‘O ağaçlar sizi çarpacak’

“Doğadan ihtiyacın olanı alır, biriktirmezsin. Tahtacılar, ağaç keserek yaşamlarını sürdürürler. Kendilerine yetecek kadar olanı keser, her ağacın yerine bir fidan dikerler. Doğanın dönüşümüdür bu. Tahtacı geleneğinde ağaçla helalleşmek vardır. Kesilecek yaşlı bir ağaca verdiği meyve, hayat ve gölge için minnet edilir.”

Erk Acarer

Tuncel Abi’nin, Tuncel Kurtiz’in mezarına sırtımızı verip aşağı doğru süzülüyoruz. Buralarda ölçü birimi değişmiyor. Tahtakuşlar köyü, bir sigara içimi yol. Köye girmeden, iki asırdır dimdik duran bir mazı meşesinin selamını alıyoruz. Zeytin ağaçlarının gölgesi yola vuruyor. Ve lakin böyle giderse, memlekette gölge de bırakmayacaklar. Soma Yırca’da kesilen 6 bin ağacın hesabını, Kaz Dağları’nda altın ve santral için katledilen ormanlarla birlikte tutuyoruz. Akıl alacak gibi değil! Akıl almaz şeyleri, 1991 yılında kurulan etnografya müzesinde konuşuyoruz. Köy Enstitülerinin yetiştirdiği son öğrencilerden biri olan emekli öğretmen Alibey Kudar, aynı zamanda dünyadaki ilk köy müzesinin de müdürü. “Ağaçeri” denilen insanların yaşadığı bir geleneğe sahip olan coğrafyadan nasıl böyle bir hoyratlık çıkıyor anlamaya çalışıyoruz. Alibey Kudar, Alevi Tahtakuşlar köyü kültürünü yaratan Tahtacı geleneğini anlatıyor:

“Türkler 4 bin yıl önce savaşlar, kuraklık ve doğal afetler gibi nedenlerle dünyanın dört bir yanına dağıldılar. En son iki topluluk kaldı. ‘Türükler’ ve ‘Ağaçerleri’, uzun süre yurtlarını bırakmamak için direndiler. Ancak Moğol istilasına karşı koyamadılar. Onlar da sonunda Orta Asya’dan kalkıp önce Horosan’a yerleştiler. Şaman inanışını benimsemiş bu insanlara burada İslamiyet’i kabul ettirdiler. Türükler Hanefiliği, Tahtacılar ise Aleviliği benimsediler. Sonraki zamanlarda Anadolu’ya göçüp Toroslar’a yerleştiler. Kırsal alanlarda hayvan peşinde gezen insanlara Türük denirdi. Bunlar yetiştirdikleri hayvanların türlerine ve renklerine göre isimler aldılar. Sözgelimi kara keçi besleyenlere ‘Karakeçililer’, kızıl keçi besleyenlere ‘Kızılkeçililer’ denildi. Türük ismi de ‘Yörüğe’ dönüştü. Diğer bir topluluk olan Ağaçerleri ise ormanlarda yaşamışlardı. Toroslar’da da ağaçla olan ilişkilerini sürdürdüler. Bu yüzden ‘Tahtacılar’ ismini aldılar.”

Peki, Tahtacıların Toroslar’dan Kaz Dağları’na yerleşmesi nasıl oluyor? Kudar, bunun Fatih Sultan Mehmet döneminde gerçekleştiğini anlatıyor:

Fatih, İstanbul’u almayı kafasına taktığında Edremit’e geldi ve ‘Buralarda gemi yapmak için ağaç var mıdır’ diye sordu. Ona, Roma döneminden beri Kaz Dağları’nın ağaçlarını kullanarak gemi yapıldığını anlattılar. Sultan, doğal olarak ağaç ustalarının nerede yaşadığını da merak etti. Toroslar’daki Tahtacıları işaret ettiler. Böylece bu insanların bir bölümü buraya getirildiler. Tomruklar kesildi, derelere istiflendi. Yağmur yağınca dereler yükseldi, tomruklar denize taşındı. Bunlar gemilerle toplanıp tersanelere götürüldü. Gemiler yapıldı ve İstanbul alındı. Tahtacılar ise çok sevdikleri Edremit Körfezi’nde, Kaz Dağları’nda kaldılar.”

Köy Enstitüleri’nde yetişen Kudar, Tahtacı geleneği ve onların ağaç sevgisiyle ilgili detaylı ipuçları da veriyor:

Bu yaşam tarzı hepimizi etkiledi. Ağaca, her zaman büyük saygı duyuldu bizde. Her şeyden önce velinimettir ağaç. Meyvesinden, gölgesinden, ruhundan yararlanırsın. Her önüne geleni kesemezsin. Yaşlı ağaçlar, yerine yeni bir fidan dikmek kaydıyla kesilir. İhtiyacın olanı alır, biriktirmezsin. Ağaç rant için değil, hayatı birlikte paylaşmak için kesilir. Böylece orman kendini yeniler.”

Anadolu kültürünü yaratan insanlar...

Öte yandan bu kültürü hiç anlamayanlar... Sözün Kaz Dağları’nda kıyılan ormanlık alanlara ve ille de Yırca’da katledilen 6 bin ağaca gelmesi doğal...

Alibey Kudar, iç çekip başını iki yana sallıyor...

“Bunlar bizi de keserler. Bizde ağaçtan helallik alınır. Yıllarca meyve vermiş, gölge yapmış, sana yaşam katmış. Kuruduğunda o ağacın hakkını ödemek için gider helallik alırsın. Bir fidan dikersin. ‘Hakkını helal et’ dersin! Kaz Dağları’nda mahvedilen doğa ve Yırca’da kesilen binlerce ağaç… Hiçbiri hakkını helal etmeyecek bunlara.”

Nâzım’ın şiirlerinden, feyz alan adamlarla dolu nam-ı diğer İda Dağı…

“…Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için…”

82 yaşındaki Kudar, bahçesine yeni diktiği, zeytin ve portakal fidanlarını gösteriyor. Nâzım’ın, tavsiyesini biraz daha ileri taşıdığı belli…

İnsan bir ona; geldiği kültüre, ağaç adamlarına, onlardan helallik alanlara bir de binlerce ağacı kesenlere bakıyor… Aklı ermiyor.

Son sözü, Yırca’yı kardeş gibi anlayan İda söylüyor:

O ağaçlar size, hakkını helal etmeyecek, o ağaçlar sizi iki cihanda çarpacak!”