‘Önce kadınlar değişmeli...’
Şiddete odaklandığı ‘HaneyeTecavüz’le 2016 Duygu Asena Roman Ödülü’nü kazanan İpşiroğlu,değişim için önce kadınların bilinçlenmesigerektiğini söylüyor.
Ezgi Atabilen- Şiddeti yaşamış, farklı sosyal statülerden altı kadın ve bir trans bireyin öykülerini belgesel roman kurgusuyla yazmaya ihtiyaç duymanız neden?
Öyle bir ortamda yaşıyoruz ki, insan bir şeyler yapmak ihtiyacını duyuyor. Elimden gelen bu. Son kitaplarımda hep kadın konusu üstünde duruyorum. “Tabular, Korkular, Kadınlar” geçen yıl çıktı. “Lena Leyla ve Ötekiler” oyunum A. Algan’ın rejisiyle oynanıyor şu günlerde. “Haneye Tecavüz” ise yıllarca kadınlarla yaptığımız röportajlara dayanıyor.
- Siz kitabı yazarken yeni çocuk istismarı vakalarının yaşanması, suçluların korunmaya çalışılması, bu konuda haber yasağı çıkarılması, hatta “Bir kereden bir şey olmaz”larla vakanın örtbas edilmeye çalışılması, kadına şiddet davalarında ceza indirimleri... Daha pek çoğu yaşanmaya devam etti...
Olaylar başdöndürücü bir hızla birbirini izliyor. Sağanak gibi. Çaresizlik, bıkkınlık, öfke duyguları insanı tetikliyor. Beni en çok şaşırtan kadınları hiçe sayan bu eril zihniyeti birçok kadının içselleştirmiş olması. Nerdeyse “dayak yemek ve öldürülmek hakkı” diye yürüyüş yapacaklar.
- Karakterlerden birine adını da verdiğiniz Çilem’in (Doğan) davasından hareketle, ceza indirimlerinin “tahrik vardı” diyen erkeklere uygulanıp kadınlardan esirgenmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Aynı zihniyet tabii. Kadına düşman bir bakış var. Bu hep vardı ama bugünkü yönetimin desteklemesiyle iyice dalbudak saldı. Tahrik indirimi, iyi hal durumu, tutku halinde aşırı sevgi indirimi, artık aklınıza ne gelirse, iş öyle absürt boyutlara ulaşmış ki...
‘Nâzım’da da eril bakış’
- Her bir öykünün başında erkeklerin de anlatıları yer alıyor. Bu anlatılar o kadınların nasıl kesin kanaatlerle ötekileştirildiklerini de çok iyi gösteriyor. Onlarla da görüştünüz mü, yoksa kurgu mu?
Tabii ki kurgu ama hepsi tanıdığımız, bildiğimiz kişiler. O kadar ki onlar konuşurlarken gözümüzün önünde canlanıyorlar. Erkekleri göstermeseydim, yaşanan acı ve korkuların nedenleri yeterince ortaya çıkamayacaktı bence. Erkekler devreye girdiği anda bütün bir zihniyet ortaya çıkıyor. Ama erkekler böyledir gibi bir genelleme de yok. Çünkü romanda bu zihniyeti aşmış olan erkekler de var. Öte yandan falcı Serpil gibi eril bakışı içselleştirmiş kadınlar var. Sorun erkek ya da kadın değil, her ikisine de zorla bir şeyler dayatmaya çalışan bir sistem.
- Trans birey Yıldız, “Erkeksen çocukken erkek olmayı öğrenirsin, kadınsan kadın olmayı, öğrenmeyle ilgili bir şey bu,” diyor. Katılıyor musunuz?
Sanırım romandaki en entelektüel kişi Yıldız. Bir trans olarak ötekileştirildiği için sorgulamayı öğrenmiş. Onun görüşlerine yüzde yüz katılıyorum. İnternette dolaşan bir video var, dört yaşında bir çocuk ağıza alınmayacak küfürlerle ablasını yumrukluyor. Bu bir oyun, ablayı döverken arada hangi küfürü söylemesi gerektiğini unutunca, bir dış ses ona suflörlük yapıyor. Küçük bir canavara dönüşen bu çocuğa bakarken geleceğin katilini görüyorsunuz. Bir kız çocuğunu da böyle yetiştirirseniz aynı sonucu alırsınız. Gücünü din ve militarizmden alan eril klişeleri, kalıplaşmış, donmuş ideolojileri ne kadar içselleştirdiğimizin bilincine varmadıkça kurtulmamız olanaksız.
- Serra’nın dediği gibi, “dil insana değil, insan dile hakim olmalı”. TDK sözlüğündeki cinsiyetçi ifadeler çok tartışıldı. En sonuncusu “kirli” sözcüğüydü...
Farkındalık yaşamın her alanını kapsıyor. Kullandığımız dil, seçtiğimiz sözcükler, güldüğümüz fıkralar, davranış biçimimiz, beden dilimiz, hepsi. Bu yaşam karşısında bir duruş. Bunu benimsediğiniz anda çok şeye farklı bakıyorsunuz. En sevdiğim yazarlarda Nâzım Hikmet’te, Aziz Nesin’de bile yer yer yoğun bir eril bakış vardır.
‘Dışarıda eşitlikçi evde maço’ “Bakıyorsunuz meslek yaşamında ilerici bir kadın evde şiddet görüyor ya da kadın erkek eşitliğini savunan bir erkek özel yaşamında maço bir duruş sergiliyor. Bazı şeylerin değişmesi bence önce kadınların bilinçlenmesine bağlı.” |