Obama'nın Kahire Konuşmasının Analizi
cumhuriyet.com.trObama’nın İslam coğrafyasına yönelik politikası köklü ve yapıcı bir zihinsel değişikliği yansıtıyor. Fakat bu, ABD’nin dünya hegemonyasından ve bunun öngördüğü stratejik hedeflerden vazgeçtiği anlamına gelmiyor.
Başkan Obama’nın Kahire konuşmasının ana teması, ABD’nin Müslümanlıkla ve İslam dünyasıyla kavgalı olmadığı ve İslam âlemiyle karşılıklı saygı ve çıkar temelinde ve hoşgörü ve adalet ilkelerine dayalı ilişkiler kurmak istediği ve dış politikasını bu doğrultuya yönlendireceğidir. Obama bu mesajıyla ABD ile İslam âlemi arası ilişkilerde “yeni bir başlangıç yapmayı”, yeni bir sayfa açmayı öngörüyor. Gerek ailesi, gerekse yetiştiği ortam ve kişiliği, bu hususta söylediklerinin içtenliğine ve inandırıcılığına güç kazandırıyor.
Obama’nın açıklamaları sadece zengin bir retorikten ibaret değil, somut öneriler ve politikalar da içeriyor. Nitekim Obama, ekonomik kalkınmada başarılı olan Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin deneyimlerinin gelişme ile geleneğin birbiri ile çelişmediğini kanıtladığını, bu ülkelerin özgün kültürlerini muhafaza ederek modernleşip geliştiklerini, bu itibarla İslam toplumlarının da eğitim ve yeniliğin öncülüğüne dayanarak ekonomik atılım gerçekleştirebileceklerine inandığını vurguladıktan sonra, Müslüman ülkelerin kalkınma hamlelerine somut katkı ve yardımda bulunacağını açıklıyor.
Kapsamlı yardım vedestek programı
Obama, Müslüman ülkeler için şu projeleri içeren kapsamlı bir yardım ve destek programı öngörüyor: Öğrencilere eğitim bursları vermek, staj imkânları sağlamak, ABD ve Müslüman toplumların iş dünyası liderleri arasında bağ kurmaya yönelik toplantılar düzenlemek, bilim ve teknoloji alanında tesis edilecek fonlarla Müslüman ülkelerin teknolojik kalkınmasını desteklemek, bilimsel mükemmeliyet merkezleri kurmak, yeni tarım ürünlerinin yaratılması için ortak projeler oluşturmak ve sağlık alanında ortak çalışmalar yürütmek vs.
Keşke ABD, Irak operasyonu yerine daha 2003 yılında bu nitelikte gayet kapsamlı bir eğitim ve kalkınma programını İslam dünyasına yönelik olarak uygulamaya koysaydı. Bu takdirde, ABD bugüne kadar savaş için harcamış olduğu büyük meblağların sadece bir kısmıyla bazı sorunlara köklü çözümler bulma doğrultusunda mesafe alabilirdi.
Büyük Ortadoğu bölgesine yönelik stratejiler
Obama’nın konuşmasındaki ikinci tema, ABD’nin Büyük Ortadoğu bölgesine yönelik stratejilerini kapsıyor. Obama, önce, Afganistan ve Pakistan’da “şiddet yanlısı aşırı uçların” temizlenmesiyle birlikte ABD askerinin buralardan tümüyle çekileceğini, aynı şekilde ABD’nin Irak’ın toprakları ve kaynakları üzerinde hiçbir talebi olmadığını ve Irak’taki tüm ABD askeri kuvvetlerinin de 2012 yılına kadar geri çekileceğini vurguluyor.
Bundan sonra da Filistin sorununun çözümü için izleyeceği politikanın temel unsurları olarak şu hususları belirtiyor:
(1) Filistinliler kendi bağımsız devletlerine sahip olmalıdır.
(2) İsrail’in işgal ettiği topraklarda yerleşim merkezleri inşa etmesi gayrimeşrudur. Bunlar durdurulmalıdır.
(3) Kudüs, Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için güvenli ve sürekli bir yuva haline gelmelidir.
(4) Hamas, İsrail’in yaşam hakkını ve mevcut anlaşmaları tanımalı ve şiddete son vermelidir.
(5) İsrail, Gazze’deki Filistin halkının günlük hayatında gelişme kaydedilmesi için somut adımlar atmalıdır.
(6) Yol Haritası çerçevesinde gerekli adımlar atılmalıdır.
Her ne kadar, İsrail’deki aşırı sağcı hükümet ve ABD’deki etkili Yahudi lobisi, Filistin sorununa yönelik bir çözüm inisiyatifine kuvvetli engeller oluşturuyorsa da, Obama’nın, açıkladığı politikayı uygulama hususunda kararlı olduğu anlaşılıyor.
