Nur Sürer: Annem ‘erkekten arkadaş olmaz’ derdi
Nur Sürer: Hayatımın hiçbir döneminde “Keşke erkek olsaydım” dediğim bir an bile olmadı. Kadın olmak zor ama mücadeleciyseniz hayatı kendinize kolaylaştırıyorsunuz.
Elif TokbayFotoğraf: Vedat Arık
Nur Sürer sinemada 42. yılını kutluyor. Bereketli Topraklar Üzerinde, Suyun Öte Yanı, Umuda Yolculuk, Uçurtmayı Vurmasınlar rol aldığı 46 filmden bazıları. Ezberini yapabildiği sürece oyunculuğa devam edeceğini anlatıyor. Fotoğraflarını çeken Vedat Arık’ı tanıyor, “Hiç karşılaştık mı biz” diye soruyor. Arık, Sarp Kuray tahliye olduğunda fotoğraflarını çekmiş meğer... Cin gibi bir kadın, etrafı izliyor, insanları gözlemliyor. “Ben çok dolanırım, bazen Sarp diyor ki bana ‘Senin arkanda gözlerin mi var?’ Her şeyi duyarım, birileri bir şey konuşur mesela, göz ucuyla bakarım, giysilerine bakarım, mesleğini tahmin etmeye çalışırım. Çokça insanım var cebimde o yüzden” diyor. Kadın cinayetleri, çocuk tacizleri, tecavüzleri en çok isyan ettiği konular. “Kadın öldürmek meslek haline geldi” diyor. Bir de moda deyimle klavye kahramanlarından şikâyetçi. Kısacası “Madem bir derdin var, sesini yükselt, bir şeyler yap” diye sitem ediyor. 66 yaşında, “İyi bir senaryo gelse ve gerçekten çırılçıplak görünmem gerekiyorsa, yine soyunurum” diyor. Maçka Parkı’nda buluştuk...
- Meslek hayatınızın 42. yılındasınız. Geriye dönüp baktığınızda iyi ki ve keşke dediğiniz anlar var mı? Neleri farklı yapardınız? Yoksa hiçbir şeyi değiştirmez miydiniz?
Keşkelerim çok az meslek hayatımda. 46 filmde oynadım sanırım, içlerinde gerçekten bana ne kattı bunlar, çalışmasam da olurmuş dediğim şeyler var. Ama iyi ki oyuncu olmuşum diyorum. Çünkü kendime çok yakıştırdığım bir meslek, benim ruhuma iyi geliyor, becerebildiğimi zannediyorum. Her seferinde başka başka kadınlara hayat vermek, onlar bana eşlik etmiyor, stop deyince bitiyor tabii ama, böyle yanımda taşıdığım bir kadın oluyor her zaman, hiç hayatımda görmediğim, bilmediğim bir kadın. Oyunculuk benim karakterime de çok yakın. Oyuncu olduktan sonra dedim ki "Kızım işte bu, senin işin buymuş."
- Ne kadar şanslısınız...
Çok azmış... "Evet ben bunu istiyorum ve bunu oldum" denilen meslek. O yüzden inanılmaz mutluyum. Kendimi setlerde o kadar iyi hissediyorum ki. Çok iyi geldi bana bu iş. Bir de ben 24 yaşındaydım başladığımda, gerçekten de karar vererek başladım.
- Hep yanımda taşıdığım bir kadın oldu dediniz ya.. O kadınlardan ruhunuzda iz bırakanlar olmuştur...
Umuda Yolculuk filmindeki Meryem. Maraş'ın Pazarcık ilçesinin bir köyünde yaşıyorlardı. İsviçre'de hâlâ en acılı olaylardan biridir bu, çocuğun donarak ölmesi. Çocuğunu kaybetmiş bir kadını oynadım ben. Aile Alpleri aşarken çocuk sırtlarında donuyor, ve ailenin haberi olmuyor. Hatta Dustin Hoffman biz Oscar aldığımızda "Ödülü bu çığlık aldı" demişti. O zamanlar biz gitmedik tabii Amerika'ya ödül törenine...
- Neden acaba? Sonuçta Yabancı Dilde En iyi Film Oscar'ı aldı film...
Bilmiyorum ki, o zamanlar gidilmiyordu öyle. Yönetmen oradaydı, başka kimse yoktu temsilen.. Onları bulan polis biz çekim yaparken hüngür hüngür ağladı, aynı şeyi yaşıyorum diye... Çünkü İsviçre'de yıl içinde ölümlü trafik kazası bile yok. Dolayısıyla çok acı birşey onlar için. Bir çocuk donuyor, ülkelerine geçmek isterken... Kadını da tanıdım, sete hiç gelmiyordu kadın. Ben gidiyordum akşamları, anlatıyordum, bugün bu çekildi diye. Hep böyle birşey bekliyordu benden, ne yaptınız, ne ettiniz diye anlatmamı. Ama hiç cesaret edip de setimize gelmedi kadın. Genç bir kadındı.
