‘O yasaklı sokaklar bizim!’

Ata Tuncer, yeni romanı Amenna Bulvarı’nda; bir yandan yılankavi sokaklarıyla labirente benzer bir semtin gündelik yaşam dinamiklerini bir yandan da toplumun sıra dışı olarak nitelendirdiği, farklı renkler taşıyan bir topluluğun yaşama tutunma çabasını kaleme alıyor. Kentsel dönüşüm konusundan şiddete iç içe öyküleri, çok parçalı bir yapıda şiirsel bir üslupta sergiliyor.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Fotoğraflar: KAAN SAĞANAK

- Karşılaşmalar, kesişmeler, değmeler... Amenna Bulvarı’nın binbir gerçeklik içindeki insanını, çehresini sarmal bir biçemde belirliyor. O çehre ki mert bir tutunma kavgasında, biz de varız diyor! Amenna Bulvarı’nın sosyolojisini sorarak başlayalım...

- Amenna Bulvarı, eskiden Alimallah Sokak olarak anılan kentsel dönüşümle bulvara evrilen bir mahal. Bir suç mahalli. Aşkı da, “raconu” da bol... Bahsettiğiniz bu sarmal, döngüsel kavgalar, tutunma çabaları, daha çok sokak insanlarının, “bıçkınların”, Romanların, LGBT+ bireylerin ve kentsel dönüşümün etkisiyle kendilerini içsel başka bir dönüşümün içinde bulan “ötekileri” işaret ediyor. Toplumun dışında, dışarıda bırakılmış, itilmiş, huzursuz insanları...

Romanın anlatıcısı, “yazarımız”, Yeşilli’ye anlatılan, duyduğu ya da gözlemlediği tüm hikâyeler kaleminden dökülüyor. Bu mahalle sakinleri arasında geçirdiği kaza öncesinde Süreyya Operası’nda Prens Siegfried’i canlandırmış balet Dünya da var. Ömrü, Alimallah Sokak’ın eğlence mekânlarında, Amenna Bulvarı’nın kaldırımlarında geçen Kraliçe Gece de... Sokak çocuğu Garip te, bulvarın hâkimi Sarı da...

‘BİZ TEK BİR SESSİZ VE HÂLÂ KİMSESİZİZ!’

Sosyal statüden ziyade ruhdaşlık, mekândaşlıktan doğan bir bütünlük ve ahenk var aralarında. Anlatıcı Yeşilli’nin sözleriyle, “Biz tek bir sesiz ve hâlâ kimsesiziz” diyecek kadar aynı ama tekiller...

Farklılıklarından doğan hır gür, çete savaşları, acımasız raconları, hep aynı yere; aşklarına, tutkularına götürüyor bu karakterleri. Kıvrıla kıvrıla farklı yollarda dönüp durdukları yer hep aynı bu bakımdan. Düzensizliğin düzeni... Bir kelebek etkisi aslında. İçlerinden birinin söylediği söz, çektiği bıçak, katman katman hikâyelere, çığ gibi büyüyen vukuatlara neden oluyor.

Zaman zaman korkuyla, yabancılaşarak yürünen sokakların izleğinden örülen bir yer Amenna Bulvarı... “Ötekilerin” hayata tutunmaya çalıştığı, kayıp düşmekten de gocunmadığı yolların kesişimi... Arnavut kaldırım taşlarının bir isyanda silah olarak kullanılırsa diye sökülüp üstüne beton döküldüğü, belki yılda bir gün yürümenin yasaklandığı o sokaklar işte... Aslında her gün eve, işe giderken üzerinden aktığımız, bildiğimiz sokaklar... O yasaklı sokaklar bizim. Ötekileştirilen de bizim hikâyemiz.

‘DÜNYANIN TEMELİ SAKAT, KARAKTERLER DE ENKAZ ALTINDA!’

- Ölü kelebekli bir çekirdek ve bir kabir gibi de Amenna Bulvarı... Hele ki o kavgaları ayırmama duygusu... O sessizleşme... Ağır roman çehresinde bir dünya sunan romanınızda bulvarın ve sokaklarının “normali” ne menem?

- Bulvarın “normal”i, düzlemi, gerçekçiliği ne kadar sert ve şiddetli görünüyor... Hikâyenin temeli, bu temelin çapraşık olmasında. Bu temel sakat. Ama karakterlerin de bu düzeni “düzeltmeye” çalıştıkça bir bir enkaz altında kaldıklarını, kendi yıkımlarına yol açıklarını görüyoruz. Aslında bu kendilerini ait hissettikleri dünyanın temelinde, dibinde var bir bozukluk. Haksız sosyal düzenin, ötekileştirmenin, paranoyakça dışlanmanın, sevilmemenin öfkeli tezahürü...

