Nilüfer Kuyaş'tan “Karasevda Kitabı”

”Karasevda Kitabı” melankoli ve aşka dair pek çok soruya odaklanan, yanıtlarını geçmişten günümüze vermeye uğraşan bir çalışma. Bir melankoli güzellemesi. Nilüfer Kuyaş'la yeni kitabını konuştuk.

Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap Eki

Nilüfer Kuyaş'tan “Karasevda Kitabı”

'Hasta değil, hayata yanığız!'

Kendinizi, sevdiğiniz birini kaybetmiş kadar yalnız mı hissediyorsunuz, dünyada kalan son insanmışsınız gibi? Bazen akıl almaz bir coşkuyla köpürüp kanatlanıyor mu ruhunuz ya da hüzünden zevk almaya mı başladınız? Meraklanmayın. Melankoliye kapıldınız. Hastalık değil. Olağan insanlık hali. Karasevdaya tutuldunuz. İlle âşık olmanız gerekmiyor, doğuştan âşıksınız çünkü. Melankoli bir hastalık mı yoksa bir güzelduyu mu? İnsan hüzünlenmeyi arzular mı? Sınırı belirsiz, kapısız penceresiz bu karasevda ülkesine herkes girebilir mi yoksa hepimiz başından beri "içeride" miyiz? ”Karasevda Kitabı” tüm bu sorulara odaklanan, yanıtlarını geçmişten günümüze vermeye uğraşan bir çalışma, bir melankoli güzellemesi. Nilüfer Kuyaş'la “Karasevda Kitabı”nı konuştuk.

- Her şey nasıl başladı?
- İçimdeki melankolik özneyi anlamak isteğiyle.

- Senin deyişinle neden “deli bir iştahla” yazdın, motivasyonun neydi? 
- Karasevda Kitabı'nı deli bir iştahla yazdım çünkü melankoli insanın hayatı çok sevmesinden ileri gelen bir ruh köpürmesi. Aristoteles bile böyle tanımlıyor melankoliyi, daha antik çağda. Melankolide deli, coşkulu, aynı zamanda gölgeli bir yan var. Melankoliyi insanın gölge tarafı diye tanımlıyorum ben de. Bir karaltı, bir "koyultu". Kitabı yazarken icat ettim bu koyultu sözcüğünü. "Işıltı"yla kardeş. Biri olmazsa öteki de olmaz. Evrendeki kara madde gibi biraz. Karanlık olmadan ışık da olmuyor. Melankoli karanlık tarafımız, bir de aydınlık tarafımız var. İkisi dengedeyse hayatın tam tadını çıkartıyoruz. Biri fazla ağır basarsa manik depresif oluyoruz. Kitabın pratik mesajı da bu: Melankolinizle tanışın, dost olun, oynayın, sizi yaratıcılığa ve farkındalığa taşısın, böylece depresyondan uzak durursunuz.

“MELANKOLİMLE OYNADIM”

- Melankoliyle yolun ilk ne zaman kesişti? 
- Melankoliyle kültürel kavram olarak tanışmam, İngiltere'de yaşadığım yıllarda Robert Burton'un 1620'lerde kaleme aldığı Melankolinin Anatomisi adlı binlerce sayfalık nefis ansiklopedik çalışmasını karıştırmaya başlamamla oldu. Ben de melankolik bir insanım, gölge tarafımla çok küçük yaştan beri tanışıktım ama bu kitabı okuyunca melankolinin ne kadar evrensel bir ruh hali olduğunu anladım. İnsanın mayasında var melankoli. Burton'ın kitabı çok eğlenceli. Binlerce yıl melankoli hakkında yazılmış ve söylenmiş her şeyi toplamış. Sonunda çok pratik bilgiler de veriyor, tıp rehberi yahut yaşama el kitabı gibi. Bugün hayatta olsa "life coach" olurdu eminim. Yalnız kalmayın, kendinizi oyalayın, uykunuza ve gıdanıza şöyle dikkat edin, falanca kocakarı ilaçlarını deneyin gibi öneriler sıralıyor. Kendisi de muhteşem bir melankolik. Sonuçta melankolisiyle oynamak için melankoli üzerine kitap yazmış. Ben de aynı şeyi yaptım sayılır.

