Nefes aldığımız sürece umudumuz olmalı

Ahu Sungur oynayacağı karaktere teslimiyet duygusu ile yaklaşıyor. Onu ruhuna misafir ediyor, onu seviyor ona inanıyor. Zaten hayat verdiği karakterlerin unutulmaz ve yaşıyor olması da bunun kanıtı.

Ali Deniz Uslu / Cumhuriyet

Ahu Sungur'un ruhunda pes etmek yok. Disiplinli ve de kuralcı. Mutsuzluktan korunmayı da biliyor. Küçükken dersten kaçıp tiyatro provalarına gitmesi, televizyon izlerken ekrana girip sahneye katılmak istemesi de şaşırtıcı değil. Çünkü o sahnede özgür olduğunu hissediyor. Şarkı söylemeyi de seviyor Sungur. En çok bir pavyon kadınını canlandırmak istiyor.

-Pek çok karaktere hayat verdiniz. Karaktere bürünmek, onu deşifre etmek sizin için nasıl bir süreç, bu anlamda sizi neler besliyor?

Teslimiyet duygusuyla yaklaşıyorum oynayacağım karaktere. Tüm benliğimle kendimi karaktere teslim ediyorum. Ruhuma misafir olmasını seve seve kabul ediyorum. Ve en önemlisi oynadığım karakteri seviyorum ve ona inanıyorum. Karakterin yaptığı ve yapacağı her hamlede ona haklı sebepler buluyorum. Siz inanırsanız, seyirci de inanır!

- Tiyatronun sizdeki yeri ayrı. Tiyatro ile serüveniniz nasıl başladı ve nasıl sürüyor?

Tiyatro bambaşka! Oyuncu için de seyirci için de büyülü. Ben çok küçük yaşlarda karar verdim oyuncu olmaya. Ortaokulda başladı serüven benim için. Dersten kaçıp okulun tiyatro salonundaki provaya dahil oldum gizlice. Sahneye çıktım ve kendimi o kadar özgür hissettim ki…

-Televizyon tuhaf bir dünya, artıları da var ama sıkıntıları büyük gibi. Ateşten gömlek gibi. Siz nasıl başa çıkıyorsunuz?

Hayatta hiçbir şey insana altın tepsiyle sunulmuyor. Bizim televizyon sektörü de başka diğer sektörler gibi zorluklar barındırıyor. İnsan isterse mutlaka başarır. Pes etmek benim ruhumda yok. Başarıyı seviyorum, mesleğimi çok seviyorum. Çok disiplinli ve kuralcıyım. Sağlam duran bir oyuncu tüm zorlukları aşar. Mühim olan mutsuzluğu seçmemek ve keyif almak.

- “Evet, ben oyuncu olmalıyım”ı ne zaman dediniz?

Kendimi bildim bileli! Siyah beyaz Türk filmlerini izlerken televizyonun camını açıp ekrana girmeye çalışırmışım. Annem çok korkarmış bir gün televizyon patlayacak, bana bir şey olacak diye. Oyunlar kurar arkadaşlarıma roller verirdim o oyunlarda. Hayal gücüm çok yüksekti.

-Şan eğitimiz de var. Bunun üzerine yapmak istedikleriniz var mı?

Kısa bir süre şan eğitimi aldım. Şarkı söylemeyi çok seviyorum. Zamanı geldiğinde şarkı söyleyen bir kadını oynamak istiyorum. Bir pavyon kadınını... Acılı, derin bir kadını ve bir travestiyi... Bir de komedi hayalim var.

- Bu sezon “O hayat benim” de Hülya”yı canlandırdınız, zor bir karakterdi ve seyirciye çok iyi geçti onun ruhu. Hülya ile yaşamak nasıl bir yandan?

‘’O Hayat Benim’’ çok özel bir proje. Yapımcımız Yaşar İrvül bizleri en iyi şartlarda çalıştırmaya özen gösteriyor. Canlandırdığım karakter Hülya çok zeki bir kadın. Fakat çok sivri. Sivri olması onu ailenin içinde zor durumlara düşürüyor. Önsezileri kuvvetli, algısı açık ve farkındalığı yüksek. Bunların yanı sıra kırılgan da bir tarafı var. Seyirci sevdi Hülya’yı ve kabul etti. Benim için en önemlisi; yolda çevirip 'Biz Hülya’yı çok seviyoruz o kötü bir kadın değil çok akıllı her şeyi görüyor' diyorlar. Bu algıyı yaratmış olmak benim için çok kıymetli. Fakat kabul etmeliyim ki Hülya’yla da yaşamak pek kolay değil!

- Hayata karşı nerede duruyorsunuz, kolay hayatlar yaşamıyoruz ne de olsa. Özellikle de son yıllarda...

Yaşanması gereken her şey yaşanır ve hiçbir şey bir tesadüf değil. “Yarın yeni bir gün derdi” bana babam hep. Nefes alıyorsak hep umudumuz olmalı. Dokuz buçuk yaşında bir oğlum var. Her gün onu gözlemliyorum. Çocuklara da çok güveniyorum. Onlar yaşadığımız bu dünyayı daha yaşanılır kılacaklar, bundan eminim. Hiç kimse hiçbir şeyin de sahibi değil. Yaşadığımız dünya geçici, sahip olduğumuzu düşündüğümüz bedenlerimizse sadece birer kılıf. Asıl olan ruh... Her birimiz, birbirimizin aynasıyız. Empati duygusunu kaybedersek korkunç bir kaosa sürüklenebiliriz. İyiliği seçmek bir erdemdir ve dünyanın iyi insanlara ihtiyacı var.