Okmeydanı’ndan rant meydanına...

1950’li yılların sonunda Çöpçüler Koğuşu’ndaki Hafikli işçilerin Arnavutların bostanlarına ilk evlerini kondurduğu Okmeydanı, şimdi müteahhitlerin iştahını kabartan rant meydanına dönüşmek üzere. Gelip yerleştikleri ilk günlerden beri dernekler kuran ve örgütlü bir toplum tipolojisi çizen semt sakinleri, Okmeydanı’nı kolay teslim etmeyeceğe benziyor.

Miyase İlknur/ Cumhuriyet
Birkaç yıl öncesine kadar Okmeydanı denince akılda SSK’nin bu bölgedeki hastanesi dışında bir çağrışım yapmazdı insanlarda ama son yıllarda özellikle de Gezi olaylarından sonra hemen her gün haberlerde adı geçen bir semte dönüştü.
 
Önce Berkin Elvan’ın ardından Burak Can Karamanoğlu’nun ve mayıs ayında Okmeydanı Cemevi’nin bahçesinde Uğur Kurt’un, birkaç gün sonra da Ayhan Yılmaz’ın çıkan çatışmalarda öldürülmesi Okmeydanı’nı sadece Türkiye’nin değil dünyanın da gündemine taşıdı. Olayların travmasını daha atlatamadan Beyoğlu Belediyesi’nin kararıyla riskli alan ilan edildi ve kentsel dönüşüm kapsamına alındı Okmeydanı. Semt halkı şimdi, “Her akşam olay olsun olmasın polis panzerlerinin, TOMA’ların sokak başlarında konuşlanarak illegal örgüt mensuplarını sokağa çıkmaya tahrik etmesi buraların boşaltılması için bir zemin hazırlamak adına mıydı acaba?” diye düşünmeden edemiyor. 
 
Okmeydanı’nın şehrin göbeğinde, Taksim’e on dakika mesafede bir semt olması iştahları kabartıyor elbette. Kentsel dönüşüm kapsamına alınması beklenenbir şeydi. Ancak bölge halkının çok örgütlü olması ve bir anda sokağa on binleri dökecek potansiyeli olması gözleri korkutuyordu. Okmeydanı halkının sindirilmesi, terörize  edilmesi gerekiyordu belki. Gezi olaylarında Berkin Elvan’ın polislerin attığı gaz kapsülüyle öldürülmesi bir fırsata dönüştürüldü. Artık her akşam polis Okmeydanı’nda konuşlanıyor, polisleri gören illegal örgütler hemen sokağa  çıkıyor ve sonrası malum. Son iki aydan beri Okmeydanı’nda, OHAL koşulları hüküm sürüyor. Peki adı olaylarla anılan ve şimdi de riskli alan olarak ilan edilen Okmeydanı nasıl bir yerdi, ne zaman kurulmuştu, kimler önce gelip yerleşmişti. Neden Hafikli Alevilerin mahallesi olarak tanınıyordu? Bu soruların yanıtını aramak için semtin en eskileri ile konuştuk, tarihini araştırdık. Semt adını Fatih döneminde ok atma müsabakaları düzenlenen yer olması ve Okçular Tekkesi’nden alıyor. 
 
 
Okmeydanı arazilerinin tümü Fatih Sultan Mehmet Vakfiyesi’ne aittir. Balkan Savaşı sonrasında Manastır’dan gelen Arnavutların Okmeydanı’ndaki vakıf arazileri üzerine bostan tarlaları ekmesi ve mandralar kurması 20. yüzyılın başlarındadır. 1912 yılında bölgede Marconu tarafından bir telsiz verici istasyonu kurulur. 1950’li yıllara kadar pek bir imar hareketliliği görünmez. Ta ki, 1950’li yılların sonuna kadar. Bölgeye Arnavutlardan sonra kafileler halinde gelenler Sivas’ın Hafik ilçesine bağlı Pir Hüseyin, Yalıncak, Akpınar ve İnköy köylüleridir. Tümü de Alevi olan bu köylülerin Okmeydanı’nı keşfi ve buraya yerleşimi Çöpçüler Koğuşu nedeniyle olmuştur. 1950’lerde Perşembepazarı’nda olan ancak daha sonra bölgede yapılacak yeni yollar nedeniyle yıkım kararı alınan koğuş, Okmeydanı’nın hemen altındaki Aynalıkavak’ta kurulan yeni Çöpçüler Koğuşu’na taşınır. Gerek Perşembepazarı gerekse Aynalıkavak’taki Çöpçüler Koğuşu’nda çalışan temizlik işçilerinin çoğunluğunu Hafikliler oluşturur. Hafik’den ilk gelip belediyede çalışmaya başlayan İsmail Kılınç ile “Pilot Amca” lakaplı İsmail Kaplan’dır. Sonra Bektaş Bektaş ve Adil Ay gibi Hafiklilerin önde gelen isimleri gelir bölgeye. İsmail Kılınç önce temizlik çavuşu, sonra da amir olur. İsmail Kaplan ise önce tramvaylarda vatmanlık yapar, 1960 ihtilalinde askerde yüzbaşısı olan komutan mezbahaya müdür olunca kendisi de bu tanışıklıktan yararlanarak mezbahada işe girer. Bu iki Hafikli, her personel alımında ilişkilerini kullanarak köylülerini belediye kadrosuna işçi olarak girmelerini sağlar.
 