“YARACILIĞA İTEN BİR DUYGULANIM, BİR YARILMA”

- Çalışman insan ruhuna dair nasıl bir kazı, o karasevda ülkesine nasıl bir giriş? 
- Karasevda aslında eski tıp kökeniyle kara safra demek. Bedenin doğal bir ifrazatı fazla üretilince karamsar oluyoruz. Bu işin basit yanı tabii. Bütün kültürlerde bilinen ortak bir insanlık hali. Hüzünden farklı, kederden de farklı. Bence varlığımızın nedenini sorgulayan bir arayış. Sanki bir bütünden kopmuşuz, o bütünü bulmaya çalışıyoruz. Bir eksiklik ve kayıp duygusu var melankolide. Julia Kristeva'ya göre anneden ayrılışımızla başlıyor, yani göbek bağının kopmasıyla. Gerard de Nerval "kara güneş" diye tanımlıyor. Şeyh Galip'teki "siyah nur" aynı şey. John Keats hazzın tatlı üzümünü damağımda ezerken dilimde çekirdeğin acısı kaldı diyor. Freud insanın kendisine olan narsist sevgisinin yara alması olarak açıklamış. Aslında kimse melankolinin tam olarak ne olduğunu tanımlayamamış, psikiyatrların çoğu depresyonla aynı şeymiş gibi ele alıyor, ben buna karşı çıkıyorum. Melankoli bir hastalık değil. Bizi besleyen bir sıkıntı ve huzursuzluk hali, çünkü bizi yaratıcılığa ve eyleme iten bir duygulanım.

“HEM KÜLTÜREL HEM KİŞİSEL BİR AYNA OLARAK ELE ALDIM”

- Özellikle edebiyat ve sanat alanında, o depresyonla gelgitli hatta inanılmaz bir verimi tetiklemiş.
- Melankolikler genellikle yaratıcı kişilerden çıkar diye düşünülürmüş eskiden. Rönesans melankolinin altın çağı sayılıyor mesela, göklere çıkartılmış. Bazı dönemlerde ise yerin dibine batırılıyor, şeytan işidir deniliyor. İnsan ruhunun derin bir çelişkisi ve yarılması sözkonusu. Ayın karanlık ve aydınlık yüzü. Melankolik özne, kendi özünü arıyor. İnsanın bu bitmez arayışı sanatta ve edebiyatta sayısız güzellik yaratmış. Barok müzik mesela. Hem müthiş bir sevinç, hem koyu bir üzüntü barındırır. Dürer'in ünlü “Melankoli I” ve “Melankoli II” adlı gravürleriyle bu konu görsel sanata giriyor. Genç ve güzel bir kız olarak tasvir edilmiş melek figürü, melankoliyi temsil ediyor. Zamanı, dünyayı, hayatı anlamak ister gibi derin düşüncelere dalmış, çenesini eline dayamış. Sanat tarihi melankoli üzerine yorumlarla dolu. Susan Sontag, Sürrealizm'i melankoliyi neşelendiren hareket olarak tanımlıyor. Kendisi kültürel ayna olan bir kavramdan ve duygu halinden söz ediyoruz. Okyanus gibi engin olan bu konuda biraz kalem oynatmak ve bu kültür aynasından ben de biraz yansımak istedim.

- Bu ruh haline ve bu derin kültürel kavrama getirdiğin yorum, bakış açısı ne? 
- Kültürel olduğu kadar kişisel bir ayna gibi de ele alıyorum. Bu nedenle ayna sembolünü çok kullanıyorum kitapta. Ayrıca, bugün akıllı telefonlarımızla saplantılı şekilde "selfie" fotoğraf çekme merakımızı da bununla ilişkilendiriyorum. Aynaya bakmanın yeni bir türü diyorum. 2014'te annemi kaybedince yas, keder ve melankoli üzerine epey düşündüm, o kaybı nasıl yaşadığıma dair kendi hikâyemi de kitabın içine ördüm. İlk defa tek bir tema hakkında deneme kitabı yazdım. Melankoli üzerine çeşitlemeler. Ortaya eğlendirici, düşündürücü ve bence sürükleyici, çok ilginç bir kitap çıktı. 