- Filmlerinizin anlattığı olayları bugün hâlâ yaşıyoruz. 30 sene geçmiş, sığınmacılar umuda yolculukta ölüyor. Keza Uçurtmayı Vurmasınlar, insanlar düşünceleri yüzünden hâlâ hapiste, çocuklar anneleriyle birlikte cezaevlerinde. İnsanlık bir adım bile ileri gidemedi mi?
Anneleriyle birlikte cezaevinde kalanların sayısı çoğaldı bir de. Hatta çocuk bezi ve kadın pedi verilmiyormuş, kendi paralarıyla alıyorlarmış. Bir kamyon ped ve bez götürmüştük. Çocukları gördüm orada, anneleriyle kalan, kreş yapmışlar büyük, içinde pedagoglar var, şöyle gökyüzüne baktım, tel örgü var! Çocukların dillerinin de gelişmediğini düşünüyorum. Cezaevi içinde ne cümleler geçiyor, çocukça bir yaramazlık yapabildiklerini bile düşünmüyorum çocukların. Çocukların yeri cezaevi değildir.
- Rol aldığınız son üç yapımda zor annelerle karşımıza çıktınız. Bir Başkadır, Masum.. şimdi de Camdaki Kız... Bu üç anne size neler düşündürdü?
Masum Berkun Oya'nın filmi. Bu kadın nedir diye bir düşünüyorsun, ortak bir dil buluyorsun ve bir kadın yaratıyorsun yönetmenle karşılıklı. Seren Yüce çok beğendiğim bir yönetmen. Yönetmenler setin Tanrısıdır. Şizofrene yakın bir kadındı, duygularını sinirli bir kadın olarak gösteriyordu. Öbürü beyaz yakalı bir kadın, kendi yaşantısının dışında hiçbir şeyi değerli bulmayan. Orada bir Kürt annesi vardı bir de... Berkun hangisini oynamak istersin dedi. Şöyle bir baktım. İki kızkardeş birbirine giriyorlar filmde. Dedim ki, şimdi bu kadın ortaya dalar, ve Kürtçe konuşur. Ya dedim şimdi oturur ezberlerim falan dedim ama doğru dürüst beceremezsem kısa zamanda, eleştiri almaktan korktum. Beyaz yakalı çok da gıcık olduğum bir kadın tipi.. onu seçtim...
- Psikoloji dizileri de çok izleniyor, sizce toplumda nasıl bir karşılığı var?
Acaba biz böyleyiz, ama daha kötüsü var, daha ağır bir dram seyretmek teselli mi oluyor diye düşünüyorum. Dram her zaman alıcısı olan birşey. Parasız tedavi de bir yanıyla baktığınızda, bedavadan doktor karşında (gülüyor). Ben ona yoruyorum. Bir ara ağa dizileri vardı. Onlar bilmedikleri bir coğrafyada geçen olaylardı, tanıdılar, bildiler, vazgeçildi. Şimdi böyle birşeye tutundular. Zor oynuyorum burada, zor bir rol. Mesela şiddet uyguluyorum. Acaba diyorum bir işe yarar mı yaptığımız iş. Hani çocuğuna şiddet uygulayan insanları böyle bir duraklatabilir mi? Camdaki Kız’da Nalan'ın 12 yaşındaki haline şiddet uyguluyorum, sürekli çocuğa "Kızım acıdı mı" diye soruyorum. Bundan önce Çukur'da tokat sahneleri oluyordu. Delikanlıları tokatlıyordum. Hep ıskalıyorum falan, yönetmen diyor "Abla olmuyor böyle, yapıştır bayağı." Çocuklar da diyordu ki "Vur abla vur, bekliyoruz." O kadar elim gitmiyor ki... Tabii ilerde izledikçe göreceğiz, altında ne tür bir dram yatıyor bilmiyoruz.
- Peki kötüyü oynamak zor mu?
Hayır çok kolay. En zoru ne biliyor musun? Komedi, kara mizah oynamak çok zor.
- “Kadın olduğum için çok mutluyum" diyorsunuz. Kadın olmanın güzel yanlarını sizden dinlemek isterim...
Hayatımın hic¸bir do¨neminde “Kes¸ke erkek olsaydım” dedigˆim bir an bile olmadı. Kadın olmak zor ama mu¨cadeleciyseniz hayatı kendinize kolaylas¸tırıyorsunuz. Doğurma gücün var bir de, onu hâlâ beceremedi adamlar. Çocuk yetiştiriyorsun, bir insanı şekillendiriyorsun en basiti.