Artık Avrupa yakasındaki Çöpçüler Koğuşları ile  Sütlüce’deki mezbahaya Hafikliler hâkim olmuşlardır. Belediyeye giremeyen Hafiklilerin toplu olarak çalıştığı diğer bir işyeri de Victoria Cizlaved lastik fabrikasıdır.1950’li yıllarda ilk gelen Hafikliler ilk etapta ailelerini hemen getirmezler İstanbul’a. Çünkü ne oturacakları evleri vardır ne de ev kiralayacak maddi güçleri. Hemen hepsi Çöpçüler Koğuşu’nda revirlerde yatıp kalkmaktadır. Marul tarlalarına gecekondu İstanbul’da gecekondulaşma yeni yeni başlamıştır. Onlar da gözlerine Arnavutların marul ve lahana ekip biçtikleri Okmeydanı’ndaki tarlaları kestirirler. Önce “Pilot Amca” namıyla tanınan İsmail Kaplan ile İsmail Kılınç Okmeydanı’na küçük bir ev kondururlar. Onları diğer Hafikliler izler.

Arazilerin büyük bir kısmı Arnavut Şevki Bilge ile kardeşi Hüseyin Bilge tarafından kullanılan Okmeydanı’nda Hafiklilerin bir kısmı parayla bir kısmı da hiçbir bedel ödemeksizin gelip yerleşir Okmeydanı’na. Hafiklileri belediyeye temizlik işçisi olarak dolduran koğuşun amiri İsmail Kılınç’ın oğlu Hasan Kılınç, bölgedeki Arnavutların Bektaşi, bölgeye gelen Hafiklilerin de Alevi olması nedeniyle aralarında bir sorun yaşanmadığını ve Arnavutların kendilerinden bir bedel istemediğini söylüyor.

Kılınç o yılların Okmeydanı’nı şöyle anlatıyor: “Aynalıkavak’tan buraya kadar arazi boştu. Sadece Arnavutların tarlaları ile bizim evin hemen yanında bir domuz mandrası vardı. Domuz mandrasını Kastamonulu bir aile işletiyordu. Mandranın arkasında bir çeşme ve bahçe vardı. Gayrimüslimler hafta sonları bu bahçeye gelir yemek yer, domuz eti satın alıp  giderlerdi. Arazide 150-200 metre aralıklarla ok nişangâhları vardı. Bu nişangâhlar bizim ev de dahil olmak üzere gecekonduların altında kaldı. Hafikliler gecekonduları yaptıktan sonra arkadan Alucralılar geldi.” İsmail Kılınç’la birlikte bölgeye ilk gelen İsmail Kaplan (Pilot Amca) da kendilerinden sonra bölgeye gecekondular yapan kafilenin Alucralılar olduğunu, onları Erzincanlıların izlediğini belirtiyor. Ancak kendilerine pek misafirperver davranan Arnavutların Alucralıları pek de hoş karşılamadığını söylüyor: “Burada Arnavutlar vardı işgalci olarak. Bostancılık yapıyorlardı. Onların zimmetindeydi. Arnavut Şevki, kardeşi Hüseyin, çocukları Niyazi ve kızı Zeliha Bilge işgalci olarak görünüyordu tapuda. Arnavut Niyazi, son zamanlarda biraz bitirim oldu. Beyoğlu’nda kumarhaneleri vardı. Topraklarına gecekondu yapmak isteyen Alucralılarla silahlı çatışmaya girdiler. Biz Hafikliler bu çatışmanın içinde yoktuk. Biz para falan vermedik. Ama bizden sonra gelenler verdi. Alucralılar bizden sonra geldiler bölgeye. Alucralılardan sonra da Erzincanlılar geldi. Alucralılar genelde inşaat işçiliği ve kalfalığı yapıyordu. Gecekonduculara para karşılığı inşaat yaparlardı. Hafik’ten ilk buraya gelen sanırım ben oldum. O zaman Okmeydanı’nda yol yok, su yok, ulaşım yok, elektrik yok. Boş bir arazi. İlk derneği buraya ben kurdum. Solak Çeşme Kalkındırma Derneği. O dernek ve CHP kadın kolları ile birlikte buraya okul yaptırdık. Kadınlar için kurslar açtık. Bakan Haldun Menteşoğlu’na çıktık altyapı, üstyapı hizmetleri bu sayede geldi. Su yoktu burda, su kuyusu vurdurduk. Bir Şark Kahvesi’nde bir de Kulaksız da su vardı. Milleti sıraya dizip evlerine su almalarını 

