişi gelirdi, sabahlara kadar her konu konuşulur tartışılırdı. O hafta sonlarını iple çekerdim. İlhan’la çok anılarımız var hangisini yazsam, birkaçını yazayım. Perşembe günleri Tarabya’da Cumhuriyet yazarları ve arkadaşları ile bir arada olurduk. Nadir Nadi, İlhan ve Turhan Selçuk, Melih Cevdet, Yaşar Kemal, Ali Sirmen, Agop Arat, İbrahim Çamlı gibi birçok değerli kişiyle birlikte. Tarabya’dan sonra, perşembeleri bir süre Ayazma’daki Neşe Restoran’da toplandık. En son toplantımıza Ali Sirmen’in konuğu olan Uğur Mumcu da katıldı, Uğur Mumcu’yu son görüşüm oldu. Çoğu akşamlarda Berin Hanım’la Nadir Bey’in evine konuk olurduk. Berin Hanım’la karşılıklı şakalaşırlardı, Berin Hanım’a patron diye takılırdı. Basit şeylerden keyif alırdık zira bizim için kıymetli olan şey sohbetlerimizdi. Bir akşam Divan Oteli’nde Aziz Nesin ve İlhan’la buluştuk, o ortamdan sıkılınca kalktık Aziz Nesin’in evine gittik, bakkaldan aldığımız peynir, ekmek, pastırmayı meze yapıp güzel vakit geçirdik. İlhan daima sakin, sesini yükseltmeyen bir kişiydi. Fakat inandıklarına bağlılığı konusunda hassastı. Yıllar evvel Ankara’da arkadaşımız Haluk Muratoğlu’nun evinde, sosyetik bir hanımın sol hakkında zırvalarına karşı kendini kaybedip bağırdığını gördüm.
İlhan farklı bir adamdı. Paraya, rütbeye, koltuğa itibar etmezdi. Farklı bakardı hayata. Bir dostun evine akşam yemeğine davetliydik. İlhan’la beraberiz, İlhan kravat takmaz, aynı yere davetli bir zengin anlaşılan İlhan’ın yazılarına kızıyor birdenbire, İlhan’ı kravatsız görünce büyük bir hiddetle kravatını çıkartıp bize doğru fırlattı İlhan da gülüp geçti. Gaziantep öğretim üyeleri her ay bir düşünürü, yazarı Baltalimanı Profesörler Evi’ne konuşmaya davet eder, ben de İlhan’ı önerdim. Konuşma yapmak üzere geldi, birden kendisini karşılayan kişiyi görünce irkildi. Karşılayan kişi, askeri darbede İlhan’a yanaşıp, onun Ziverbey’e gitmesine neden olan MİT görevlisi, ajan provokatördü. Hemen araya yakınlarım girdi. Adama epey laf ettiler. İlhan soğukkanlılığını bozmadan güzel konuşmasını yaptı. Yüreği büyük bir adamdı. Kin tutmazdı. Güzel anılardan biri de bizim eve yemeğe geleceğini söyledi ve ekledi “İki hanım arkadaş getireceğim” dedi. Bu hanımlar sevgili Miyase ve Şükran’dı. Bize gelirken Miyase ve Şükran birer şişe içki getirmişlerdi. Kapının önünde İlhan, “Nedir o elinizdekiler verin bir bakayım” diye ellerinden alıyor içkileri. Ben kapıyı açar açmaz da, “Bak bu içkileri ben getirdim. Bu görgüsüz Şükran’la Miyase böyle eli boş çıkagelmişler” demişti. Sonra Miyase ile Şükran’dan gerçeği öğrenip kahkahayı basmıştık. Güne, İlhan’ı “Pencere”sinde okuyarak başlardım, düşünüyorum da hep yazdıkları doğru çıktı. Hayran olduğum bu bilge kişiden çok şey öğrendim. Karım ve baldızım da onun hayranıydı, en ufak politik konuda telefonla arar Selçuk, Melih Cevdet, Yaşar Kemal, Ali Sirmen, Agop Arat, İbrahim Çamlı gibi birçok değerli kişiyle birlikte. Tarabya’dan sonra, perşembeleri