Ödüllü belgesel film 'Ateşle Yazmak', Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nde
Bu yıl 24. kez düzenlenen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin çevrimiçi gösterimleri başladı. İlk gün izleyiciyle buluşan yapımlardan, Sundance Film Festivali’nden ödüllü “Ateşle Yazmak” bir grup kadının Hindistan’da yürüttükleri bağımsız medya mücadelesine odaklanan bir belgesel.
Emrah KolukısaHindistan dünyada gazetecilik yapmanın en tehlikeli olduğu yerlerden biri olarak görülüyor. 2014’ten bu yana 40’ı aşkın gazeteci katledilmiş. Bağımsız gazeteciliğin ateşle oynamaktan farksız olduğu bu ülkede bir grup kadının başlattığı bir gazetenin öyküsünü anlatan “Writing With Fire” (“Ateşle Yazmak”) adındaki belgesel film şu sıralar 24. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin çevrimiçi gösterim programı çerçevesinde izlenebilir.
Rintu Thomas ve Sushmit Ghosh’un imzalarını taşıyan film hem bağımsız medyanın ne denli hayati olduğuna dair bir mesaj içeriyor hem de her türlü baskı ve şiddeti yaşayan kadınların dünyanın dört bir yanında benzer bir mücadeleyi yürüttüğünü gözler önüne seriyor.
BAĞIMSIZ MEDYA VE KADINLAR
2002 yılında Hindistan’ın Uttar Pradesh bölgesine bağlı Karwi adlı kasabada ilk kez yayımlanmaya başlayan Khabar Lahariya (Haber Dalgaları) adındaki gazeteyi ve gazeteyi çıkaran kadınları odağına alan belgesel tam da gazetenin dijitale geçişi aşamasında başlıyor. farklı yaşlardan, kimisi evli ve çocuklu, kimisi bekar 20’ye yakın kadının emek verdiği gazetenin dijital yayıncılığa geçişi için düzenlenen eğitimler bir yandan sürerken bir yandan da Hindistan’ın en yoksul ve en dışlanmış kesimine (düşünün ki Dalit adı verilen bu insanlar kast sisteminin bile dışına itilmişler) dair haberler yapan muhabirlerin (ki kendileri de ‘dokunulmazlar’ denilen Dalitlere mensup insanlar aslında) çalışmalarına tanık oluyoruz. Bu anlamda gazetenin şef editörü konumundaki Meera Jatav ile tam bir muhabir kumaşına sahip, cesur ve genç Suneeta’nın hayatlarına biraz daha fazla odaklanıyor “Ateşle Yazmak”.
Kısa sürede yaptıkları yayınlar ve habercilik anlayışları onları belli bir popülerliğe ulaştırırken (hatta filmin bitiminde, yaklaşık 3 yıllık bir sürede 150 milyon YouTube görüntülemesine ulaştıklarını anlıyoruz), en azından gazete çalışanlarının da hayata ve yaşadıkları topluma bakışlarının nasıl değiştiğini; bilinç düzeylerinin nasıl yükseldiğini gözlemliyoruz.
Katledilen bir kadınla ilgili yaptığı haber sonrası Suneeta’nın söyledikleri özellikle kolay kolay hafızanızdan silinmeyecek bence. “Bazen içime bir korku düşüyor” diyor Suneeta ve devam ediyor: “Bu nasıl bir hayat böyle? Kadınlar dünyanın her yerinde büyük adaletsizliklerle karşılaşıyor. Bu hayatı anlayamıyorum. Bazen kadın olarak doğmakla günah işlemişiz gibi geliyor. Önce kendi ailene yük olduğunu düşünmek zorunda bırakılıyorsun, sonra kocanın kölesi oluyorsun. Kadının hayatı daima pamuk ipliğine bağlı.” Ne yazık ki “Özgürlüğü seviyorum, sınırları olmayan bir hayat istiyorum” diyen Suneeta filmin sonlarına doğru ailesinin ve çevresinin baskılarına dayanamayarak evlenecek ve işini de bırakacak. Onun yaşadığı stresi, sıkıntıyı ve çelişkileri düğünü sırasında onu çeken kameranın yakaladığı dalgın bakışlarında görmemek imkansız; doğrusu belgeselin de en çarpıcı anlarından birisi bu bölüm.
İzlediğinizde göreceğiniz ve sizi de en çok etkileyecek şey ise Hindistan ile Türkiye’nin birçok anlamda ne kadar birbirlerine benzedikleri ve kadınlar başta olmak üzere yoksul halk kesimlerinin hep aynı teranelerle sömürüldükleri gerçeği olacak. Dinin son derece istismar edildiğini, toplumun kutuplaştırıldığını, mafyanın at koşturduğunu ve bağımsız gazetecilik yapmak isterken bu gerçekleri vurguladıklarında Khabar Lahariya çalışanlarının da nasıl hedefe konulduklarını gördüğünüzde eminim siz de yaşananların ortaklığına hayret edecek ve şu sözleri tekrarlayacaksınız: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz.