Onlar gazeteci ise ben neyim?

Tuğrul Eryılmaz'ın uzun yıllar yayın yönetmenliğini yaptığı Radikal İki'deki görevine son verildi, onunla birlik 13 kişi de işten çıkarıldı. Eryılmaz kızgın ve kırgın değil, kendiyle birlikte işten çıkarılan gençlere üzülüyor en çok. İktidarın ve ana medyanın gençlerden korktuğunu söylüyor.

Ali Deniz Uslu / Cumhuriyet

Tuğrul Eryılmaz gazeteciliğe kafa yoran pek çok kişinin yolunun kesiştiği ya da kesişmek istediği isimlerden. Eryılmaz, Nokta, Yeni Gündem, Tempo, Sokak, Cumhuriyet ve Yeni Asır dergi ve gazetelerinde çalıştı, üniversitelerde ders verdi. Pek çok gazeteciye hocalık, mihmandarlık etti. Gazeteciliğin ne olması, daha doğrusu ne olmaması gerektiğini anlattı. 40 yıldır Türkiye'nin fırtınalı medya denizinde batmadan kaldı ama 1996’dan beri yayın yönetmenliğini yaptığı Radikal İki'deki yayın yönetmenliğine “dijital dönüşüm” neden gösterilerek son verildi. İşte hikayenin özeti.


- Radikal İki'nin 17 yıl yayın yönetmenliğini yaptınız ve üç hafta önce işten çıkarıldınız. Nasıl geçti bu üç hafta, boşluğa düştünüz mü?
Boşluğa düşecek zaman yok çünkü hayat devam ediyor, bir yandan da para kazanmam gerekli. Hem elli yaşında ruhsal sıkıntıları atlatmak kolay, zaten maalesef Türkiye'desin, maalesef burayı çok seviyorsun, burada yaşamak zorundasın ve de kararlısın burada varolmaya, o yüzden kenara çekilmek, boşluğa düşmek diye bir şey yok!

- Gazetelerin “dijital dönüşüm” derdi “kentsel dönüşüm” gibi riyakarca geliyor bana,  insansız gazeteler için bir kılıf değil mi bu?
Öyle bir şey elbette var ama dönüşümün bir kısmı da gerekli. Zira gazete başarısız.

Biz başarısız olduk, gazete iyi yönetilmedi. “Sen niye kaldın bu zamana kadar?” diyeceksin. “Radikal İki”nin kapıları ırkçılık ve ağır milliyetçilik yapmadığı taktirde herkese açıktı, benim derdim bu kapıyı açık tutmaktı. Biz bunu denedik ve cevabını sonunda aldık!

-Zamanlama “manidar” mı?
Ben gazeteciyim, becerebildiğim kadar kişisel fikrimin haberin önüne geçmemesine çalıştım. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. Tek derdimiz bir ses olmaktı, zorluk çekenleri görünür kılmaktı. Eskiden “öteki” diye bir tanım yoktu, biz onlarla bağ kurup onların sesi soluğu olmaya başlayınca bu egemenleri rahatsız etti, liberaller bile tahrik olmaya başladı.

-Gazetede artık gazeteciler değil değişik bir meslek grubu çalışıyor. Peki, kim onlar?
Misyoner onlar, daha kötü bir kelime kullanmamak için misyoner diyorum.

Kendilerini adadıklarına aitler. Ya deliler gibi kemalist, ya deliler gibi Akp'li ya da deliler gibi cemaatçiler! İlk görevleri ait oldukları gruba karşı. Zaten biraz kafası çalışanlar da “şunu yaparsam özgürlüklerim kısıtlanır, kaybederim” dediği anda işlerini bitiriyor, vahim.

- Siz bu sansür çemberine ne kadar girdiniz?
Girdim, nasıl girmem! “Hadi bu hafta bunu biraz es geçelim, ucundan az görelim” diye diye budadık kendimizi. Ama korku değildi bunun nedeni... Hiç değilse insanların laflarını söyleyebilecekleri bir yer kalsın diye dilimi tuttuğum çok oldu, çünkü çok az kalmıştık. Şimdi her akşam, her kanalda gazeteciler kanaat önderleri gibi konuşuyor. Onlar gazeteci ise ben kimim? Mektup taşıyan adamlarla, televizyonda her gece hükumet ya da cemaat savunanlarla “Atam sen kalk ben yatam” diyenlerle benim ortak noktan ne olabilir?

-Jacques Séguéla ünlü sözünü artık şöyle değiştirebiliriz belki “anneme gazeteci olduğumu söylemeyin o beni bir genelevde piyanist sanıyor”?
Neredeyse öyle! İktidarın kaçırdığı ise gençler, zaten korkuları da gençler.