bir süre Ayazma’daki Neşe Restoran’da toplandık. En son toplantımıza Ali Sirmen’in konuğu olan Uğur Mumcu da katıldı, Uğur Mumcu’yu son görüşüm oldu. Çoğu akşamlarda Berin Hanım’la Nadir Bey’in evine konuk olurduk. Berin Hanım’la karşılıklı şakalaşırlardı, Berin Hanım’a patron diye takılırdı. Basit şeylerden keyif alırdık zira bizim için kıymetli olan şey sohbetlerimizdi. Bir akşam Divan Oteli’nde Aziz Nesin ve İlhan’la buluştuk, o ortamdan sıkılınca kalktık Aziz Nesin’in evine gittik, bakkaldan aldığımız peynir, ekmek, pastırmayı meze yapıp güzel vakit geçirdik. İlhan daima sakin, sesini yükseltmeyen bir kişiydi. Fakat inandıklarına bağlılığı konusunda hassastı. Yıllar evvel Ankara’da arkadaşımız Haluk Muratoğlu’nun evinde, sosyetik bir hanımın sol hakkında zırvalarına karşı kendini kaybedip bağırdığını gördüm.
İlhan farklı bir adamdı. Paraya, rütbeye, koltuğa itibar etmezdi. Farklı bakardı hayata. Bir dostun evine akşam yemeğine davetliydik. İlhan’la beraberiz, İlhan kravat takmaz, aynı yere davetli bir zengin anlaşılan İlhan’ın yazılarına kızıyor birdenbire, İlhan’ı kravatsız görünce büyük bir hiddetle kravatını çıkartıp bize doğru fırlattı İlhan da gülüp geçti. Gaziantep öğretim üyeleri her ay bir düşünürü, yazarı Baltalimanı Profesörler Evi’ne konuşmaya davet eder, ben de İlhan’ı önerdim. Konuşma yapmak üzere geldi, birden kendisini karşılayan kişiyi görünce irkildi. Karşılayan kişi, askeri darbede İlhan’a yanaşıp, onun Ziverbey’e gitmesine neden olan MİT görevlisi, ajan provokatördü. Hemen araya yakınlarım girdi. Adama epey laf ettiler. İlhan soğukkanlılığını bozmadan güzel konuşmasını yaptı. Yüreği büyük bir adamdı. Kin tutmazdı.
Güzel anılardan biri de bizim eve yemeğe geleceğini söyledi ve ekledi “İki hanım arkadaş getireceğim” dedi. Bu hanımlar sevgili Miyase ve Şükran’dı. Bize gelirken Miyase ve Şükran birer şişe içki getirmişlerdi. Kapının önünde İlhan, “Nedir o elinizdekiler verin bir bakayım” diye ellerinden alıyor içkileri. Ben kapıyı açar açmaz da, “Bak bu içkileri ben getirdim. Bu görgüsüz Şükran’la Miyase böyle eli boş çıkagelmişler” demişti. Sonra Miyase ile Şükran’dan gerçeği öğrenip kahkahayı basmıştık. Güne, İlhan’ı “Pencere”sinde okuyarak başlardım, düşünüyorum da hep yazdıkları doğru çıktı. Hayran olduğum bu bilge kişiden çok şey öğrendim. Karım ve baldızım da onun hayranıydı, en ufak politik konuda telefonla arar fikirlerini alırlardı. Nitekim İlhan’ın Ergenekon soruşturmasında üçümüzün de ismi geçiyor. Hastalandı by-pass ameliyatı oldu, uzun süre hastanede kaldı, evine çıktı tekrar hastaneye yatmaya mecbur oldu. Hastane günlerinde her günümüz birlikte geçti. Hep Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni ve gazetesi Cumhuriyet’i düşündü, kaygılandı. Acaba bugünleri görse ne düşünür ne yazardı? Her an İlhan’ın yokluğunu hissediyor ve özlüyorum. Memleketine olan aşkını ve ideallerine olan bağlılığını düşünerek onu sevgiyle anıyorum.