Obama, Ilımlı İslam ve Laik Cumhuriyet...

cumhuriyet.com.tr

Obama’nın gelişinden bir hafta ve 29 Mart seçimlerinden iki gün önce, 27 ve 28 Mart günleri ABD Büyükelçisi Jeffrey, Nur Batur’la bir söyleşi yaptı. (Hem de Sabah gazetesinde!) Bu söyleşide, açıkça artık “ılımlı İslam” deyimini kullanmak istemediklerini belirtti.

ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’ye ziyareti kuşkusuz çok önemlidir. Gazetemizin 6 Nisan Pazartesi günkü başyazısında Obama’nın ziyareti için “ABD Başkanı elbette devletinin Ortadoğu’daki çıkarlarını savunmak ve yürütmek için ülkemize geliyor” deniliyordu.

ABD’nin çıkarları bağlamında Obama özellikle Irak, İran, Ermenistan, Afganistan, Kıbrıs konularında düşüncelerini belirtti, Türkiye’nin bu konularda ABD ile birlikte olmasının yollarını gösterdi.

Tüm bu konular zaten Ortadoğu’nun gerçekleridir ve süregelen sorunlardır. ABD’nin politikaları pek değişmez, belki metot ve yaklaşım değişikliği olabilir. ABD politikasındaki asıl değişim ise “Ilımlı İslam”daki değişikliktir. Obama’nın, konuşmasında özellikle “laik cumhuriyet ve laik demokrasi” vurgusu yapmasıdır.

Zaten bu nedenle ertesi günü hemen tüm gazeteler Obama’nın Meclis’te yaptığı konuşma için “değişim”, “yeni dönem” gibi düşüncelerini öne çıkarırken, Cumhuriyet’in manşeti “Laik demokrasi vurgusu” başlığını taşıyordu. Böylece Cumhuriyet, zaten var olan Ortadoğu, Afganistan, Kıbrıs gibi sorunlar yanında asıl değişimin ABD Başkanlığı düzeyinde “laik demokrasi” için ortaya konduğunu öne çıkarıyordu.

Gerçekten bu konu son derece önemlidir. 2000’li yılların başında ABD Başkanlığı’na seçilen Bush, gençliğinde alkol tedavisi görmüş, sonraları da koyu bir “Evangelist” Hıristiyan olmuştu...

Başkan seçilince işte böylesi bir ruhsal durum yanında 11 Eylül 2001 olayının ve etrafını saran “neocon” adı verilen liberal çevrenin etkisiyle dine yakınlığını açıklamaktan kaçınmıyordu.

Başkan Bush yönetimi demokrasi getireceği sloganıyla Irak’ı işgal etmiş, daha sonra Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) açıklamış, onun uzantısı olarak Türkiye için “ılımlı İslam” modelini uygun görmüştü.

Gerek BOP gerekse ılımlı İslam modelinin yaşama geçirilmesi için önce AKP’nin yaratılması, sonra da AKP’nin iktidara getirilmesi gerekiyordu. Bunlar da kotarılmış ve yeni kurulan AKP 6 ay içinde 2002 yılında iktidara gelmişti. Erdoğan da daha başbakan olmadan Beyaz Saray’da “başbakan” gibi karşılanmıştı. Bush yönetimi, özellikle Dışişleri bakanları Powell ve Condoleezza Rice Türkiye için ılımlı İslam modelini açıkça ortaya koymuşlardı (1).

ABD’nin ılımlı İslam modelinin arkasında durması, Türkiye’deki aydınları ABD’den koparmış ve Ortadoğu, Irak ve PKK konusundaki politikaları da ABD’nin yüzde 70’lerde seyreden halk desteğini yüzde 10’lara kadar düşürmüştü.

Türk aydınlarına göre Ortadoğu’da, Irak’ta, Afganistan’da ve diğer konularda yapılan hatalar düzeltilebilirdi ama ABD’nin güçlü desteği ile laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi tahrip ediliyordu. İşte bu kabul edilemez bir durumdu.

Bunun anlamı şudur: Ortadoğu’da İslamın devlet yönetiminin katmanları içine girmesini sağlayıcı politikalar giderek Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırır. Din eksenindeki bir devlet yapısının ılımlısı olmaz, bu anlayış giderek radikalleşir. Ortadoğu’daki istikrarın temel ekseni Türkiye’dir. Bu nedenle Türkiye’de laiklik ilkesinden uzaklaşmak doğru bir politika değildir.

