Neşe yok hüzün çok

İş bulmak için gerçek kimliklerini gizleyen Çingeneler, yokluğun içinde yaşam savaşı veriyorlar.

Demet Yalçın

Adana’nın şehir merkezinden uzaklaşıp geride kalan büyük binaların yerini alan bir tarlanın yanından hızla geçip, Osmaniye’ye doğru yol alırken, çadırların kenarında buluyorum kendimi... Beni karşılayan büyük bir kalabalık... Etrafımı meraklı çocuklar sarıyor. Abartılı kahkahalarla yüzlerindeki mutsuzluğu perdelemeye çalışan kadınlar... Ardı ardına gelen sabırsız sorular: “Neden burdasın? Yoksa belediye görevlisi misin? Bize git mi diyeceksin?”

Gazeteci olduğumu, röportaj yapmak istediğimi söylüyorum. Önce bir uğultu, sonra kısa bir sessizlik...

‘Hep kovuluyoruz’

Derken adının Nazlı Avcı olduğunu öğrendiğim 30 yaşındaki hamile kadın, kafasıyla ‘buyur’ işareti yapıyor. Çadıra giriyoruz. Daha doğrusu derme çatma direklere sarılı “gölgelikte” konuşuyoruz. Eşi Haydar Avcı, “Göçebe olarak yaşadığımız için kovulmaktan korkuyoruz. Buralarda Çingene olduğunu açıkça söylemek dışlanmışlığı kabullenmek demek” diyor. Anadolu’yu karış karış gezip tarlalarda mevsimlik işçi olarak çalıştıklarını, tarla sahibinin bazen üç günde bazen de bir hafta da Çingene olduklarını anladığı anda sorgusuz sualsiz kovulduklarını anlatıyor. “Yazın günlük yiyoruz ama kışa durumumuz vahim” sözleriyle beni 9 çocuk ve hamile karısıyla başbaşa bırakıyor.

‘Biz insanız...’

Nazlı Avcı da “Bizi küçümseyip geçiyorlar. Asıl yaşantımızı ve çektiğimiz zorlukları kimse bilmiyor” diyerek şunları anlatıyor: “Bir parça ekmek için hepimiz mücadele ediyoruz. Büyük sınavlardan geçiyoruz. Sonuçta ne iş var ne güç. Gün geliyor bir tencere yemek kaynatmaya para bulamıyoruz. Göçebe yaşamak gerçekten zor. Şimdi Adana’dayız. Bu gece yarısı Antep’e doğru yola çıkacağız. Şartlara göre Urfa, Elazığ, Konya ve belki de Kayseri. Gerisini bilmiyoruz. Kimse bize iş vermiyor. Çingene olduğumuzu duyan ya hakaret ediyor ya da kovuyor. Kimliğimizi gizliyoruz. Biz bu ülkenin insanı değil miyiz. Biz insanız...”

Sefaletin içinde, kocasının ölen ilk karısından kalan 6 çocuk ile kendisinin doğurduğu üç çoçuğa analık etmek için çırpınan bu kadının şu sözleriyle gerçekler tokat gibi çarpıyor:

“Ben ne kızlığımı ne de kadınlığımı yaşadım. Bir evim olsun isterdim. Çocuklarımı aç yatırmamak için yemek pişireceğim bir mutfağım... ”

HERKES PERİŞAN

- Peki çocuklar? Onlar bu durumda nasıl okuyorlar?

Okula nasıl gönderelim? Çingeneler mutlu mesut insan derler. Kocaman yüreklerimiz var ama paramız yok. Aç uyuduğumuz çok oluyor. Olan çocuklara oluyor. Devlet bize yardım etmeli. Bu çileyi neden hep biz çekiyoruz. Biz bu devirde, hâlâ güç bela elde ettiğimiz su bidonlarıyla doldurduğumuz leğenlerde duş alabiliyoruz. Biz de isteriz rahat bir uyku uyumayı. Temiz giyinmeyi, temiz şartlarda yıkanmayı ve yemek yemeyi. 9 çocuğum var. 9’u da perperişan... Bu yaşantı mı?