Netflix'in ilk Türk filmi 'Yarına Tek Bilet' yayında

Netflix’in Türk yapımı ilk orijinal filmi olan ‘Yarına Tek Bilet” gösterime girdi. Ozan Açıktan’ın yönettiği ve Dilan Çiçek Deniz ile Metin Akdülger’in başrollerini paylaştığı film neredeyse tamamı bir tren yolculuğunda geçen bir aşk filmi. Yönetmen ve oyuncularla bu ilk bakışta küçük ama derinine indikçe içerdiği hayalleriyle büyük filmi sizler için konuştuk.

Emrah Kolukısa

İstanbul’dan İzmir’e giden bir trendeyiz. YHT (yüksek Hızlı Tren) değil, yani yolculuğumuz tüm gece sürecek. Tesadüfen aynı kompartına düşen Leyla ve Ali’nin yolculuğuna eşlik etmek üzere buradayız. Onların kafalarında ayrı ayrı hesaplar, farklı ajandalar var ama bilmedikleri şey aslında ne kadar da ortak noktalarının olduğu ve tüm bunların bu gece açığa çıkacağı. Ozan Açıktan’ın yönettiği “Yarına Tek Bilet” sinemamızda örneklerine fazla rastlanmayan türden bir yol filmi. her yol filmi gibi yolculuk sürecinde karakterler dönüşüyor, yeni kararlar alıyor ve belki de geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktıklarını fark ediyor. Açıktan ve filmin iki oyuncusu Dilan Çiçek Deniz ve Metin Akdülger’e, elbette karantina koşullarında, uzaktan sorularımızı yönelttik… İyi yolculuklar.

DİLAN ÇİÇEK DENİZ: 'OKUDUM, YAZDIM, DAHA ÇOK YAZDIM'

‘Yarına Tek Bilet’ filmi sizi hangi açılardan heyecanlandırdı, neden bu filmde oynamak istediniz?

Ozan (Açıktan) filmin hikayesini daha ilk anlattığında kabul ettim. Duyduğum şey beni hemen içine çekti. Beraber bir işe başlıyor gibi değil de Ozan’ın hayaline ortak oluyormuş gibi hissederek başladım çalışmaya. Senaryo ilmek ilmek örülmüş gibi çok güzeldi, gerçekti ve karakterler bizden birileriydi.

Netflix markası seçiminizde etkili oldu mu?

Biz başta vizyon filmi düşüncesiyle yola çıktık. Daha sonra filmin yapımcıları PToT ve OG Medya, Netflix ile anlaştı. Bu Türk Sineması adına da önemli bir iş birliği oldu. ‘Yarına Tek Bilet’ böylece hem Türkiye’den çıkan ilk “Netflix Orijinal” filmi olacak hem de Türkiye ile birlikte 190 ülkede yayınlanacak.

Filmde oynadığınız karakteri kendinize yakın buldunuz mu? Ya da şöyle soralım, ona bir öneride bulunmak isteseniz, ne söylerdiniz?

Karakteri oluştururken kendimden de bir şeyler katmaya çalıştım, karakter olarak onunla benzer yönlerimiz var fakat hikâyesel olarak Leyla’yla bambaşka şeyler yaşadık. Leyla’ya tavsiyede bulunmak istersem; ilişkisine yönelik bir takım tavsiyelerde bulunabilirdim ya da bulunmayabilirdim. Bulunmazdım sanırım. 

Metin Akdülger ile uyumlu bir ikili oldunuz mu sizce?

Çok uzun bir hazırlık sürecimiz oldu. Ozan Açıktan filme hazırlanmak adına ikimizi de ayrı ayrı çok doğru yönlendirdi. Bu yüzden sete girdiğimizde Leyla ve Ali olarak girdik. Çok uyum sağladığımızı düşünüyorum ki bu da filme yansıdı. Çalışma arkadaşı olarak da Metin gerçekten benim için çok değerli bir yol arkadaşı oldu.

Ozan Açıktan ile çalışmak nasıl bir deneyimdi? Oyuncu-yönetmen uyumunuz istediğiniz gibi miydi, yoksa size ters gelen yönleri oldu mu?

Büyülü bir deneyimdi. Aslında Ozan’la biz iki senedir reklam kampanyasında çalışıyorduk ve bu yüzden birlikte bir set tecrübemiz vardı. Ancak tabi ki bir onunla uzun metrajda çalışmak ayrıcalıklı bir deneyim.

Netflix’in uluslararası niteliği sizin için önemli mi? Yurt dışında projelerde yer almak için bir basamak olacağına inanıyor musunuz bu filmin?