Esasen, tüm dünyanın dikkatinin odaklandığı Kahire konuşmasıyla üstlendiği taahhütlerden sonra, Ortadoğu’da sorunların anası olarak belirtilen Filistin sorununda ciddi bir adım atamazsa, böyle bir başarısızlık Obama’nın inandırıcılığını daha iktidarının başında tümden yitirmesine yol açar.
İran sorunu: Obama’nın siyasi cesareti
Son derece önemli olan bir nokta da Obama’nın, Başkan Eisenhower döneminden bu yana ABD başkanlarının göstermedikleri bir siyasi cesaret sergileyerek İsrail’i karşısına almayı göze alması ve İran’ın nükleer silah imaline yönelik faaliyetlerine ilk kez farklı bir çerçevede ve görüşle yaklaşmasıdır. Nitekim, Obama, “Bazı ülkelerin nükleer silahlara sahipken diğerlerinin olmamasına itiraz edenleri anlıyorum. Hangi ülkelerin nükleer silah bulunduracağını bir tek ülke seçmemelidir. Bu yüzden Amerika’nın hiçbir ülkenin nükleer silah bulundurmadığı bir dünya istemekteki kararlılığını tekrar ve kuvvetle teyit ettim” diyerek, İsrail’in hem Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na taraf olmamasını eleştiriyor, hem de nükleer silaha sahip olma imtiyazını sorguluyor. Ayrıca Obama, İran’ın nükleer silah yapımı konusundaki tutumuna karşıtlığının gerekçesi olarak “bölgeyi ve dünyayı son derece tehlikeli bir yola sürükleyebilecek Ortadoğu’da bir nükleer silah yarışını engelleme” olarak belirtiyor.
Bu beyanlar, Obama’nın, Ortadoğu’nun İran ve İsrail’i de kapsayacak şekilde nükleer silahlardan arınmış bir bölgeye dönüştürülmesi yaklaşımını benimsediği izlenimini yaratıyor. Bu yolda bir uygulamanın, hem İran’la uzlaşma, hem de Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanması açılarından fevkalade yararlı olacağı kuşkusuzdur.
Obama’nın çelişkileri
Konuşmanın üçüncü temasının kapsadığı, “evrensel barış ve anlaşma”, demokrasi, din özgürlüğü ve kadın hakları bölümünde Obama tarafından yapılan değerlendirmeler bazı çelişkiler içeriyor. Nitekim, Obama konuşmasında “masum erkek, kadın ve çocukların öldürülmesine karşı olduğunu” söylüyor. Fakat, ABD’nin Irak’ta pervasızca yürüttüğü savaşta bir milyon masum sivilin ölümüne sebebiyet verdiğini unutmayı yeğleyerek, bu katliam nedeniyle özür dilemiyor.
Keza, kendisinin Beyaz Saray’da ikamete başladığı günlerde İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yaptığı korkunç katliama kayıtsızca seyirci kaldığını anımsamamayı da tercih ediyor.
Öte yandan Obama, “Din özgürlüğü insanların birlikte yaşayabilmelerinin esasıdır” diyor ve “kadın-erkek eşitliği” ile kadınların eğitilmesinin toplumların refaha ulaşmasında ve kalkınmasında önemli bir faktör olduğunu vurguluyor, ancak bu hedeflerin sadece laiklik ilkesini benimseyen bir devlet yönetimiyle gerçekleştirilebileceğini gözden kaçırıyor.
Şeriat hukukunun geçerli olduğu İslam ülkelerinde, devletin değişik dinlere eşit mesafede durması ve ayrılıkçılık yapmaması kâbil mi? Aynı şekilde, laiklik ilkesine dayanmayan bir devlet sisteminde, evrensel hukuk ilkelerinin uygulanması ve bu bağlamda kadın-erkek eşitliğinin gerçekleştirilmesi mümkün mü?
Bunlar, Obama’nın, İslam ülkelerinin demokratikleşme ve modernleşme sürecine ilişkin bilgilerinde ciddi boşluklar olduğunu gösteriyor. Esasen bu nedenledir ki Obama, kadınların örtünmesini din özgürlüğünün bir icabı olarak görüyor ve savunuyor.
Oysa bu tutumuyla gerçekte kadın üzerinde baskıcı ve kadın-erkek eşitliğine aykırı bir yaklaşımı desteklediğinin farkında değil.
Bunlara rağmen, Obama’nın konuşması, yeni ABD yönetiminin İslam coğrafyasına yönelik köklü, cesur ve yapıcı olarak nitelenebilecek bir zihniyet değişikliğini yansıtıyor.
Ancak ABD’nin de tarihteki bütün büyük emperyal devletler gibi fanatik bir dürtüyle dünyada tek süper güç olma konumundan ve küresel hegemonya hedefinden vazgeçmesi söz konusu değildir. Şimdi Washington için mesele, İslam coğrafyasına yönelik politkaların ABD’nin küresel stratejisiyle nasıl bağdaştırılacağıdır.
Şükrü M. Elekdağ CHP İstanbul Milletvekili