Onat Kutlar'a mektuplar
Hülya Uçansu’nun yayına hazırladığı “Onat Kutlar’a Mektup Var”da, Ülkü Tamer, Yaşar Kemal, Atilla Dorsay ve Ara Güler gibi birçok ismin, dostu Onat Kutlar’a yazdığı mektuplarla okura bir portre sunuluyor. Uçansu’yla, “boynumun borcu” dediği kitabını ve bir yol gösterici olarak nitelediği Onat Kutlar’ı konuştuk. Aydın Engin de kitap üzerine yazdı.
Reyyan Bayar- Mektuplar üzerinden bir yaşamöyküsü sunuyorsunuz okura. Üstelik önceden yazılmışların bir derlemesi değil; kitap fikri üzerine kaleme alınan mektuplar. Bu tersten okutma düşüncesi nereden doğdu? Neden klasik bir biyografi kitabı hazırlamaktan kaçındınız?
- Ben geçen yüzyılda birbirinden uzaktaki insanların birbirine “mektup” yazarak iletişimi sürdürdüğü, hasretini giderdiği bir kültürden geliyorum. Uzun yıllar yatılı okuduğum için aileme mektup yazmak benim hayatımın bir parçasıydı. Onat Kutlar'ın hayatı hakkında bir çalışma yapmaya karar verdiğimde klasik biyografi yapısının “duygudan” eksik olacağı kaygısı vardı. Kutlar gibi duygu yüklü birini klasik biyografinin kuru sınırları içinde aktarmak yeterli olamayabilirdi. “Dostları ona mektup yazabilir” önerisi, eşim Ali Uçansu'dan geldiğinde aradığım formatla karşılaşmış oldum. Sonuç tam da istediğim gibi oldu.
“ONAT’A HASRET, ÇOK İÇTEN”
- İki kişi arasındaki özel yazışmaların, okurun ilgisini çekme potansiyeli bulunan mektupların yıllar sonra kitaplaştırılması alışık olduğumuz bir durum. Bu noktada, doğrudan yayımlanmak üzere hayatta olmayan birine yazılan mektupla karşılaşan okurun, bir samimiyet sorgulamasına girme ihtimali belirmedi mi?
-Bu sorunun en doğru yanıtı okurun kendisinden gelecektir. Herhangi bir okurun o mektupların hiçbirinde samimiyet eksikliği sezeceğini sanmıyorum. Mektup yazarlarının, dostları Onat Kutlar'a hasreti o kadar içten ki...
- Sizin Onat Kutlar’ı anlatan bir yazınızla başlayan çalışma, yolun sonundaki aynaya; ölüme kadar uzanıyor. Yaşanmışlıkları bir kenara bırakarak değerlendirirseniz, Onat Kutlar’da sizi en çok etkileyen neydi?
- Bu soruyu tek bir kelimeyle yanıtlamak çok eksik kalır. Onun şu özelliklerini sıralayabilirim: Eşsiz bir zekâ, benzerine pek az rastlanır bir bilgi birikimi, bildiklerini yakın çevresiyle paylaşmak, bildiği her şeyi gösterişten uzak ve en yalın biçimiyle sevdiklerine aktarma tutkusu, bütün bunları kendisinden dahi esirgediği sonsuz bir cömertlik, inanılmaz bir alçakgönüllülük ve derin bir bilgelikle yapmak.... İşte bunlar etkiledi beni en çok.
- Kutlar’la şahsen tanışmamış isimlerden de ona “mektup var”. Aslında burada bile kitabın, genç kuşakla Kutlar’ı buluşturarak amacına ulaştığını söyleyebilir miyiz?
- Sorunuzun yanıtının olumlu olması en büyük dileğim, hatta kitabın hazırlanmasının temel hedefi.
“BÜYÜK YOLCULUĞUMU O BAŞLATTI”
- Onat Kutlar’ı yol gösterici bir dost olarak niteliyorsunuz. Yaşamınıza hangi noktada, nasıl bir yön vermişti? Onat Kutlar’a Mektup Var, bir yazara gösterilmesi gereken vefa örneği mi?
- 1975’te İngiliz Filolojisi öğrencisiyken Sinematek'te Kutlar'ın yardımcısıydım. Hayatımın dönüm noktası o karşılaşmaydı. Sinema için birlikte çalışmamız İstanbul Film Yapım Gösteri Merkezi ile 3. Balkan Film Şenliği'nde devam etti. Onun beni, 1983'te Sinema Günleri'nin kuruluşunda İKSV'ye davet etmesiyle de hayatımın “büyük yolculuğu” başladı. Tüm yaşamımı bir büyük festivale dönüştüren işimi bana o öğretti, festivalin yöneticiliğine beni o davet etti. Bu kitabı hazırlamak benim boynumun borcuydu. Şükranlarımı ifade için yapabileceğimin en azıdır.
- Yakın arkadaşı Demir Özlü, Onat Kutlar için “Onunki kadar zengin bir hayat yaşamak, insanın ancak kendi iç zenginliğiyle mümkündür” diyor. Kutlar’ı bu iç zenginliğe ulaştıran ne olabilir sizce? Onun adanmışlığından bahseder misiniz biraz?
- Onat Kutlar'ın karakterinin iç zenginliği konusunda Özlü'nün saptamasına katılıyorum. Onunki çok özel bir kişilik yapısıydı. Sanki bütün hayatını “sevdiklerinin, dostlarının, tanıdıklarının ve tanımadıklarının yaşamını güzelleştirmeye” adamıştı. Kişiliğindeki coşku ve cömertlik de bu adanmışlığı sürekli kılıyordu.
- Kitabı, Kutlar’ın 80. doğumgünü vesilesiyle yayımladınız. Çok erken yaşta yitirilmiş bir değeri, ölüm değil doğum tarihiyle anmak, anlatmak da bir nevi direniş değil mi?
- Haklısınız, aramızda olmayan birini doğum tarihiyle anmayı daha doğru buluyorum. Yaşamda “doğru ve güzel” olan için direnmeyi de bize o öğretmişti.
“BUGÜN EDEBİYAT YERİNE POPÜLER KÜLTÜR HÂKİM”
- Kutlar’ın çocukluk ve gençlik yıllarının kültür-sanat ortamında kazandığı bilincin ne kadarını günümüz gençlerinde görebiliyorsunuz? Bugünün eğitim sistemine, düşünce ortamına dair neler söylersiniz?
- Kutlar'ın yetiştiği dönem olan geçtiğimiz yüzyılın kırklı, ellili yıllarının koşulları ile bugünü kıyaslamak hiçbir açıdan mümkün olamaz. O dönem; Cumhuriyet'in eğitimli genç kuşaklarının büyük bir iştah ve açlıkla dünya edebiyatını okuduğu, hatta yuttuğu yıllardı. Yeni şeyleri öğrenmek, özümsemek, başkalarıyla paylaşmak onlar için çok önemliydi. Oysa bugün, edebiyat yerine popüler kültürün ağırlıklı olduğu yılların içinden geçiyoruz. Yalnız ülkemizde değil, bütün dünyada durum böyle. Eğitim sistemini ise hiç sormayın. Maalesef gidişat, telafisi yapılamayacak kadar kötü ve umutsuz.
- Onat Kutlar’ın 1984’teki meşhur Aydınlar Dilekçesi davasından sonra 1985’te kaleme aldığı aynı adlı dilekçede anlattığı siyasi atmosfer, hiç yabancı gelmiyor... O günden bugüne bir şey değişmedi mi?
- Değişti. Ülkenin siyasi koşulları daha da kötüleşti. Demokratikleşme sürecinde bir adım ileri gidilmediği gibi gün geçmiyor ki ülkenin yöneticileri çağdaş insan haklarıyla, çağdaş hukukla ters istikamette yeni bir yasa geçirmesinler. İyimserliği korumanın giderek zorlaştığı yılların içinden geçiyoruz, maalesef.
- Yirmi iki yıl önce İstanbul’un kirliliğini, eskisi gibi olmayışını vurgulayan Kutlar’ın, görebilseydi bugünün İstanbulu’na bakışı nasıl olurdu sizce? Bu bağlamda onun, İstanbul -özellikle Beyoğlu- sevgisine de bir parantez açmalıyız sanırım...
- Ali Sirmen mektubunda ona, “Hemşehrim Onat” diye sesleniyor çünkü Onat Kutlar Antepli olduğu kadar İstanbulluydu da. Beyoğlu'nun bütün ara sokaklarını bilirdi. İstanbul gibi bir dünya mirasının efsanevi siluetinin, bugünkü gözleri doymaz rantseverlerin elinde ne hale geldiğini görseydi ondan tam da beklendiği üzere başkaldırır, isyan ederdi.
Onat’a da bu yakışırdı
Hülya Uçansu kendini “kitabı hazırlayan” diye tanımlamış. Yanlış. Kitabı yaratan, yoktan var eden, ince bir buluşla sıradan bir anma kitabının ötesine taşıyan demeliydi. Sinema sanatıyla ilişkisi Sinematek Derneği’nde Onat Kutlar’ın yardımcısı olarak başlayan Hülya Uçansu meslekten olmayanların kavrayamayacağı bir sabır ve inatla inanılmaz bir yazar, sanatçı tayfasını “Onat’a bir mektup” yazmaya ikna etmiş.
AYDIN ENGİN
Önce bir itiraf.
