Nebil Özgentürk yazdı: Galatasaray demek...

Türkiye’nin spor tarihine adını hep gerçekleştirdiği ilklerle yazdırmış, geleneklerine, tarihine hep sahip çıkmış bir büyük camianın müzesine yeni bir kupa daha geldi: 2017-2018 sezonu şampiyonluk kupası. Galatasaray tarihi, içinde inanç, kavga, acı, sevgi, ter, mücadele, umut ve vizyon olan bir tarihtir.

Nebil Özgentürk

Beyoğlu’nda kurulup renklerini alevin sarı kırmızısından alan, içinden gol kralları, kupalar, şampiyonluklar geçen asırlık ve zorlu bir yolculuğun adı...

Ali Sami Yen ve bir avuç idealist gencin çabasıyla yoksunluk ve yoksulluğun ortasında, lise koridorlarında kurulan, Papazın Çayırı’nda oynanan ilk maçtan, ilk golün yürek çarpıntısından, ilk galibiyetin heyecanından ve ilk şampiyonluğun gururundan bugüne, tükenmeyen bir sevginin karşılığıdır Galatasaray...

Başarıların, hayal kırıklıklarının, galibiyetlerin, mağlubiyetlerin, şampiyonlukların sarı-kırmızı öyküsüdür Galatasaray...

Ortak belleğimiz ve tarihimiz; içinde inanç, kavga, acı, sevgi, ter, mücadele, umut ve vizyon olan bir tarih...

Acılarla, savaşlarla örülmüş bir tarih ki... Yasaklara, otoriteye inat Galatasaray Efendileri adıyla yola koyulan...

Osmanlı’nın zor zamanlarında da, işgalde de, kurtuluşta da, kuruluşta da Cumhuriyet’te de lisesiyle, futbolcusuyla, taraftarıyla bu topraklara gönlünü koyan... Çanakkale’de şehit veren, Kafkaslar’a, Yemen’e cepheye giden...

İşgal İstanbul’unda Kuvayı Milliyeci... Cumhuriyet’in kuruluşunda coşku ve sevincin ortağı, Ata’sının neferi, Galatasaray...

Galatasaray demek, 1909’da ilk şampiyonluk kupasını omuzlarken, Osmanlı’nın büyük şairi, Lise’nin efsane müdürü Tevfik Fikret’le gurur duymak demek...

Gül Baba’yla Bektaşi kültürüne, Tevfik Fikret’le liselilik ruhuna, Fransız kültürüyle evrenselliğe, Atatürk’le çağdaşlığa gönül vermek demek...

Yurtdışına çıkan ilk Türk takımı olduğu için, ilk defa yabancı takımı yendiği için, ilk defa futbol dışı spora öncülük ettiği için ve ilk kez Avrupa kupasını kazandığı içindir ki... Galatasaray demek, ilkler demek..

Galatasaray demek, Çanakkale cephelerinde yitip giden ve mezar taşlarına kulübünün adı kazılan Robensonlar’la, Celal İbrahim’le, Hasnun Galip’le ve tabii ki kurucusu Ali Sami Yen’le gurur duymak demek...

Galatasaray demek, Atatürk adına verilen ilk kupaya sahip olma onurunu taşımak demek...

Galatasaray demek, Cumhuriyet’in yokluk zamanlarında Samiye Hanım’ların ve daha nice kulübe gönül vermiş kadınların el emeği göz nuru diktiği formalarla sahaya çıkmak demek...

Galatasaray demek, futbol tarihinde ağları delen bir gol fotoğrafı bırakmak ve asırlık tarihinde çokça gol kralı yetiştirmek demek...

Galatasaray demek, hem Süper kupayı, hem UEFA kupasını hem de Milenyum Ödülü’nü ilk kez Türkiye’ye armağan etmek ve bu sayede Avrupa’nın, hatta dünyanın kıyısında köşesinde adını duyurmak demek...

Galatasaray demek, on yıllardır milyonlarca taraftarıyla, kadını erkeği çocuğuyla, bazen coşmak, bazen üzülmek, bazen beklemek ama hep gönül vermek demek...

Ve Galatasaray demek, bir asır boyunca hüzünlerin yanı sıra destanlar yazarken tarihine efsane isimler kaydeden kulüp demektir...

