Önemli bir sanat kişisi ve denemeci... Oğuz Demiralp'in yazısı...
Deneme Türkçe edebiyatın gelişmiş bir türüdür. Öteden beri iyi deneme yazarlarımız olmuş, iyi denemeler okuyagelmişizdir. Ne ki, son yıllarda denemenin eskiden olduğu kadar ilgi çekmediği izlenimindeyim.
Oğuz Demiralp / Cumhuriyet Kitap EkiBu bakımdan Hece dergisinin geçtiğimiz haziran ayında çıkardığı deneme özel sayısını sevinçle karşıladım. Türkçe denemenin dünü, bugünü, türlü boyutları güzel yazılarla ele alınmış. Deneme konusunda benim bildiğim en kapsamlı çalışma. Umarım hak ettiği ilgiyi görüyordur. Okuyabildiğim deneme yazarlarından ben de bu köşede söz etmeyi sürdüreceğim. Bugün Mehmet Ergüven’i selamlayalım.
Hayatı bir bütün olarak görme yetimizi zayıflatan uzmanlaşma sanat alanına da yansımıştır. Herkes kendi sanatını “icra” eder. Bütün ya da birçok dallarıyla sanatı kavrayabilen kişi azdır. Uzmanlaşma o kadar azdır ki, örneğin şiirden anlamaz romancılar, düzyazı okumaz şairler görürüz. Tek bir sanat dalı içinde böyle bir bölünme olunca, birçok sanat dalını bir araya getiren bir kişiye rastlayınca hoş bir şaşırma duygusu sarar sizi.
Başarılı bir tiyatro, opera yönetmeni olan Ergüven’in yazılarında birçok sanatın kesiştiği görülür: resim, müzik, tiyatro, sinema, fotoğraf, mimari ve kesişme alanı olarak edebiyat. Ergüven geniş sanat görgüsünü dil bilincine dayalı yazıların gereci olarak değerlendirmesini bilmiş. Ödüllendirilmiş deneme yazarlığındaki başarısını böylece tanımlayabiliriz belki.
RESİM ELEŞTİRİSİ
Ergüven’i 1991 yılında çıkmış Mavi Sakal Haklı (Remzi K.) kitabıyla tanıdım. Bence o yılların en iyi deneme kitaplarından biridir. İsviçreli ressam Ferdinand Hodler’in ölüm döşeğindeki sevgilisini konu aldığı portreleri üzerine deneme yazmak kolay değildir.
Sonra başka kitaplarını da aldım. Ürettiği kitap sayısının benim baktığımdan çok daha yüksek olduğunu görüyorum. Resim sanatçılarımız üzerine birçok monografi kaleme almış. Öteki kitaplarında da resim bağlantılı yazı epey var.
Birçok yerli ve yabancı ressamı anar Ergüven. Andığı yabancı ressamların çoğunu biliyorum ama yerli, özellikle gündeş ressamlarımızın pek azının farkındayım. Bunun ilk nedeni benim cahilliğim. Ancak, genel kültür ortamımızın da ressamlarımızı sanat hayatını iyi kötü izleyen yurttaşların genel bilgi dağarcığına taşıyan şekilde işlemediğini de kabul edelim. Bilgi dolaşımı kısıtlı, devreye girmek için özel çaba gerekiyor. Bu bakımdan Ergüven’i okumak yararlı.
Ergüven, bir yerde, “Türkiye’de resim eleştirisi yoktur” diyor. Doğru mudur, bilemem, ama Ergüven o boşluğu doldurmanın ötesine geçerek resim sanatının bütününe yönelmiş. Resim gördüğümüzün kopyalanması değil, kendi başına bir gerçeklik alanı, resim dili de ayrı bir dil elbette. Bu dili biraz olsun öğrenmeye çalışmak, açıkçası göz eğitimi almak dünyayı daha iyi görebilmek bakımından da gereklidir.
İşte Ergüven’in Yoruma Doğru (YKY, 1992, 2002) kitabı! Ergüven’in bu kitabında anlattığı resim dilinin temel öğelerinden bazılarına yabancı değildim. Ancak, örneğin mekân kavramı üzerine düşünmemiştim. Sorsalar, “resimde mekân tuvalın kendisidir” der, geçerdim. Belki doğru, ama mekânın resme yerleşmesi yüzyıllar süren bir serüvenmiş meğerse. Şeker Ahmet Paşa’nın Ağaçlık resminin, bizim kültürümüzde mekânı, dolayısıyla doğayı görme açısından önemini bu kitaptan öğrendim.
İYİ YAZMAK İÇİN
Ergüven’in yazdıklarını okuyunca, iyi yazmak için de dünyaya bakmasını bilmek gerektiği düşünülebilir. Bu bakımdan Ergüven’in fotoğraf okumaları da önemli. Yazınımızda fotoğraf okuması yapan birçok kişi oldu. Bir basın ya da reklam fotoğrafının anlamını, hangi ideolojileri yansıttığını okuyabilmek dünyamızı anlayabilmek bakımından önemli bir kılgıdır. Kişiye kendini doğalmış gibi yutturan görüntülerin altında hiç doğal olmayan bir algı yaratma çabası yatar. Bu görüntüleri çözümleyebilmek gereklidir, bilinçlenmek için. Göz eğitiminden geçenler bu işi daha iyi yapabilir.
Gölgenin Ucunda (Sel, 2001) bir başka önemli deneme kitabı. Maurice Blanchot’nun hem Karanlık Thomas’ını hem de Jean Starobinski’nin bu roman üzerine yazısını okuyan azdır. Şiirinde resmin, görmenin önemli yeri olan Ahmet Haşim resim yazıları üzerine başka yerlerde görmediğimiz incelikli bir denemeyi de okuyoruz bu kitapta.
Ataç’ın sözünü anımsatıyor yazar: Haşim’in şiirini biz görerek okuruz. Yazma ile görme iç içe geçer. Göz yaşadığımız dünyaya aval aval bakmak için değil, onu sorgulamak içindir.
Ergüven genel olarak çağdaş yaşamımızı gözler. Piramit ile gökdelen karşılaştırmasına bayıldım. Piramit ucu açık bir yükselti değildir. İnsanın haddini bilmesi anlamına gelir. Kaç kat çıkacağı belirsiz gökdelen ise göğe kafa tutan fallokratik uygarlığın simgesidir. Babil kulesi resimlerine bakmamız gereken bir dönemde yaşıyoruz.
Pusudaki Ten (Sel, 1998) kitabı çağdaş kültürün kösnül kesimine aykırı bir bakışla yönelir. Tüketim toplumunda salt kadın değil erkek gövdesi de bir metaya dönüşmüştür. Yazar bu kültürel kabuğu soymakla yetinmez, yasak bölgede cüretli bir dille dolaşır.
Aydınlıkta Görmek (Agora, 2006) kitabı vurgular bakmak ile görmek arasındaki ayrımı, bakmanın görmeye dönüşmesi sürecinin bir göz eğitim gerektirdiğini.
Sanat kişisi için görmek, dünyayı aldatıcı görüntülerden sıyırarak onun özündeki asıl güzelliğe ermek diye tanımlanabilir belki. Ergüven’in estetik hazzın tanımı olarak anımsattığı Kant’ın “çıkarsız hoşlanma” dediği alımlama şekli de bu olabilir. Yaşamın güzelliğine bakarak, görerek, yazarak, çizerek, işiterek ulaşmak… Sanatın posası demek olan kitsch çağında sanat(çı) ütopyası budur bence.