DİJİTAL GAZETECİLİK İNSANSIZ GAZETE DEMEK DEĞİL

-Öfkeli misiniz olanlara?
Ben önemli değilim, gençlerin harcanması önemli, öfkem buna. Bir şey yaratmışsın, sonra kendi ellerinle onu ortadan kaldırmanı istiyorlar. Beni işten atmaları da dert değil ama genç gazetecilerden ne istiyorsunuz? Gazetede muhabir yok, haberler servis ediliyor. Dijital gazeteciliği yanlış anlıyorlar, insansız gazete demek değil ki bu! Haberi kim getirecek! Sahadaki muhabire, savaşmak için nefere ihtiyacın var. Her taraf şef dolu ama savaşçı Kızılderili yok der Amerikalılar, hikaye buna döndü. Gazetelerde gazeteci ve muhabirden fazla köşe yazarı var, alın sayın.

- Ne kadar sürer bu durum?
Son zamanlarda otosansür ve baskı arttı ama daha önce de vardı. “Aman çok Kürt haberi koymayalım, aman çok Ermeni bunlar...” Böyle günler yaşadık. Haber seçiminle belli et tarafını, büyük gör küçük gör ama bir gerçeği beş gazete beş farklı şekilde okursan canın cehenneme! Televizyonda da aynı saçmalık. Sondayız, tabii doktora diyebilir misin “tüm hastalar öldü, mesleğini bırak?” Geçen TGS'nin bir toplantısına gittim, “5N 1K ve V” demişler. V ne mi? Vicdan. Bu çok hoşuma gitti. Yaş ortalamaları da neredeyse 30. Daha güzeli yarısı kadın, bununla da yetinmemişler LBGT'li de var aralarında. Vicdan en ihtiyacımız olan şey, çünkü vicdanı olan kuşku duyar. Bunlar bize kuşkuculuğu unutturmak istiyorlar. “Ben senin ebeni öperim” diyor bir bakan gazeteciye. Var mı böyle bir şey? AKP'li olmasa sarhoş derim bu nasıl olur?

ŞÜPHE BİTİNCE GAZETECİLİK ÖLÜR

-İşin acı tarafı biz bunlara alıştık sanırım
12 Eylül'den sonra askerlerin daveti ile oraya buraya giden gazeteciler, köşeciler şimdi de başbakanın ya da bakanların uçağına binmek için birbirlerini eziyorlar. Ama bunların hiçbiri gazeteci değil!

- Gazeteciliğe döner misiniz?
Umut her zaman olsa da sanmıyorum. Zaten bir yerde 17 yıl çalışmak saçma. İstikrar adamı öldürür bir yandan. Gazetecinin içinde hep bir kıpırtı olacak, anarşist bir ateş yanacak, umarım okuyan anlar ne demek istediğimi. Ben senden şüpheleniyorum ile başlar bu meslek, “sizin de söylediğiniz gibi” ile değil.

-Cumhuriyet günleri anılarınızda nasıl?
Hasan Cemal ile çalıştığım Cumhuriyet dönemi en güzel günlerimdi. Ben hep bağırır çağırırım ama koltuğumun altından Birgün, Özgür Gündem ve Cumhuriyet'i eksik etmem.

BU KABUS BİR GÜN BİTECEK

-Hep kötünün iyisini seçmek zorunda kalmak bu ülkenin kaderi mi?
Ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür. Bizi buna razı etmek istiyorlar. Gazeteleri patronlar kadar reklamcılar yönetiyor. Nokta'yı hatırlıyorum, Ercan Arıklı bize reklamcılarla konuşmayı yasaklamıştı. “Siz karışmayın o işlere” derdi. Şimdi reklamcılarla genel yayın yönetmenleri, editörler omuz omuza çalışıyor. “Patron adam atın dedi”, “patron sayfa azaltın dedi”, meslek hayatımda üçüncü bir cümle duymadım. Mesela patron kötü gazete yapıyor diye adam attı mı hiç? Elbette ben tüm bu söylediklerimin içindeyim, şimdi dışından konuşmuyorum. Belki ben de kendim gidecektim, elime eteğimi çekecektim bu işlerden. İzmir'de bir evim var, en kötü kıçımı kırar orada otururum ama ya gençler? Örgütsüz kalmayı kabul ettik, asıl sorun da burada. Mesela İngiltere'deki gazeteciler sendikasının onbinlerce üyesi var. Türkiye'de ne kadar?

-Sonuç?

Sindirilmiş adamlarla bir şey yapılmaz. Dizilerde vardır ya sindirilmiş karakterler, hikayenin bir yerinde mutlaka bir hainlik yapar onlar. Sözün özü taşra şehri yendi, bütün karanlığı ile çöktü üzerimize. Şimdi buradan laf çıkartacaklar ama demek istediğim küçümseme değil. Zihniyetten bahsediyorum Yaratılıktan yoksun, yetenekten uzak insanlar gazetelerin başlarında. Risk almayan, şüphelenmeyen, sahadan korkanlar, basın bültenleri ile doldururlar artı gazetelerini. Elbette dibi daha görmedik, siyasal iklim ile çok bağlantılı gazetecilik ve bu kabus bir gün bitecek.