***

20-25 yıl boyunca kültür-sanat ve bilim dünyasının içinden belgeseller yapan ve “bir yudum insan”larla, ülkemizin sanat ve hatıra defterleriyle, tarih çalışmalarıyla bilinen biri olarak, bir spor kulübünün, Galatasaray’ın yani, hem tarihini hem de “efsane”lerini içeren bir kitap çalışmasıyla karşınızda olmanın sürprizi bu...

Yakın dostlarım bilir zaten. Ne Galatasaray’ın, ne de maç seyrinin fanatiğiyim. Hayatın durduğu, milyonların pür dikkat ekrana kesildiği derbi maçlarında hayatımı durdurmadım!

Tabii ki pek çok maça gittim, tabii ki ülkenin kalbini ısıtan büyük futbol karşılaşmalarını izlediğim oldu. Çok da keyif aldım... Hele ki Galatasaray’ın UEFA ve Süper Kupa’yı havaya kaldırdığı final gecelerinde çocuklar gibi şendim...

İlk gençlik yıllarımda “mahallemizin delifişek abisi” Adanalı Fatih Terim’in Galatasaray’a, hele ki efsaneler efsanesi Metin Oktay’ın özel çabasıyla ve olaylı transferi sırasında, yani 70’lerin ortasında, pek çok Adanalı genç gibi ben de Galatasaray’a sempati duymaya başladım...

Ama hayat ve hayatımın hayhuyu arasında, gazeteciliğimin, yazı maceramın ya da 600’ü aşkın belgesellerimin telaşlarının gelip geçtiği yıllar boyunca haftasonu maçlarına varını yoğunu katanlara, aşırı heyecanla ekrana kilitlenen büyük çoğunluğa şaşırmadım ama ben, hep azınlıkta kaldım! Ve açıkçası, ekranın futbol haberleri anında “zaping” yapmışlığım dahi oldu, gazetelerin spor sayfalarını hızlıca çevirdiğim de...

Pekii bunları neden anlatıyorum biliyor musunuz?

Çünkü bunca “ilgisizlik” gibi görünen duruma rağmen, hayatımın en keyifli çalışmalarından biri “Galatasaray Tarihi ve Efsaneleri” belgesel kitabı oldu da ondan...

Ülkemizin, hikâyesi-tarihi oldukça zengin ve köklü bir kulübünün, Galatasaray’ın geçmişini anlatmak, efsanelerinin ilginç yaşamöykülerine yakın plan yapmak, Osmanlı’nın son yıllarıyla Cumhuriyet’in gelişim sürecini paylaşmak benim için muazzam anlamlı oldu da ondan...

Tarihe merakımdan, belgeselciliğe yatkınlığımdan olsa gerek her nostaljik olay “dokuya dokuya insan öyküsü” içeriyordu... Spor gibi hele ki dünyada ve ülkede hayatın anlamı haline gelen futbolda şaşırtıcı ve sürpriz hikâyeler gelip geçiyordu ve sayfalarda da göreceğiniz gibi roman tadında, film gibi durumlar kayda girecekti... Ve böylece bir kez daha geçmiş zamana yolculuk yapıverdim bu sayede...

***

Bu yazı dizisinde kitaptan özet anekdotlar sunacağım...

Başta Tevfik Fikret mesela...

Hiç futbolla ilişkisi olmamış gibi görünse de, hayatında spor yapmamış, sahaya girmemiş olsa da “en Galatasaraylı Tevfik Fikret”i.. Metin Oktay ki sahiden Galatasaray’ın gelmiş geçmiş en efsane isimlerinden biriydi. Dünyada örneği yok galiba; ağları yırtan bir futbolcu bir kere, daha ne olsun! Galatasaray’ın efsane kurucusu Ali Sami Yen’i...

Tabii ki kan ve ateş günlerini de... Celal İbrahim’ler, Robenson’lar, adı Beyoğlu’nda bir sokakla anılan Hasnun Galip’ler bu topraklarda, hatta, ötesinde şehit olan Çanakkale’deki Galatasaraylıları... Galatasaray’ın bir de Baba Gündüz’ü var. Efsane golcüler Prekazi ve Hagi’yi..