sağladık. İlk tüketim kooperatifini kurduk. Önce ben ardından İsmail Kılınç başkanlık yaptı.” Okmeydanı halkının ilk örgütüdür Solakçeşke Kalkındırma Derneği. Alucralılarla birlikte çalışırlar dernekte. Ardından da Piri Reis Güzelleştirme ve Kalkındırma Derneği gelir. 1960 yıllarda ise artık Hafik’in her köyü bir dernek kurar. O yılların Cumhuriyet gazetesinde Hafik köy derneklerinin genel kurul ilanlarına rastlamak mümkün. Yol, su, otobüs seferleri ve okulların Okmeydanı’na gelişi bu derneklerin ve toplu olarak CHP’de politika yapan Hafiklilerin girişimleri sonucunda gerçekleşir.

1960’larda örgütlendiler Önceleri açılan kuyulardan su ihtiyacını karşılayan Okmeydanı halkı sonrasında çevrede kurulan ve sayıları dördü-beşi
geçmeyen çeşmelerden su çekerler evlerine. Elektriğin gelişi daha sonraki yıllarda olur. Gecekonduların kapısına zaman zaman belediye dozerleri dayansa da semt sakinlerinin çoğunluğunun belediye de çalışması nedeniyle çoğunlukla görmezden gelinir. 1960’lı yıllarda artık Okmeydanı diye bir gecekondu semti vardır. Topraktan da olsa yolu, çeşmeden de aksa suyu, ana trafodan kaçak hatlarla çekilmiş olsa da elektriği vardır ancak hâlâ ne kahvesi ne sineması vardır mahallenin. 1960’lı yılların ortasında o da olur. Bugün hâlâ Şark Kahvesi diye bilinen durağın hemen arkasındaki on dönümlük araziyi çevreleyen Erzincanlı Ali Rıza Çaylak, geniş bir kır kahvesi yapar ve adını Şark Kahvesi koyar. Mesire yeri olarak işletilen bahçe kısa sürede hem semt halkının hem de şehrin gürültüsünden uzak dinlenmek isteyen İstanbul halkının uğrak yeri olur.

Bir süre sonra da bir yazlık sinema kondurur bahçeye Ali Rıza Çaylak. Hafik’in İnköyü’nde doğan ancak Okmeydanı’nda büyüyen müfettiş Leyla Ünver o günleri şöyle anlatıyor: “Bu yazlık sinema bizim en büyük eğlencemizdi. Film değişsin değişmesin biz işçi çocukları her akşam sinemanın kapısına dayanırdık. Para tabii ki yok. Ali Rıza Amca sadece film değiştiğinde bizden para alırdı. Diğer günler beleş girerdik. Hele yaz ayları bizim için düğün bayramdı. Çünkü o yıllarda herkesin köyünde bağı bahçesi vardı. Mahallede bütün çocukların annesi köye giderdi. Biz çocuklar babalarımızla kalırdık. Çocuklar gece yarılarına kadar sokakta oynar sonra da davul sesi nerden gelirse davetsiz de olsak o sesin geldiği düğün yerine giderdik.Düğün yoksa da Şark Kahvesi’nin bahçesindeki yazlık sinemaya.”

1970’li yıllar...

Okmeydanı’nda 1970’li yıllar çok zorlu geçer. Semtin bütün çocukları erken yaşta
siyasallaşmıştır. Babaları CHP’de politika yaparken çocukları da devrimcilik yaparlar. Semtin en devrimci abisi Deniz Lisesi’nde okuyan Mahmut Özen ile Orhan Karaca’dır. İlk şehidin 1978’de verir Okmeydanı halkı. Orhan Karaca ülkücü Ferhat Tüysüz tarafından katledilir. 12 Eylül Okmeydanı halkının da üzerin den buldozer gibi geçer. Semtte çok sayıda gözaltı olur. Dernekler kapatılır. Okmeydanı 1980’li yıllardan itibaren bir dönüşüm geçirir. Gecekonduların yerin şekilsiz, plansız apartmanlar alır. Okmeydanı halkı çeşitli defalar tapu tahsis belgesi almak için para öder devlete ama gerçek tapularına bir türlü kavuşamaz. Tam kavuşacakken şimdi de riskli alan edilir.