Açıkçası her oyuncu yaptığı işin en geniş kitleye ulaşmasından motive olur diye düşünüyorum. Netflix ile de filmimizin daha geniş kitlelere ulaşacak olması çok önemli. Platformdaki dizi ve filmleri takip eden biriyim. Filmimizin de bu platformda yayınlanacak  olması bizi çok mutlu etti ve tabi ki fırsat olursa yurtdışında bir projede de yer almak isterim. Netflix bunun için bir avantaj sağlıyor. 

Karantinada neler yaptınız, nasıl geçiyor günler?

İlk birkaç hafta açıkçası ben de herkes gibi bir adaptasyon sürecinden geçtim fakat çok zorlandım diyemem çünkü genelde evde vakit geçiren biriyim. Ailemi ve arkadaşlarımı çok özledim. Yemek yapma ve ev işlerinde kendimi geliştirdim diyebilirim. Uzun zamandır okumak istediğim kitapları okudum, izlemek istediğim filmleri izledim. Yazdım, daha çok yazdım. Konuştum, sürekli konuştum sevdiklerimle bazen de kendimle. Tuhaf bir dönem. Umarım en yakın zamanda bütün bunlar biter, sevenler sevdiklerine sevdiklerini söyler.

METİN AKDÜLGER: 'DİLAN'LA BİRBİRİMİZİ İYİ ANLADIK'

Yarına Tek Bilet ne zamandan beri sizin gündeminizde? Ozan Açıktan ile Atiye’de çalışırken konuşuyor muydunuz örneğin?

Biz Ozan ile bu film üzerinden yanlış hatırlamıyorsam dört yıl kadar önce konuşmuştuk ilk olarak. O zaman PTOT film ofisine çok yakın oturuyordum zaten, beni çağırdıklarında çok şaşırmıştım. Ozan’ı “Silsile” filmi ile tanımıştım ve çok sevmiştim. Yeni filmi için beni düşünmesi beni çok mutlu etmişti. O dönem film ertelendi ve beraber çalışamadık ama kısmet bu zamanaymış. Her işte bir hayır vardır derim ben böyle tecrübeler yaşayınca. 

Senaryoyu okuyunca ne düşündünüz, neydi sizi çeken hikâyede? 

İlk önce Ozan’ın filmi anlatırken gözlerinde gördüğüm şey beni çekti açıkçası onun üzerine okumuştum senaryoyu. İlk yolladığında beni senaryonun bir oyuncuya vadettiği alan ve yaratıcılık etkilemişti. Sonrasında Faruk ve Ozan ile tekrar senaryoyu okuduğumuzda ise Ali’nin dertlerini kendime çok yakın bulmuştum. Ozan’a beni daha doğru bir zamanda bu iş için arayamazdınız dediğimi hatırlıyorum.

Netflix ile en çok çalışanlardan birisiniz muhtemelen. “Atiye”nin ardından şimdi de ilk film… Nasıl Netflix ile çalışmak, piyasa şartlarıyla kıyaslarsak. 

Netflix’i yeni dünyanın yeni platformlarından biri olarak değerlendiriyorum ve iç piyasada değerinin arttığını ölçüde piyasaya vereceği değerin de artacağı kanaatindeyim. Pandemi sürecinde iş imkanlarının kısıtlanması ve bu yüzden doğan mağduriyetleri gidermek amacıyla İKSV ve Sinema Televizyon Sendikası ile birlikte yürüttüğü destek kampanyasına bakacak olursak, işveren ve işçi arasındaki iletişimi ve değer yargılarını olumlu yönde değiştirdiğini düşünüyorum. Mutluyum beraber çalışma şansını elde ettiğim için.

Dilan ile nasıl bir ikili oldunuz? Filmin tümünde birlikte oynuyorsunuz, zorlandığınız anlar, sahneler oldu mu? 

Dilan’la önceden bir tanışıklığımız vardı ama bu filmle birlikte uzun bir teşriki mesaimiz oldu. Prova sürecimiz filmin set tarihinden çok önce başladı. Süreç içerisinde çalışma azmine ve disiplinine hayran kaldım diyebilirim, ilk andan itibaren birbirimizi iyi anladığımızı ve birlikte “dans” edebildiğimizi düşünüyorum. Zorlandığımız anlar da oldu elbette ama o zorluklar bizi daha da bir araya getirdi ve filme olumlu anlamda yansıdı sanıyorum.

Oynadığınız Ali karakteri romantik, şiire meraklı biri. Size benziyor mu bu anlamda? 

