Ödünsüz devrimciler
Cumhuriyet devrimlerinin sıkı ve yılmaz savunucuları olarak sözcükleri ve çizgileriyle mücadeleye koştular. Gördük ve anladık ki sözcükler ve çizgiler hiç pes etmedi, hep direndi, hep dirildi en karanlık günlerde bile. Onların sayesinde, onların ellerinde, onların dillerinde...
Metin PekerYaşarken bir zambak gibi açılmayı bilmeliyiz: Renkli, diri, güzel olduğu için gıpta ile bakılan. İşte Selçuk kardeşler, Turhan ve İlhan Selçuk, birer zambak gibi yaşamaya bildiler. Ne mutlu onlara. Güzel açmak, diri kalmak ve renkli olmak! Bu üç sırra birden erdi onlar. Onların güzelliği ve dirilişi ve elbette renkliliği inançlarındaydı.
Meşakkatli, engebelerle, tuzaklarla dolu bir ülkede, yarı aydınlanmış bir ülkede, dahası aydınlanması “görünmez el”lerce durdurulan bir ülkede yaşamlarını ortaya sürüp yaşamayı seçtiler. İnançları için yaşamlarıyla “hodri meydan” dediler.
ÖTELERDEN BUGÜNLERE...
Şimdi onlar yok. Toprakları her gün gürleşiyor, kabarıyor yalnız. İnanç böyle bir şey işte. Ölümsüzlüğe inanç zerk ederek, toprak ekleyerek, ötelerden bugünlere ışık getiriyorlar. Getirsinler. Cumhuriyet devrimlerinin sıkı ve yılmaz savunucuları olarak sözcükleri ve çizgileriyle mücadeleye koştular. Gördük ve anladık ki sözcükler ve çizgiler hiç pes etmedi, hep direndi, hep dirildi en karanlık günlerde bile.
Onların sayesinde, onların ellerinde, onların dillerinde. Ülkeyi sevmek, karşılıksız ve ödünsüz olabilmeli, onlar bu yüzden ödünsüz devrimciler, alınları sürekli özgürlük rüzgârıyla buluşan devrimciler olabildiler.
VARSIN TAŞSIN
Bugün dönüp onların yaptıklarına baktığımızda, kendimizi hayret gemisinde yol alırken buluyoruz. Hayret, onların yaparken sıradan gördüklerinin, bugün bize muazzam görünüşünde yatmaktadır. Demek ki şimdi mücadele kendi görünürlüğünde tenzile gitti ki, o eski mücadele bayraklarının devasa genişliği zihinlerimizden taşıyor. Varsın taşsın. Belki şaşkınlık, alt perdeden direnme günleri içinden geçiyoruz. Olur.
Olabilir. Olağan da sayılmalı bu. Ama adaletsizlik ülkeyi ışık hızıyla turlarken gözler yoksulluğun ve ümitsizliğin hedefine kilitlenmişken, elbet, mücadele, Turhan ve İlhan Selçuk’ların ilham gücü olduğu o mücadele günleri de gelecektir, gelmeli de. Çizgisi humour, soyluluk ve zekâ patlaması yaşatan Turhan Selçuk’un bıraktığı o boşluk dolmadı, dolmayacak bu belli, lakin ötede bir biçimde bir inanç uğruna bir boşluğu doldurmayı bilmeli. Keza, İlhan Selçuk’un kısa, çarpıcı yazıları nasıl can evini bulur, can evinden vururdu bizleri.
O cevval, kışkırtıcı, gerçeği çarpıcı biçimde ifşa eden o dil mahareti kendi boşluğunu hep (ve hâlâ) hatırlatıyor bizlere.