- Toplumdaki algılanışı bağlamında yeterince ciddiye alınmıyor, yaşanıyor gibi sadece. Gözlem ve incelemelerine göre neden böyle? 
- Melankolinin toplumdaki algılanışı az önce dediğim gibi sürekli bir iniş çıkış ve gel git halinde. Aslında içindeyiz bu karasevda ülkesinin, ama her zaman farkında değiliz. Bizde karasevda genellikle umutsuz aşk hastalığı olarak bilinir ama aşk melankolisi olayın sadece bir parçası. Kültürümüzde damardan melankoli var. Süleyman Çelebi'nin “Mevlid” eseri ve okunuşu, tamamen melankoli şaheseri. Anadolu'nun uzun havaları, bozlaklar, baştan sona melankoli. Amerikalıların Blues müziği ile aynı ölçüde etkileyici bir âşık geleneğimiz var. Portekiz'de Fado, Türk-Rum geleneğinde Rebetiko. Arjantin'de tango. Pakistan ve İran'ın gazel geleneği, tamamen melankoli damarından besleniyor. Ben melankoliyi hayatı aşırı sevmekten kaynaklanan bir duygulanma öbeği olarak görüyorum. Kayıplarımızın, özlemlerimizin, acılarımızın ve zevklerimizin, bütün yaşam deneyiminin toplu ve sürekli bir hasadı olarak tanımlıyorum melankoliyi. Hayata sevdalıyız. Hayat geçici. Ama aynı zamanda çok güzel. En zor günlerde bile, ki şu anda dünya çok zor günler yaşıyor, biz Türkiye'de çok zor günler yaşıyoruz, bu zorlayıcı zamanlarda bile hayata duyduğumuz o acılı sevdayı, o yanık tutkuyu hatırlamak ve hatırlatmak için yazdım bu kitabı. Melankoli, benim görüşüme göre aynı zamanda bir farkındalık. İnsan farkındalıktan bazen kaçar, kendini oyalamak ve unutmak ister. Bazen de melankolisine kapıyı aralar ve bir muhasebe yapar. Karasevda Kitabı o muhasebenin kitabı.

“DEMOKRASİNİN MELANKOLİSİNİ YAŞIYORUZ” 