Gazeteden görev verdiler: “Onat Kutlar’ın anısına bir kitap çıkıyor. Cumhuriyet Kitap Eki’nde yayınlanacak. Onun tanıtım yazısını sen yazacaksın”. İki gün de süre verdiler.
Kitap daha çıkmamış ama baskıya hazır. Adı: Onat Kutlar’a Mektup Var. Elektronik ortamda sayfaları yolladılar. Yani kitabı bilgisayar ekranından okumam lâzım.
Yani iki günde 448 sayfalık bir kitabı okuyacaksın; acemisi olduğun bir dalda nasıl ve ne yazacağını düşüneceksin; ardından bilgisayar başına çöküp yazacaksın.
Olacak iş değil.
İtiraf ediyorum. Karar verdim. Kitabın başından, ortasından, sonundan birkaç sayfa okur, ne olduğunu kabaca (çok kabaca) anlatan bir yazı çıkarırım, dedim.
Yazı (Tırmık) günüm değildi. Öğleyin bilgisayarın başına oturdum. Bir bilemedin bir buçuk saatte yazıyı kotarırım umuduyla ilk sayfaya göz atarak başladım.
İtiraf bu kadar.
Yazı için masaya oturduğumdan bu yana 7 saat 20 dakika geçti. Aralıksız, molasız, kesintisiz, 7 saat 20 dakika Onat Kutlar’a yazılan mektupları okudum. Bir solukta 448 sayfa. Bitirdiğimde “Yazık, bitti” diye hayıflandığım 448 sayfa.
İlk bakışta Onat Kutlar’ın arkadaşlarından, çok yakınlarından, az yakınlarından, akrabalarından Onat Kutlar üstüne anılarını, izlenimlerini, duygularını anlatan mektuplar okuyorsunuz.
Ama öyle değil. Kitabı bitirdiğinizde çocukluğundan bugüne, (ölümüne kadar değil bugüne) hatta yarınlara kadar uzanan bir zaman diliminde Türkiye’nin en seçkin aydınlarından birinin, bir edebiyat, sinema, siyaset, düşünce adamının yaşam öyküsü belleğinize yerleşiyor.
Hem de kimlerin kaleminden? Çoğu Türkiye’nin sanat, düşün, medya dünyasının seçkin kalemleri arasında yer alan “Onat Kutlar’ın dostları” okura Onat’ı, Onat’lı anlarını, günlerini, aylarını, hatta yıllarını anlatırken yarım yüzyılı aşkın bir Türkiye tablosunu da olanca renkleri, dönemleri, dönemeçleri, iniş ve çıkışları ile aktarıyorlar.
Son paragraf “Hem de kimlerin kaleminden” diye başladı. Bu soru bu yazıda cevaplanmalı.
Kitaptaki sırayla:
Akten Köylüoğlu, Ülkü Tamer, M. Erhün Kutlar, Adnan Özyalçıner, Arif Keskiner, Aydın Engin, Demir Özlü, Doğan Hızlan, Sennur Sezer, Oya Baydar. Ferit Edgü, Ömer Pekmez, Sungu Çapan, Jak Şalom, Ahmet Soner, Mete Akalın, Aydın Sayman, Ömer Tuncer, Oğuz Makal, Zeynep Avcı, Atay Eriş, Işıl Kasapoğlu, Vecdi Sayar, Refik Durbaş, Cevap Çapan, İbrahim Ö., Işıl Özgentürk, Handan Şenköken, Ahu Antmen, Erden Kıral, Atila Dorsay, Melih Fereli, Özcan Alper, Murat Belge, Ersin Salman, Ali Sirmen, Gençay Gürsoy, Ara Güler, Arif Erkin, Atila Alpöge, Celal Hosrovşafi, Ece Aksoy, Deniz Türkali, Mazlum Çimen, Mehmet Ali Aydos, Melek Ulagay, Menderes Samancılar, Mustafa Göçmen, Nevenka Hacıbaşıoğlu, Serra Yılmaz, Zülfü Livaneli, Can Yücel, Filiz Kutlar, Yaşar Kemal, Adalet Dinamit, Ercan Kesal, Akgün Akova.
Eğer listeyi dikkatle okuduysanız çoğunu tanıdığınız, en azından adını duymuşluğunuz olanların yanında bir de İbrahim Ö’ye rastladınız. İbrahim Ö. bir mahkum ya da tutuklu. Bayrampaşa Hapishanesinden yazmış mektubunu. Ne zaman yazmış, hangi yıllarda o hapishanedeymiş, hâlâ hapishanede mi bilinmiyor. Ama Onat’a yazdığı bir mektup kitapta yer alıyor.
