Oğuz Atay'dan 'Tehlikeli Oyunlar'
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’dan sonra ikinci eseri olarak kaleme aldığı Tehlikeli Oyunlar, bireyin toplum ve kendisi ile olan sorunlarını ele alıyor. Tehlikeli Oyunlar, Hikmet Benol adlı “tutunamayan” bir adamın yaşamını konu alıyor. Okurun karşısına yeni boşanmış ve mutsuz bir adam olarak çıkan Hikmet Benol, yaşamına düşünceleri ve yalnızlığı ile devam ediyor. Dostlarıyla geçirdiği zamanlar da onu düşüncelerinden sıyırmak için yeterli olmuyor. Başkahramanın kişiliği bakımından Tutunamayanlar ile aynı düzlemde ilerleyen roman, bu yönüyle Atay’ın “anlaşılamama” kaygısını yeniden ve güçlü bir şekilde vurguluyor.
Nurbanu KablanYALNIZLIĞA ADANMIŞ BİR DESTAN
Oğuz Atay anlaşılamamanın sancılarını yaşar Tehlikeli Oyunlar’da. Yaşarken anlaşılmayı istemesine rağmen ölümünden sonra ancak anlaşılabildi; Bunun nedeni ülke koşullarında gizli. O dönemde feodal yapı henüz çözülemediğinden ve hâlâ büyük bir çoğunluk köyünde, kasabasında yaşadığı için; insanlar sanayi toplumun yarattığı kent insanlarının sorunlarından (yalnızlaşma, anlaşılamama, eylemsizlik, eşyaya esir düşme vs.) habersizdiler.
Yetmişler ülkenin geçişi yaşadığı bir dönemdi ve insan ilişkileri bakımından hâlâ parlak bir süreci yaşıyordu. “İnsanlık” henüz ölmemişti. O, insanlığı zamanından önce öldürdüğü için yaşarken anlaşılamadı belki de. Ancak değerli olan da öngörü değil midir zaten?
GECEKONDUNUN KATLARI TOPLUMUN KATMANLARI!
Tehlikeli Oyunlar’da, Hikmet Benol kalabalıklardan kaçarak, kendi kalabalıklarına sığınmak için üç katlı bir gecekondunun orta katına yerleşir. Üst katında Emekli Albay Hüsamettin Tambay, alt katında oğlu askerde olan Nurhayat Hanım vardır.
Kimse tarafından anlaşılmadığını düşünen Hikmet, kendi hayallerinde var ettiği kişilerle anlaşmayı amaçlamaktadır: “Kimsenin anlamadığı ince metodlarım var, gecekonduda oturuyorum, seviyemin altında yaşıyorum...Beni hemen anlamalısın,çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, ben Van Gogh resmi değilim…”
Üç katlı gecekonduyu toplumun katmanlarına yerleştirdiğimiz zaman; alt katta oturan Nurhayat Hanım halkı, orta katta oturan Hikmet, kent aydınını, üst katta oturan albay ise otoriteyi (orduyu) temsil etmektedir. Psikolojik katmanlara yerleştirirsek; (Freud’e göre) alt kat alt benliği, orta kat ben’i, üst kat ise üst benliği yani ego, id ve süperego’yu temsil etmektedir...
Satırların altı bu kadar fazla çizilen başka bir Türk romanı yoktur herhalde. Neredeyse her sayfada altı çizilecek satırlar mevcut…
Yazar, Hikmet Benol karakterinde evliliği sorgulamaya başlar. Evlilik için önce ruhun büyümesi, olgunluğa ulaşılmış olması gerekir. İçimizdeki çocuk çocukluğunu yaşayamadığı için büyümemiştir.
Evlilik ayakları bağlayan bir prangadır Hikmet’e göre, hayatın monotonlaşmasından başka bir şey değildir: “Ben kendimi beğenmiş değildim albayım, çünkü karıma uzun süre kölelik yapmıştım. kendi isteğimle bulaşıkları yıkamıştım…”, “Evlilik yarışında can sıkıntısı birinci geldi...”
Anlaşılan o ki adına özellikle Sevgi verilmiş kadın kahramanın evliliğinde sevgisizlik galip gelmiştir. Ruhları uyuşmayan, hayat anlayışları farklı olan iki insanın ayrılması kaçınılmaz olmuştur artık…
İKİ ARADA BİR DEREDE AYDIN OLMAK!
Hikmet toplumun bir aydını olarak; gerçeklikle zihinsel hayal aleminde, iyi ile kötü arasında, yaşamla ölüm arasında iki ara bir derededir... Türk aydının ülke koşullarında kaçınılmaz kaderidir bu, bu ikilikten kurtulanlar gerçek anlamda aydın olmuşlardır zaten. Tabii aydın olmanın bedelini fazlasıyla ödeyerek...
Kitabın bütününe baktığımızda bu arada kalmışlığı çoğaltmak mümkündür. Bunu en açık şekilde birbirine zıt şeyler söyleyerek gösterdiği tutarsızlıkta net bir şekilde görebiliriz. Bir zaman diliminde “Ben yaşamak istiyorum albayım” derken bir başka zamanda “Ben ölmek istiyorum” diyebilmektedir. Kurgu neredeyse zıtlıklar üzerine kurulmuş gibidir…
Bilinç akışı tekniğinin doruğunda bir yapıt Tehlikeli Oyunlar, James Joyce’un “Ulysses”i kadar okunması zor bir roman. Kahramanların gerçek mi yoksa zihinden fırlayan kahramanlar mı ayrımına varamıyorsunuz. Aslında gerçek hayattaki kahramanların zihinsel yansıması olduğunu söylemek daha doğru.
Romanın Türk modern edebiyatında başyapıt, yalnızlığa adanmış bir destan olduğunu söyleyebiliriz.
Bütün hayatını kelimeler uğruna harcayan Oğuz Atay; yazık ki kelimelerinin gününü ve mürüvvetini görmeden hayata gözlerini kapamıştır. Kelimeleri ise daha çok uzun yıllar tartışılacak gibi görünüyor…
Oğuz Atay / Tehlikeli Oyunlar / İletişim Yayıncılık / 479 s.