- İnsanoğlunun ruhundaki ezeli ve edebi bu duygulanım ve senin ifadenle “gölge taraf”ın günümüzdeki yaşanış şeklini de yorumluyorsun kitabında. Melankolizmin modern hali mi demeli buna?
- Kitapta da yaşadığımız dönemi yeni bir melankoli çağı olarak tanımladım. Demokrasi çağı. Beklentilerimiz büyük, düş kırıklıklarımız derin. Ortak, kolektif bir melankoli yaşadığımız; demokrasinin melankolisi. 
Demokrasiye, eşitliğe ve barışa karasevdayla bağlanmışız, tutulmuşuz. Acı çekiyoruz ama vazgeçemeyiz sevdamızdan. Demokrasiye sevdalanmışız bir kere, geri dönüş yok. Artık demokrasi olmadan yaşam olmayacağını anladık. Bütün mesele demokrasiyi daha genişletmek ve daha çok paylaşmak. Bu doymaz özlemin melankolisini hep birlikte tadıyoruz. Dolayısıyla kişisel melankolimizi daha iyi tanımada yarar var. Melankoli depresyondan farklı bir şey. Depresyonu uzmanlar dilsizleşme olarak tanımlıyor, yani dili kaybetmek, acısını dile getirememek. Halbuki melankolinin dili var. Melankolik insan şarkı söylüyor, dans ediyor, resim yapıyor, roman ve şiir yazıyor, film çekiyor. Bir gırtlağımız var haykıracak, bir dilimiz var neşeyi de üzüntüyü de ifade edecek. Melankoli bunların bir toplamı. Edebiyatta sayısız örneği var. Sabahattin Ali'nin "Melankoli" şiiri. Edip Cansever'in "Sevda ile Sevgi" kitabı. Sait Faik'in hikâyeleri tamamen melankoli. Kafka'nınkiler de öyle. Albert Camus'nün absürd üzerine düşünceleri bir melankoli felsefesi. Orhan Veli belki melankoliyi en iyi tanıyan şairimiz, ayrıca ömrünü bir kadına duyduğu karasevdayla geçirmiş. Susan Sontag, melankolikleri ve özellikle melankolik yazarları Satürn gezegeninin etkisinde doğanlar diye tanımlıyor. Satürn yani Zuhal Yıldızı. Gelibolu'lu Yazıcıoğlu Ahmet, “Dürr-i Meknun” (Saklı İnciler) adlı ansiklopedisinde, daha 15. yüzyılda, “felek-i zuhal zamanın efendisidir, yedi kat göğün ilk kuşağıdır” diyor. Satürn yahut Zuhal Yıldızı sanıldığı gibi karamsarlık burcu değil, tersine Noel bayramının kökeni olan pagan Satürnalya şenliklerine ismini vermiş. Biz karasevdalılar, biz melankolikler, zamana ve zamanın geçiciliğine kafayı takarız ama eğlenmeyi de en iyi bilenlerdeniz o yüzden. Kitapta melankolinin en önemli sembollerinden birisi olan aynayı çok kullandığımı söyledim, ayrıca "selfie" fotoğraf çekme merakımızı yeni bir aynaya bakma türü olarak tanımlıyorum dedim çünkü galiba melankolik özneler olarak narsisist yaralarımıza ince ayar yapmaya çalışıyoruz. Şiir tarihinin en büyük melankoliklerinden Baudelaire'den de epey söz ediyorum, Baudelaire için de ayna önemli bir semboldür, geçicilik ve boşunalık aracı ama aynı zamanda derin hakikat göstergesi. Karasevda Kitabı'nı hem bir kültürel ayna hem de tek tek her birimizin gönül aynası olarak kurguladım.

“İNSANLIK BAZI AÇILARDAN DEĞİŞMİYOR!”

- Kronikleştiğinde hayli örseleyici olabileceğine de vurgu yaptığın melankolinin sosyal hayattaki yansımaları nasıl yer buldu çalışmanda?
- Çok hoş bir ayrıntıyla cevap vereyim bu soruya. Robert Burton 1620'lerde yazdığı Melankolinin Anatomisi adlı o muazzam ansiklopedinin bir bölümünü, bugünkü dilde hobi diyeceğimiz kendini oyalama yöntemlerine ayırmış. Nefis şeyler aktarıyor geçmişten. Romalı felsefeci Seneca mesela, “Kitapsız asla tatile çıkmam, kitapsız tatil cehennemden farksızdır” demiş. İşte, “Kitap okuyun, matematikle uğraşın” diyor Burton, sanki bugün sudoku yapın der gibi. İnsanlık bazı açılardan değişmiyor galiba! Bir ara da Osmanlı padişahlarından örnek vermiş. “Fatih Sultan Mehmet yabancı elçileri kabul ederken bir yandan ahşap oyarmış” diyor. “Bugünkü padişah da ok ve yay yapımıyla uğraşır” (tarihe bakılırsa Genç Osman olmalı) diyor. “Osmanlı soylu hanımları, bizim hanımların maymun ve köpek beslemesi gibi evlerinde kedi besliyorlarmış” diyor. Böylece melankolinin neşeli yanı ortaya çıkıyor. Jorge Luis Borges de bir Burton hayranı. Ben de dünyanın melankolisini temsil eden Babil Kütüphanesi'nde sohbet edermiş gibi İstanbul'da Borges'in hayaletine rastlıyorum, havadan sudan söz ediyoruz. Annemi kaybetmenin acısını da ördüğüm Karasevda Kitabı, benim için dünyayı kucakladığım ve melankoli üzerine hikâyeler kurduğum hayali bir yolculuk gibiydi. Okur da benimle bu yolculuğa çıkınca kendi melankolisiyle tanışacak veya barışacak, melankoliden ve acıdan benim gibi zevk çıkartacak diye umuyorum.

gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr

Karasevda Kitabı/ Nilüfer Kuyaş/ Can Yayınları/ 328 s.