Bu konudaki önemli politika değişikliğinin işaretleri bir ay kadar önce Amerikan Senatosu’nun insan hakları raporu ile belli oldu. Daha sonra Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın Ankara ziyaretinde belirginleşti.

Clinton açıkça “Türkiye modernite ile laiklik ve İslamın hepsinin birbiri ile bağlantılı olduğunu gösteren sıradışı bir örnektir” dedi. Ilımlı İslam söyleminden kaçındı, Türkiye’nin laiklik ilkesine vurgu yaptı.

Türkiye - Değişen dinamikler

Obama gelmeden önce ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından “Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi” (CSIS) tarafından hazırlanan 100 sayfalık “Türkiye’nin Değişen Dinamikleri” adlı rapor, aslında değişen bu ABD politikasının ipuçlarını açık bir biçimde veriyordu. Rapordan bir örnek:

“- Eğer Ankara’da daha milliyetçi sivil ya da asker bir liderlik ortaya çıkarsa bu ABD ve Türkiye arasındaki ittifakı tehdit etmeyecektir; açıkça İslamcı olmuş bir Türkiye, (Amerika’yla) işbirliğini ciddi biçimde azaltarak, özellikle Ortadoğu’da ABD politikalarını engelleyebilir.”

Bu 100 sayfalık rapor ve özellikle yukarıya alınan paragraf, Erdoğan yandaşı basını, kendilerine liberal adı verilen yazarları şaşırtmış, kimilerini çileden çıkarmıştı. Hatta Zaman gazetesi bu raporla ilgili olarak “CSIS’ten tuhaf bir rapor” diye başlık atıyordu.

Bu göstergeler ABD politikalarının değiştiğini, Türkiye’de dinden güç alan siyasal iktidarlar yerine Ortadoğu’nun “istikrarı” için laik Cumhuriyet felsefesinin desteklenmesi gerçeğinin anlaşılmış olduğunu ortaya çıkarıyordu. Anlaşılıyor ki, ABD’nin “devlet aygıtı”nın ortak aklı bu gerçeği geç de olsa anlamış oluyordu.

AB’deki değişim

Bu konudaki değişim sadece ABD’de değil, Avrupa’da da görülüyor. Geçen ay Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu 52’ye karşı 528 oyla kabul ettiği Türkiye raporunda “istikrarlı, demokratik, çoğulcu, varsıl bir toplum” hedefine işaret ediliyor ve “laiklik ilkesine” açıkça vurgu yapılıyordu. (Cumhuriyet, 13.03.2009)

Bu temel politika değişikliklerini ABD Büyükelçisi James Jeffrey de açık bir biçimde vurguladı. Bunu da özetleyelim:

Obama’nın gelişinden bir hafta ve 29 Mart seçimlerinden iki gün önce, 27 ve 28 Mart günleri ABD Büyükelçisi Jeffrey, Nur Batur’la bir söyleşi yaptı. (Hem de Sabah gazetesinde!) Bu söyleşide, açıkça artık “ılımlı İslam” deyimini kullanmak istemediklerini belirtti. Ayrıca, “Tarihin Napolyon ve Büyük İskender gibi askeri liderler gördüğünü, Atatürk’ün ise askeri zaferi kullanıp, bunu diplomatik, ekonomik ve siyasi reformlarla destekleyip güçlü bir Türkiye yarattığını” belirtti.

İşte bu ortam ve alan hazırlığından sonra Obama’nın gelişi gerçekleşti.

Obama’nın son derece önemli 48 saatlik Türkiye ziyaretinde ABD’nin ılımlı İslamdan dönüş politikası açıklık kazanmıştır.

TBMM’de yaptığı konuşmadan alınan aşağıdaki paragraflar bu politikayı apaçık gösteriyor. Şöyle ki:

Atatürk ve laik demokrasi

“Bu sabah Atatürk’ün, ülkenizin kurucusunun mezarını ziyaret ettim. Bu anıttan çok etkilendim, çünkü kendisi tarihin şeklini değiştiren bir liderdir. Atatürk’ün yaşamına ait en büyük anıt, taştan ya da mermerden inşa edilemez. Onun en büyük mirası Türkiye’nin laik demokrasisidir.”