Onun mektubundan bir bölüm aktarıyorum. Bir kalem emekçisi olarak Onat’ın değerini ve etkisini pek özlü anlatan bir bölüm:
“Yaşım yirmi yedi, adım İbrahim. Herhangi bir gece yarısı okudum kitaplarınızı. Başladım ve bitirdim. ‘Şimdiye kadar hiç böylesine mektuplar almamıştım’ desem inanır mısınız? Eğer Anadolu yollarında bir köy kıyısından geçmişseniz, mutlaka köy çocukları ‘Gazete, gazete!’ çığlıklarıyla boyayarak soluklarını, koşmuştur taşıtınız boyunca. Siz de okunmuş gazetenizi camdan bıraktıysanız onların sevinçlerini tatmışsınızdır. İşte mektuplarınızdan sonra aynı sevinçlere boğuldum ben de…”
Hülya Uçansu kendini “kitabı hazırlayan” diye tanımlamış. Yanlış. Kitabı yaratan, yoktan var eden, ince bir buluşla sıradan bir anma kitabının ötesine taşıyan demeliydi. Sinema sanatıyla ilişkisi Sinematek Derneği’nde Onat Kutlar’ın yardımcısı olarak başlayan Hülya Uçansu meslekten olmayanların kavrayamayacağı bir sabır ve inatla inanılmaz bir yazar, sanatçı tayfasını “Onat’a bir mektup” yazmaya ikna etmiş. Gelen, gelmeyen, geciken mektupların izini sürmüş, doğru saydıysam tam 58 Onat Kutlar dostunu, arkadaşını Onat’la konuşturmuş, hepsine “kendi Onatlarını” anlattırmış. Ortaya şöyle bir karıştırmak üzere başlanıp başından sonuna bir solukta okunan, okunacak, okunası bir kitap çıkmış.
“Onat’a da bu yakışırdı” dedirtecek bir kitap…
Kitap, mektupların aynasında Onat’ın hayatını sergilerken bölümler “Onat’ın hayatındaki dönemler” üstüne kurgulanmış.
İlk bölüm çocukluk ve gençlik yıllarına ayrılmış. O yılları yakın akrabası Akten Köylüoğlu, kardeşi Erhün Kutlar ve hemşerisi, çocukluk arkadaşı Ülkü Tamer’in mektuplarından izliyoruz. Aynı zamanda 1940 sonlarıyla, 1950 başlarının Gaziantep’ini de tanıyor, hatta yaşıyoruz.
İkinci bölümde üniversite yıllarını anlatan mektuplar kümelendirilmiş. Onat Kutlar için üniversite yılları İstanbul demek, Yenikapı’da Kemal Bey’in kahvehanesi demek. Herbiri daha sonra kendi alanlarında ünlenmiş arkadaşlarla bitip tükenmeyen sanat ve siyaset tartışmaları demek. Yıllar sürecek arkadaşlıkların tohumlarının atıldığı günler demek…
Üçüncü bölümde Onat’ı sinema seyircisi olmaktan çıkarıp bir sinema eylemcisi, düşünürü ve sanatçısına dönüştüren Paris yıllarına ayrılmış.
Dördüncü ve beşinci bölümlerde Sinematek yılları ve ASA ajansı dönemi anlatılıyor. Altıncı bölüm “Yazıya dönüş” başlığı ile şair, deneme ve portre yazarı Onat Kutlar’ı anlatırken, yedinci bölüm okuru senarist Onat Kutlar’la tanıştırıyor. Ardından İstanbul Film Festivalinin tohumlarının atıldığı dönemi anlatan sekizinci bölüm geliyor.
Dokuzuncu bölümde, Onat Kutlar’ın az bilinen bir yönünü “siyaset ve Onat”ı sergileyen mektuplar yer alıyor. Onuncu bölümün başlığı zaten içeriğini de kestirmeden aktarıyor: “Onat Kutlar dosttur”. Son bölümdeki haksız bir ölümün ardından yazılan acı ve özlem dolu mektuplarla kitap bitiyor.
Bir kitap eleştirmeni değilim. Kitap tanıtımı yazabilecek deneylerden yana da epey fukarayım. Dahası pek sevdiğim, yaşamlarımızın bir döneminde, kanlarımızın sahiden deli olduğu, Türkiye’nin de kabuklarını kırmaya başladığı, siyaset, düşün ve sanat alanında bereketli bir huzursuzluğun kol gezdiği yıllarda pek yakın olduğum bir arkadaşımdan söz eden bir kitap bu. İstesem de nesnel olamam. Ama nesnel olmaya ihtiyaç da yok.
“Onat’a Mektup Var” adlı bir kitap çıktı. Alın onu ve okuyun.
Onat Kutlar’a Mektup Var / Yayına Hazırlayan: Hülya Uçansu / Doğan Kitap / 448 s.