Şiddet ve susuş, pencereden dışarı baktığımızda orada, hatta karşı pencerede gibi geliyor bana... Ayırmadığımız kavgaların bir parçası haline geliyoruz. Böyle böyle kavgalara batıyoruz. O kavgalarda sakatlanıp o temelin bir parçası oluyoruz. Derken o sakat temeli savunurken bile bulabiliyoruz kendimizi.

“Ağır Roman”dan “Benim Adım Kırmızı”ya, “Sisler Bulvarı”ndan Sezen Aksu şarkılarına, televizyonda açık kalmış dizilere / filmlere değin birçok gönderme var romanda... Bazı kitaplar, şarkılar, iz bıraktığı gibi sürgün de veriyor yeni sözlere... Umarım Amenna Bulvarı’nda o sürgünleri yeşillendirecek işçiliği gösterebilmişimdir.

‘ROMANIM HEM OTOBİYOGRAFİK HEM KURMACA’

- Tutunmanın ve uzun ömrün mümkün olmadığı bu “cinnet bahçesi”nin insanları, iz bırakıyorlar sayfalarda aman vermeyen gerçek hayatın aksine... Öyle detaylı örülü ki salt kurgu olmasa gerek.

- 2012’den beri İstanbul’da yaşıyorum. Taksiyle on dakikada “sosyete AVM”sine de gidilebiliyor. Çağlayan “varoş”una da... Taksimetrede her iki taraf da aynı fiyata. Hem otobiyografik hem kurmaca çok şey var romana dâhil olan. Ama hemen aklıma gelen şu oldu: Bir gün, apartman kapısı önünde, on altı yaşlarında iki çocuğu “Mallar nerede?” diyerek dövdüler. Herkes pencerede, polisin gelmesini bekledi dışarı çıkmak, o iki çocuğa yardım etmek için. Ben de dâhil... “Alimallah Sokak”ın temeli bende o gün atıldı sanırım. Kırmızı’nın şiirini o gün, akşama kalmadan yazdım. Sonra Alimallah’a sığmadı karakterler, başka sokaklar, bir park, bir meydan eklemek istedim...

NAMLAR, RUMUZLAR, RENKLER, ŞARKILAR

- Her bölümün üstünde Sarı’nın isteği üzerine okura sunulan, bölümün duygusuna işaret eden renk belirteçleri ve metne eklemini anlatır mısınız?

- Bulvar insanları, namlarıyla, rumuzlarıyla da varlar burada. Bulvarda zamanla Yasin’e “Kırmızı” denmiş, mavi rujlu sevgilisine “Mavi”... Mavi, geçirdiği travmatik olaylardan sonra “başka biri” olmuş. Kendine “Sarı” demeye başlamış... Birbirinden bağımsız ama birbirlerinden kopamayacak denli yan yana yedi renk ve o yedi renkle bütünleşmiş yedi karakter var bulvarda.

Renk skalasıyla birlikte verilen küçük dinleme önerileri de öykülerle bağdaşık şarkılar... Metne yayılan kafiyeli cümlelere, hikâyenin ritmine başka bir perspektif katmak için... Dilin, üslubun yer yer öne geçtiği uğraştırıcı bir yazım süreciydi Amenna Bulvarı’nın getirdiği. Roman, bir şarkıda olduğu gibi nakaratta tekrar eden duygulardan, aşklardan besleniyor. Bölüm başlarında belirtilen şarkılar, romanı yazarken bana değdiği kadar okuyucuya da dokunsun istedim.

‘DİL VE MERAM, EL VE ELDİVEN GİBİ’

- Memleketten bu insan manzaraları size daha neler yazdıracaktır?

- Dert ve meram yazmaya girişince bir el ve eldiven gibi iç içe oturmalı gibi geliyor bana. Bazen ne söylediğin, bazen nasıl söylediğin... Ama hep ötekilerin tarafından aynı potada... İç içe geçen öykülerle içeriden katmanlandığı gibi, dışarıdan da katmanlanan, birbirleriyle örülmüş, yoğurulmuş metinler hayalindeyim.

İlk Cinayeti Şiir İşledi (2014 - Venedik Yayınları) adlı şiir kitabımda, bu romandaki karakterler, mekânlar, gizli, baskın göndermelerle, Amenna Bulvarı’nın bir parçası şimdi... Tiyatro oyunum Kraliçe Gece (2017 - Mitos Boyut), bu romanda bir figüran gibi birkaç paragrafta görünüp kayboluyor.

Teğet geçerek, içinden geçerek, zaman zaman delip geçerek ilmeklenen yazım örgülerinden hoşlanıyorum. Yalnızca romanla değil, şiirler, şarkı sözleri, tiyatro oyunları, belki bir gün senaryolarla... Umut ederim ki bu çok parçalı yapboz, kendini bütünler, okuyanda, dinleyende, izleyende bir değer bulur…

Amenna Bulvarı / Ata Tuncer / Delidolu Yayınları / 320 s.