Ben Ali kadar şiir sever ve romantik biri değilim ama severim edebiyatı. Orhan Veli’yi severim, Turgut Uyar’ı severim birçok insan gibi. Bir de Can Yücel’in çevirisi Dünya şiirlerini arada açar açar bakarım, Charles Baudelaire ile tanıştırmıştır beni mesela. Ama bizim ekibin şiir ve edebiyat aşığı daha çok Dilan’dır. Hatta kendisinin çocukluk zamanında yazdığı bir şiir kitabı bile var. 

Sizin karantinanız nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz şu sıralar?

Şu sıralar, birçok insan gibi ben de sıradan ev işlerinin ne kadar sıra dışı bir gayret gerektirdiğini fark ettim ve buna adapte olmakla geçirdim ilk günleri. Şimdilerde daha dengeli bir rutin hayatım oldu. Hemen her gün müzik grubumuz Journers ile çevrimiçi müzik çalışmalarımız devam ediyor. Bu süreçte “Sonsuzluk Neymiş Dostlar?” isimli bir şarkı çıkardık ortaya. Kalan vakitlerde ki çok bir vakit kalmıyor, bir arkadaşımla uzun süredir üzerine çalıştığımız bir film senaryosu ile ilgili çalışmalarımız oluyor. Hareketsiz kalmamak adına fizik tedavi maiyetinde bir egzersiz programı uyguluyorum. Geçiyor günler.

OZAN AÇIKTAN: 'O GELENEĞE SELAM YOLLAMAK GÜZEL'

Siz daha önce de Netflix ile çalıştınız ama Netflix’in ilk Türk filmini yönetmek nasıl gelişti, onu anlatır mısınız? Kimin fikriydi örneğin bu hikâyeyi çekmek?

Hem seyirciye ulaşmak hem de istediğimiz hikayeyi anlatmak. Bence dünyanın neresinde olursa olsun tüm yönetmenler öncelikle bu açmaza çare bulmaya çalışıyor. Sinema filmi de yapısı gereği pahalı bir organizasyon. Ekonomik denklem, şahsi tutkularımızla market veya festival değerleri arasında bir sarkacın arasında gidip geliyor bir şekilde ve biz de onun içinde yolumuzu bulup bir hikaye anlatmayı hedefliyoruz, dahası bunu yapmaya devam etmek de istiyoruz. Ben “Yarına Tek Bilet” için yola çıkarken, elbette öncelikle şahsen izlemek isteyeceğim ama bu kez sorumluluğun tamamen bende olacağı bir filmin hayaliyle yola çıktım.

Polonya’da Lodz’da sinematografi okudum. Mezun olduktan neredeyse 10 yıl sonra,  2014 yılında filmim “Silsile” Varşova Uluslararası Film Festivali’nde gösterildiği için yeniden Polonya’ya davet edildim. O yılın “ilk film” jürisinde de yer aldım. Yarışmada Drazen Kuljanin’in filmini çok beğenerek ödüllendirdik. Drazen’in filminin fikri, öncelikle inandığım bir oyunculuk anlayışını ortaya koyabilmek için çok uygundu. Fikir basit, duygusu da güçlüydü ama esasen yapmak istediğim sinema için iyi bir zemin oluşturuyordu. 

Filmi 4-5 yıl içinde bir kaç kez çekmeye niyetlenip bir şekilde başaramamıştık. “Atiye” sürecinde Netflix ile yakınlaştık. Esas hedefimiz sinemaya girmekti. Bir ön izleme yaptık, filmi çok beğendiler ve ”sadece Netflix’te” olmasını istediler. Filmin Netflix’in tüm ülkelerinde olmasını istediklerini de duyunca sinemaya girmekten feragat ettik. Taviz vermeyecek kadar koruduğum bir hayalin, dünyaya açılması; Türkiye’nin ilk Netflix filminde benim adıma olan şey bu.

Film “Pemra’ya” adanmış. Bundan bahsetmek ister misiniz? 

Aşık olduğum insan olması dışında filmin ana fikrini borçlu olduğu kişi Pemra.

Drazen Kuljanin’in filmi 5 saatlik bir tren yolculuğunda çekilmiş. Siz nasıl bir yöntem izlediniz, siz de hareket halindeki bir trende mi çektiniz? 

Drazen’in filmi sadece trende geçiyor. Bizim bir sürü sürpriz mekanımız var. Filmin inandırıcılığını kaybetmemesi adına bu soruya geniş bir yanıt vermek isterim. Bizim çekimlerimiz 2 hafta sürdü.  Çeşitli şehirler, çeşitli yolculuklar ve stüdyolar arasında mekik dokuduk.

Oyuncuların sette doğaçlama yapmasına izin verdiniz mi, yoksa her şey kelimesi kelimesine senaryoya bağlı kalınarak mı çekildi?