Obama bununla da kalmadı, Atatürk devrimlerinin altındaki gerçeğin altını şöyle çizdi:

“Tabii ki bugünlere kolay ulaşılmadı.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Türkiye rahatlıkla yabancı güçlere teslim olabilirdi; bunun yanı sıra bir imparatorluğu devam ettirmeyi de tercih edebilirdi.

Ama Türkiye farklı bir gelecek benimsedi. Kendisini yabancı kontrolden uzaklaştırdı... Bir cumhuriyet kurdu...

Bu cumhuriyet, hem ABD’nin hem de diğer dünya ülkelerinin saygısını kazandı.”
Obama, Anıtkabir’de şeref defterine şunları yazdı:

“Vizyonu, kararlılığı ve cesaretiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni demokrasiye yönelten ve mirası tüm dünyaya kuşaklar boyunca ilham vermeye devam eden Mustafa Kemal Atatürk’e saygılarımı sunmak, benim için bir onurdur.

ABD’nin 44. Başkanı olarak Türk - Amerikan ilişkilerini güçlendirmeyi, Atatürk’ün, halkına umut veren modern ve müreffeh bir demokrasi olarak Türkiye vizyonunu desteklemeyi ve ‘Yurtta barış, dünyada barış’ ilkesini gerçekleştirmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.”

Obama burada, “Atatürk’ün mirasının tüm dünyaya kuşaklar boyunca ilham verdiğini” ve ABD’nin “modern Türkiye’yi” destekleyeceğini belirtmektedir.

Obama, Çankaya’da Cumhurbaşkanı Gül’le birlikte yaptığı basın toplantısında da bu konuyu bir kez daha ele aldı ve ulus devlet kavramını öne çıkardı. Şöyle ki:

“Büyük bir Hıristiyan nüfusa sahip olmamıza rağmen biz kendimizi Hıristiyan veya Yahudi bir nüfus olarak görmüyoruz. Kendimizi vatandaşların oluşturduğu ve ideallerin birbirine bağladığı bir ulus olarak görüyoruz. Modern Türkiye de benzer prensiplerle kuruldu. Her iki ülkede de görmekte olduğumuz laik bir ülke vaadinin, inanç özgürlüğüne, hukukun üstünlüğüne saygı gösterme vaatlerinin sürdürülüyor olmasıdır.”

Obama burada özellikle “Biz, Hıristiyan nüfusa sahip olmamıza rağmen ‘Hıristiyan bir ulusuz’ demiyoruz” diyerek nüfus çoğunluğunun belli bir dinden olmasının o ülkeyi din devleti yapmadığını belirtiyordu. Burada üç temel ilkeye vurgu yapılıyor: 1. Laiklik, 2. Hukukun üstünlüğü, 3. Ulus devlet. Obama, tüm Ortadoğu’ya ve İslam dünyasına hukukun üstün olduğu laik ve demokratik bir Türkiye modelini överek işaret ediyor.

Erdoğancı yazarlar, yandaş basın Obama’nın bu konulardaki açık ve net politikasını görmezlikten geliyorlar. Oysa Obama’dan önce de Kıbrıs, Irak, İran, Ermenistan ve Afganistan sorunları vardı, bundan sonra da var olacaktır. Asıl değişim, ABD’nin Türkiye’ye biçtiği “ılımlı İslam” projesinin son bulma eğilimidir. Ilımlı İslam politikasının ABD’nin resmi söyleminden çıkmakta oluşuyla karşı karşıyayız.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, geçen ayki Türkiye gezisinde bunu açıklamıştı. Obama da bu hususu kesin olarak teyit etmiştir.

Eğer Obama’nın bu söylemi siyasal yaşama yansıyabilirse, o zaman Türkiye’nin iç dinamiklerinde ve iç politikasında yeni bir dönemin başlangıcı olacağını düşünüyorum.

(1) Ilımlı İslam konusu çok yazıldı. Bu konuda son iki makalemize bakılabilir: “Ilımlı İslam, Gerçek mi Komplo mu?” (Cumhuriyet, 18-19 Ağustos 2008) “BOP Projesi Çöktü mü?” (8 Ocak 2009)