Nuri Bilge Ceylan: "Film yapmak, mektubu şişenin içine koyup denize atmak gibi"

Palme d'Or ödüllü yönetmen, senarist ve fotoğraf sanatçısı Nuri Bilge Ceylan, "Film yapmak mektubu şişenin içine koyup, denize atmak gibi. Kime ulaşacağını bilemezsiniz. Dalgalar ve rüzgar nereye götürürse oraya gider. Fakat bir önemi olmalı. Belki de en önemli soru, bir filmi ne için yaptığım" dedi.

AA

Yunus Emre Enstitüsü'nün (YEE) düzenlediği, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sinema Genel Müdürlüğü'nün katkı sağladığı "Türk Filmleri Haftası", Avusturya'nın başkenti Viyana'da devam ediyor.

Usta yönetmen, 1910'da açılan tarihi yapı Urania'da "Ahlat Ağacı" filminin gala gösteriminin ardından sinemaseverlerin yoğun ilgi gösterdiği söyleşiye katılarak, sinema yapmanın zorluklarını, inceliklerini ve kendisine ödüller getiren filmlerinin çekim süreçlerini anlattı.

Kariyeri boyunca aldığı ödüllerden dolayı onur duyduğunu dile getiren Ceylan, ödül kazanmak üzere film yapmadığının altını çizerek, ödüllerin bir sonraki filme maddi kaynak bulmaya yaradığını söyledi. 

'TİYATROYU VE DOSTOYEVSKİ KİTAPLARINI SEVİYORUM'

Ceylan, tüm filmlerinin zorlu süreçlerine işaret ederek, "Ben filmlerimde kendimi test ediyorum. Aslında uzun diyalogları seviyorum. Tiyatroyu ve Dostoyevski kitaplarını seviyorum. Onun romanlarında sayfalar dolusu konuşma vardır ve benim okurken en sevdiğim şey bu. Fakat uzun diyalogları sinemada yaptığınızda zorlayıcı olabiliyor. Bunun da bir yolu olması gerektiğine inanıyorum. Bu benim için bir nevi meydan okuma. Bu nedenle deniyorum" ifadelerini kullandı.

Diyalog yazmanın bir anlamda analitik bir iş olduğunu dile getiren Ceylan, şu bilgileri verdi:

"Özel bir yolum yok diyalog yazarken. Son iki filmimde diyalogları 3 kişi birlikte yazdık. Senaryo yazım aşamasında ana yapıyı kurarken üçümüz birlikte çok fazla konuşur, beyin jimnastiği yaparız. Ancak iş diyalog yazmaya gelince bir birimizden ayrı çalışır, birbirimizle daha çok mail aracılığıyla iletişim kurarız. Her birimiz kendi diyaloğumuzu yazarız. Daha sonra ben içlerinden hangisini beğendiysem onu seçer ve son halini veririm. Dediğim gibi bu iş benim için bir meydan okuma, kendimi test etme. Yani bu yöntem de bundan sonraki filmlerimde de hep böyle devam edecek, çok fazla diyalog olacak anlamına gelmiyor. Ben sessiz, az diyaloglu filmleri de severim."

"DOĞAL SESLER BANA MÜZİK GİBİ GELİYOR"

Ceylan, yapmayı istediği ile ortaya çıkardığı filmin örtüşüp örtüşmediğine ilişkin bir soru üzerine, "Aslında başlarken kafamda çok net bir film olmuyor. Sadece bazı duygu ve düşünceler oluyor. Ben film yaparken, kafamdaki ideal olana ulaşmaya çalışmıyorum. Yani kafamda belirlenmiş net bir düşünce olmuyor. Onun yerine bir arayış içinde oluyorum. Benim için film yapmak, duygular, karakterler arasında bir denge bulmaya çalışmaktır. Montaj yaparken, gerçekçi, ikna edici bir denge oluşturmaya çalışıyorum her zaman" değerlendirmesinde bulundu.

Filmlerinde daha çok doğal seslere ve özellikle rüzgar sesine yer vermesine de değinen Ceylan, şunları aktardı:

"Aslında gerçek yaşamda bunların bir anlamı yok. O seslere bizler bir şekilde anlam veriyoruz. Benim için rüzgar böyle bir şey. Ben doğal yaşamın tüm enstrümanlarını hissediyorum. Benim için bunlar yaşama çok fazla mana katıyor. Gerçek yaşamda rüzgarlı bir gün yaşıyorsak, bunu çok anlamlı buluyorum. Bu tür tüm doğal sesler bana çok fazla şey hissettiriyor. Müzik gibi geliyor kulağıma ve bu yüzden filmlerimde doğal sesleri çok kullanıyor, müziği daha az kullanıyorum. Çünkü müziğin doğal sesleri engellediğini düşünüyorum."

'BOĞAZİÇİ'NDE YALNIZLIĞI SEVERDİM'

Nuri Bilge Ceylan, geçmişten ve güncel sinemadan sevdiği birçok yönetmen olduğunu dile getirerek, "Saymakla bitmez. Diğer sanat dallarından da birçok isim var sevdiğim. Ama beni en çok etkileyen sanat, genellikle resim ve edebiyat oldu, doğruyu söylemek gerekirse. Boğaziçi Üniversitesi'nde okuduğum yıllarda, ben yalnızlığı çok severdim. Kütüphaneye gider, dergileri masaya yığardım ve akşama kadar boş zamanım varsa onlara bakardım. Belki görsel kültürüm farkında olmadan oralarda gelişmiş olabilir. Hem resim hem de bütün görsel sanatlara karşı büyük ilgim vardı" diye konuştu.

'SUÇ VE CEZA'NIN ARDINDAN SİNEMAYA YATKINLIĞIMI ANLADIM'

Okumanın kendisi için önemine dikkati çeken başarılı yönetmen, şöyle devam etti:

"Okumaya çok erken başladım aslında. Suç ve Ceza'yı okuduğumda 19 yaşımdaydım ve çok etkilendim. Özellikle resim ve edebiyat ilgimi çekti. Sinemayla da çok ilintili bu sanatlar. Kendi yeteneklerim düşünüldüğünde ise sinemaya daha yatkın olduğumu düşündüm. Daha becerebileceğim bir iş gibi geldi. Fotoğraftan dolayı teknik kısmını da bildiğimi zannettim. Gerçi ikisi birbirinden çok farklı."

Ceylan, her zaman yaptığı işin en iyisini yapmaya çalıştığının altını çizerek, "Film yapmak mektubu şişenin içine koyup, denize atmak gibi. Kime ulaşacağını bilemezsiniz. Dalgalar ve rüzgar nereye götürürse oraya gider. Fakat bir önemi olmalı. Belki de en önemli soru, bir filmi ne için yaptığım. En önemli sebebin ne olduğunu bulmak da öyle kolay bir şey değil. Kolay değil bunu bulmak." değerlendirmesinde bulundu.