İYİLİK İÇİN, ÖZGÜR DÜŞLER İÇİN
Hele o noktalı virgüller, üslubunun gizli yarenleri o noktalı virgüller de o gitti gideli, hiçbir yazıda albenili, şık ve inanç abidelerine dönüşmedi, dönüşemedi. Bu bile bize çok şey anlatmıyor mu? Bir noktalı virgül aracılığı ile bir inanç abidesinin şifrelerini çözmek? Çözebildik mi? Belirsiz! Gerçi B. Russell, “Bir miktar belirsizliğe tahammül etmeliyiz” demişti. Peki, ya bu belirsizlik Türkiye semalarının inanç yıldızları olan Selçuk kardeşleri anlama yolunda çok büyükse, ne yapacağız? Evet! Ne yapacağız?
Elbette, o belirsizliği küçültmek için onların inanç sahasına inmek, aynı araçları bire bir kullanmasak bile, aynı umutları bire bir sahiplenerek ülke için var olma yolunda tekrardan sahne almak. Yapabiliriz bunu. Çünkü işin içinde bu yurdun insanı ve onun yumak yumak özlemleri, dertleri ve bekleyişleri var.
O bekleyişi sona erdirmek için Türkiye adlı sahneye birlikte çıkmalıyız. İyilik için, özgür düşleri gerçek bir düşe çevirmek için, yılgınlık elbiselerini üstümüzden atmak için, içimizdeki coşkuyu tekrar yakalamak için.
GURUR BAYRAKLARI
Zamanlar değişir, ama inançlar temelde aynı kalır. Evet, çağımızda teknik gelişmeler, alet edevat değişse de insanın dramı orta yerde hâlâ duruyorsa, bizim inançlarımız da hâlâ diri, hâlâ aynı yerde bizleri bekliyor demektir. Tıpkı Turhan ve İlhan Selçuk’un kendi dönemlerinde o inançları, bekledikleri yerden alıp yel değirmenleri de dahil, her türden engelle dövüşmekten geri durmayışları gibi.
Biz karikatürcüler, çizgi pirimiz Turhan Selçuk’u da, yazılarının ustalığıyla fikirlerimize pirlik yapmış İlhan Selçuk’u da, inançlarına olan o sahiplenişleriyle bu ülkenin gurur bayrakları sayıyoruz. Onlar ödünsüz devrimciler oldular, alev oldular, göğü ısıttılar.
Şimdi sıra bizlerde. Onların gürül gürül tutuşmuş alevlerinden bir tutum alıp kendi kalplerimizi tutuşturmamız yeter. Bunu yapmalıyız, yapabilmeliyiz. Yapabilmeliyiz ki kalplerinizdekileri yangın, ülkemizin kalbini de tutuşturabilsin.
UÇUN KUŞLAR UÇUN
Onlar aklın rehberliğine inandılar, düşünmeyi, eleştirel bakmayı bir an için unutmadılar. Erich Fromm, “Düzenin adamı, itaatsizlik yeteneğini kaybetmiştir. İtaat ettiği gerçeğinin bile farkında değildir. Tarihte bu noktada şüphe etme, eleştirme ve itaat etmeme yeteneği, insanlık için bir gelecek ile uygarlığın sonu arasında duran tek şey olabilir” demişti on yıllar evvel.
İşte Selçuk’lar, insanlığın geleceği ile uygarlığın sonu arasındaki o kavşakta, sorumluluk alıp insanın geleceğine yatırdılar tüm uğraşlarını, itaatsizlik zırhını kuşanarak. Bugün baktığımızda görüyoruz ki o gelecek, bizim de geleceğimizdir, o geleceği sahipleniyoruz, sahipleneceğiz de... Turhan Selçuk ve İlhan Selçuk’u ölüm almadı, alamadı bizlerden, ama inanç eksikliğimiz alabilir bizlerden. Ne olur o vakit?
Elbet onlar yine durur yerlerinde tüm heybetiyle, biz eksik kalırız bizlerden. Ama eksik kalmamalıyız, kalmayacağız da. Şimdi Hacı Bektaş’ın can dostlarına ve Hünkâr’a emanet ettiğimiz Turhan ve İlhan Selçuk’u özlem ile anıyoruz... “Uçun kuşlar uçun” sonsuzluğa doğru...