‘Nomadland’ yoksulluğu romantize mi ediyor?

Pazar gecesi Oscar ödülleri töreninde En İyi Film ödülünü kazanan “Nomadland” ilginç bir tartışmanın odağında. Sosyal medyada büyüyen tartışma filmin yoksulluk romantizmi yaptığı iddiası gündeme taşıyor.

cumhuriyet.com.tr

Pazar gecesi yapılan tören sonucu En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu dallarında Oscar alan “Nomadland” karavana dönüştürdüğü bir minivanda yaşayan yalnız bir kadının öyküsü üzerinden ABD’deki ekonomik sistemin toplumu getirdiği noktayı irdeliyor. Filmde çoğu kendisini canlandıran kalabalık bir oyuncu kadrosu var ve bu insanlar her daim göçebe yaşayan, emekli olsalar da geçici işlerde çalışarak hayatta kalmaya çabalayan ve bunu aslında bir hayat tarzı olarak gören bir topluluğun üyeleri. Aralarında bir akrabalık bağı olmasa da hemen hepsi birbirini tanıyor, gerektiğinde birbirlerine destek çıkıyor, birçok aktiviteyi birlikte yapıyor. Filmde canlandırdığı Fern karakteriyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını alarak kariyerinin üçüncü Oscar’ını kazanan Frances McDormand’ın okuduğu bir kitaptan çok etkilenmesi sonucu nüveleri atılan film Çin asıllı sinemacı Chloé Zhao’ya da bir Oscar getirdi. Zhao hem tarihte En İyi Yönetmen ödülünü alan ikinci kadın oldu hem de bu dalda ödül alan ilk ‘beyaz olmayan’ (İngilizcede colored, yani renkli deniyor) kadın olarak iki kez tarihe geçti. 

Öte yandan film ilginç bir tartışmanın da göbeğine oturmuş durumda. Sosyal medyada alevlenen tartışmaya göre filmin başrolü konumundaki Fern’in bu sade, neredeyse minimal hayat tarzını kendi seçimi gibi göstermenin aslında yoksulluğu romantize etmek olduğu ve bu romantizmin sonuçta kitleleri sömürerek palazlanan kapitalist sistemin değirmenine su taşıdığı argümanı birçok kişi tarafından dile getirildi ve destek buldu. Ünlü senarist ve yönetmen Paul Schrader da bu isimlerden biriydi (eğer sosyal medyada dönene sözler gerçekten ona aitse tabii) ve şunları söyledi: “Filmdeki karakterler yoksul olmayı oynuyorlar. gerçekten yoksul olmak başka bir film. Seyredilemeyecek bir film. Gerçek yoksulluk kasvetlidir, amansızdır ve ondan kaçamazsınız. Bunu ticari bir filmde göstermenin tek yolu olumlu bir çözüm uydurmaktır.  Oysa olumlu bir çözüm yoktur.” İngiltere’de yaşayan İranlı belgesel sinemacı ve akademisyen Kaveh Abbasian da mart ayında yazdığı bir makalede “Nomadland yoksulluğu romantize ederek normalleştiriyor ve bu yüzden Oscar’ı kazanacak” demiş ve sonuçta haklı çıkmıştı.

YEKSAN: ’FİLM İDEOLOJİK ÇARPITMA YAPIYOR’

Türkiye’den de buna benzer görüşler geldi ve “Körfez” filmiyle tanınan Emre Yeksan “Nomadland”den “Yoksulluğu kişisel bir tercih, bir hayat tarzı olarak gösteren sinir bozucu film” olarak niteledi ve Zhao’nun da aslında zengin bir aileden geldiğinden hareketle “Sermaye kendi sınıfı için savaş veriyor işte kardeşim. Filmler de bu savaşın silahlarından” diye yazdı. Yeksan ayrıca “Hollywood ve Akademisi bir süredir sınıfsallığın altını boşaltan, onu ehlileştirmeye yeltenen filmleri öne çıkarıyor” görüşünü de ileri sürdü.  

Telefonla ulaştığımız Yeksan yazdıklarına daha da açıklık getirmek adına şunları söyledi: “Ben filmdeki yoksulluğun temsili ile ilgili bir şey söylemiyorum aslında, yani oradaki temsil doğru olabilir, benim derdim o değil. Benim sıkıntım bunun gerçekçi oluşu ya da romantize edilip edilmeyişi değil; temel hikaye, filmin anlattığı o yoksulluğu kavrayış biçimiyle ilgili bence. Temsilden öte bir ideoloji sorunu var, dolayısıyla iş temsille bitmiyor. Yani böyle bir hayat olmaz demiyorum, olabilir, ama o hayatın bize aksettiriliş biçimi, temsilden öte, yorumlanış biçimi aslında bana sorunlu geliyor. Aynı kitaptan uyarlanan bir kısa belgesel (“Camper Force”) var örneğin, orada bambaşka bir bakış açısı görüyoruz, ki bence oradaki yorum çok daha doğru. “Nomadland” bence ideolojik bir çarpıtma yapıyor.” 

YÜCEL: ’EMEĞİN YERİNE MANZARAYI KOYUYOR’

Altyazı dergisi yazarı Fırat Yücel ise filme dair görüşlerini şöyle ifade ediyor: “Chloe Zhao’nun “Nomadland”inde beni rahatsız eden şey, bu insanların ölümünü romantize etmesi oldu. Yani göçebelik üzerine kurulu güzellemeyi, orada da bırakmayıp, bu dünyadan göçüp gidişlerini de romantize etmesi. Amazon’daki emek rejimine lafı evirip çevirmeden, doğrudan işaret eden “Nomadland”aslında güçlü bir söz üretme imkânına sahip bir film. Bazıları için yine de üretiyordur belki bu sözü, bunu da anlayabiliyorum. Ama ben filme baktığımda, anlatıya yoğun bir teselli ve tevekkül havasının hâkim olduğunu görüyorum. ‘Boşuna yaşamadık’, ‘sevdiklerimizi öte dünyada göreceğiz’, ‘buna inanıyoruz’ vs. Belgeselden de meşruiyet alınarak bu gibi ifade ve motifler öne çıkarılıyor filmde. Buna karşılık, bu insanların ilerleyen yaşlarında Amazon’un koridorlarında ne kadar ağır koşullarda çalıştırıldıklarını tam olarak görmüyoruz. Tek cümleyle özetlemem gerekirse “Nomadland” emeğin yerine manzarayı koyuyor: Fern’ün ve yolda karşılaştığı insanların tuttukları yası, ölümle kurdukları ilişkiyi Amerikan coğrafyasının uçsuz bucaksızlığıyla eşliyor. Öfkeden ve hesap sorma fikrinden arındırılmış bir teselli coğrafyası üretiyor; bir ‘biz birbirimize yeteriz’, ‘mutlu olmayı biliriz’ miti yaratıyor ve sıkça kullandığı, reklam filmlerini hatırlatan müziğin belli ettiği üzere bu teselli coğrafyasında bir “erdemlilik” de görüyor.” 

Filmle ilgili itirazlar böyle. Elbette herkes kendi kararını verecek. Yeter ki pandemi koşulları hafiflesin ve filmi salonlarda izlemek mümkün olsun.