“Yarına Tek Bilet” kelimesi kelimesine yazıldı ve oynandı; çekimlerde neredeyse hiç doğaçlama yok diyebiliriz. Ama filmin 4-5 yıla dağılan yapım sürecinde ve ön hazırlığında bir çok değerli oyuncu arkadaşımla senaryoyu okuma ve hatta canlandırma fırsatım oldu. Bu yolculukta onların da çok büyük katkısı var. Filmde onlarla yaptığımız okumalardan, doğaçlamalardan çıkan, dialoglar da var. Çok uzun süreye yayılmış bir çok doğaçlama ile ön hazırlık yapıldı ve yazıldı, sonrasında da senaryoya mümkün olduğunca bağlı kaldık demeliyim.

Film bir yanıyla bir yol filmi, bizde çok fazla örneği olmayan bir tür. Filmin bu özelliğini nasıl değerlendirdiniz?

Yol filmleri mühim bir gelenek dünya sineması içinde. Bağımsız filmlerin çokça olduğu bir alan üstelik. Bu anlamda buradan o geleneğe bir selam yolluyor olmak güzel. Çocukluğum ve üniversite yıllarım da trenlerde geçtiğinden kişisel olarak da bir “yol” filmi bu.

Müzik önemli bir yer tutuyor filmde. Özellikle Metin ve Dilan’ın birbirlerine şarkılar dinlettikleri sahnede. Bu müzikleri siz mi seçtiniz? Müziğin nasıl bir katkısı oldu sizce hikâyeye?

Çok değerli arkadaşlarım Ahmet Kenan Bilgiç, Seda Seber ve Ömer Özgür’le  birlikte aradık dinledik, denedik, yanıldık ve sonunda beğendik. Müziklerin büyük bölümünü nihayetinde ben seçtim ama sonik dünyayı kurarken hep birlikte çalıştık. Bir de bu anlamda Spotify çok yararlı oldu. Algoritmalar da bizimle birlikte çalıştı bu filmde. “Bunu seviyorsan şunu da dinlemelisin” özelliğini bir çok farklı biçimde kullanarak “Yarına Tek Bilet”e has bir kütüphane oluşturdum. O kütüphanenin eser sahiplerine ulaşmak ve haklarını almak da apayrı bir yolculuk oldu çünkü filmde dünyadan da müzikler var. O arama tarama işlerinde en az müzisyenler kadar emek olduğunu da bu sayede öğrendim. Şebnem Kitiş ve Ebru Suda’ya buradan selam.

Netflix’in dizi olsun, film olsun, çalışma yöntemleri, alışkanlıkları konusunda piyasadan ne gibi farkları olduğunu düşünüyorsunuz? İyi ya da kötü anlamda…?

Aslına bakarsanız 24 yaşında yönetmenliğe başlamış biri olarak ben “piyasaya” çok maruz kalmış biri değilim çünkü uzun yıllardır PToT Film ve BKM konforu ile çalışıyorum. Netflix’le çalışma yöntemleri konusunda iki farklı deneyimim var. “Atiye”de Onur Güvenatam “bunu sen yönet istiyoruz” diye bana geldi. “Yarına Tek Bilet” için ben filmi bitirdikten sonra onlara “bakın böyle bir film yaptık” dedim. İkisi de her anlamda farklı iki işbirliği. Ben bu iki usulü de BKM ile olan kariyerimde zaten yaşadım. Zaman zaman sipariş zaman zaman kendi yazdığım bir filmle. Kendi adıma çok farklı şeyler gördüğümü söyleyemeceğim. Evrensel bir yapımcılık anlayışı var, onun doğrusu da yanlışı da ortak. Tabii şunu söylemeliyim yaptığınız filmin/dizinin 39 dile çevrilecek olması, bu ilişkide yer alan herkesin daha donanımlı olmasını talep ediyor, burası kesin.

Netflix’in dünyayla entegre olan bir platform olması sizin kariyeriniz için ne anlama geliyor? Yani örneğin yurt dışından bir teklif gelmesi, ya da yabancı bir ortak yapımda yönetmenlik üstlenmek  gibi şeyler sizin planlarınız arasında mı?

Şahsen içinde olmaktan zevk alacağım, anlatmasını değerli gördüğüm hikayelerin mümkün olan en çok kişiye ulaşmasını istiyorum. Bunun için nerede bir fırsat çıkarsa onu değerlendirebilecek donanımda ve yeterlilikte olmak için de çalışıyorum.

Her şeyiyle bir aşk filmi “Yarına Tek Bilet”. Yönetmen olarak sizi etkilemiş aşk filmlerini sorsak, hangileri geliyor aklınıza?

“Eternal Sunshine Of The Spotless Mind.”