- Bir röportajınızda anlatıyorsunuz: “Asilik ve özgürlük çocukluğumdan gelen bir şey. Mesela Bursa’da hoş karşılanmazdı ama genç kızlık zamanlarımda inadına sevgilimle evin kapısına kadar gelirdim. Annem artık bir noktadan sonra görmemezlikten gelirdi bu durumu.” Annenizle nasıl diyaloglarınız olurdu, anlatır mısınız bize?
Biz üç kız, bir erkeğiz. En çok ben kavga ederdim annemle. Tabii yaşlılıkta roller değişiyor. Çok otoriter bir kadındı benim annem. 7 yaşındaydım annemle babam ayrıldığında, üvey babam da iyi bir adamdı. Erkekten arkadaş olmaz lafı var ya, annemden çokça duymuşumdur mesela onu. Annem kız arkadaşları bile sevmezdi, acaba bunlar kandırıyor mu benim kızımı falan diye. Ben kafama göre takılan bir kız oldum hep. Bana dişini geçiremiyordu annem, öbürlerini bari kaçırmayayım diye onlara abandı, beni bıraktı kendi halime herhalde. Tamam tamam diyordu. Dinlemiyordum yani annemi, sevgililer şunlar bunlar, kafelere gitmeler, okuldan kaçardım. Bursa'da diskotekler vardı, deli gibi dans ederdim. Okuldan kaçıp sinemaya giderdim, eteğimi yukarı çekerdim, o zamanlar devamsızlık hakkı 30 gündü, 28 gün kaçardım ben. Başka sınıftan kızları da ayartırdım.
- “İyi bir senaryo gelse ve gerçekten çırılçıplak görünmem gerekiyorsa, yine soyunurum” diyorsunuz. Çıplaklık Türkiye’de hâlâ bir tabu, neden sizce?
Evet ben oyuncuyum, senaryoya inanırsam. Ben zaten beğendiğim işlerde oynuyorum, hep seçici oldum. Berlin'e gittiğimde, o doğuyla batının arasındaki köprüde.. Köprünün bir yanında dini kitaplar satıyorlar, biraz ilerisinde göğsü açıkta kadın uyuşturucu parası istiyor. Ve ondan rahatsız olmuyor orada. Ama şurada onu yapsan 3 dakika sonra dayanırlar, deli mi bu derler. Çünkü soyunan insana deli diye bakılıyor ya burada. Filmde de nedir yani, ev halleri. Onu gerektirecek, inandığım bir senaryo olursa soyunurum yani. Oyuncuyum ben sonuçta. Seni mi seyredeceğiz diyorlar, seyretme, git başka birşey seyret...
- Sesinizi çıkarmaktan çekinen biri hiç olmadınız. Her zaman ne düşündüğünüzü söylediniz. Türkiye’nin bugünleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ana muhalefet partisinin genel başkanı hakkında bile fezleke düzenleniyorsa bu ülkede, kaldı ki biraz da onların suçu bu, dokunulmazlıkların kaldırılmasına toptan hayır diyeceklerdi. Yanlış yaptılar. Sonuçta bu insanlar seçilmiş insanlar. Seçmenin evet deyip Meclis'e taşıdığı insanlara bu yapılıyorsa herkese herşey yapılabilir. Eylemlere izin vermiyorlar, 4 öğrenci pankart açılınca yaka paça götürülüyor, bir taraftan kongreler oluyor. Kadınların protestolarına tahammül edemiyorlar, çevirmişler geçen Taksim'de etraflarını.. ama biz biliyoruz o kadınların orada olduğunu. Kadınlar öldürülmesin diye çırpınıyorlar.
- İstanbul Sözleşmesi de bir gecede kaldırıldı.
İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı ama, sözleşme uygulanmadı ki zaten. O zaman nasıl bir şevkle kabul etmişler anlamıyorum. Batılı ülkeler de ikiyüzlü. Hangi maddesi uygulanmış? Kadınları mı korumuşlar, hayır. Ben süslü kelimeleri de sevmiyorum, düşünemem zaten. Kadın öldürmek bir meslek haline dönüştü. İki yaşındaki çocuk tecavüze uğradı geçenlerde. Benim için 17-18 yaş bile çocuk. Çocuğun olsa evlendirmeye bile kıyamazsın yani. Tahrik indirimi veren hakimlere de sinirleniyorum. Kafalarına kadınları öldürmeyi koymuş adamlardan kadınlar korunmuyor bu ülkede.