Veeeeee.. Bir kez daha şampiyon yapan Fatih Terim’i uzun ince yaşam yolculuğuyla! Adana sokakları da, sokaklara taşan hikâyeleriyle “çok özel sohbet”le...

Galatasaray Spor Kulübü’nün 100 yılı çoktan aşan geçmişine selamla... 150’nci yılını kutlayan Galatasaray Lisesi’ne sonsuz tebrikle...

 

İLK EFSANE ALİ SAMİYEN

Bilinmeli ki, yıllar yılı Galatasaray’ın top koşturduğu, zaferler ve hüzünler yaşadığı stadyuma adının verilmesinin de ötesinde, Galatasaray’ın tarihi, onuru ve altın harflerinden biridir Ali Sami Yen. Galatasaray, kuruluşundan 95 yıl sonra, UEFA ve Süper Kupa’ları omuzlamışsa bu başarıyı biraz da Ali Sami Yen’e borçludur.

Kulübün kuruluşundan, 100’ncü yıla hatta bugüne uzanmasına kadarki şampiyonluklarında da Ali Sami Yen’in mücadeleci ve azimli ruhu saklıdır, o ruh ki genç futbolculara da sinmiştir... Yani 4 yıldızlı formayı taşıyan Galatasaray’ın hep gururu olmuştur...

Ali Sami’nin Galatasaray Sultanisi’ne girdiği günler, II. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’ndan her gelişmeyi muhtemel bir muhalif oluşum olarak izlediği, özgürlüklerin unutulup, yasakların gündeme geldiği günlerdi. Kontrollü bir modernleşme başlasa da, futbol hâlâ yabancıların oynayabildikleri bir ayrıcalık konumundaydı.

İlk futbol takımının kurucusu ve 1 numaralı Galatasaray Futbol kulübü üyesi olarak adını tarihe yazdırdığında henüz 19’undadır Ali Sami Yen.

20’li yaşlarında tenis, avcılık, yelken, yüzme sporcusu.. 24’ünde İstanbul Ligi komite başkanı... 25’inde Kalamış’ta Galatasaray Müzesi’nin kurucusu... 36’sında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Başkanı... 37’sinde yine bir ilkin sahibi; Türk Milli Futbol Takımının ilk teknik direktörü... 38’inde Paris Olimpiyatları Türk kafilesi başkanı... 40’ında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı.. 45’inde yenmeyi çok sevdiğinden olacak “Soyadı Kanunu” yla Yen soyadını alacak bir yurttaş...

1964’ten 2008’e kadar Aslanlar’ın değişmez stadı olan Mecidiyeköy’deki unutulmaz stadın kapısındaki isimdir..

Ve 2011’de açılışı yapılan Aslantepe Arena’nın girişine adı büyük harflerle konan bir efsane..

Öyle ilkelidir ki, bir derbi maçı öncesi, birlikte kamp yaptıkları Fenerbahçeli futbolcuların gece kâğıt oynadıklarını görünce, “ne işiniz var bu saatte, yarın bizimle maçınız var, doğru odalara” demekten bile kaçınmaz.

Ali Sami’nin 1905 yılında temellerini attığı kulübe başkan seçilmesi boşuna değildir. Fransa’dan getirttiği futbol kulübü tüzüğünü tercüme eder, Galatasaray Futbol Kulübü Nizamnamesi’ni oluşturur. İngiltere’ye vermiş olduğu futbol malzemelerinin faturasını bile baş köşesinde saklar.

Takımın oluşturulduğu ve herkesin bir şeyleri üstlenerek işin ucundan tuttuğu günlerde Ali Sami’nin payına o çok sevdalandığı futbol topu düşer. Kendi harçlıklarıyla aldığı topu, okulun yanındaki kasaptan aldığı domuz yağıyla oynanabilir hale getiren o olduğu için takım arkadaşları onu lider seçmiştir zaten...

Ve yıl 1908..

II. Meşrutiyet ve ilk şampiyonluk..

Meşrutiyetle ve yeni anayasayla gelen özgürlük ortamı birer birer yeni futbol kulüplerini de ortaya çıkarıyor, 1908-1909 sezonunun şampiyonu Kadıköy, Moda, İmogenes takımlarını yenen Galatasaray oluyordu. O günlerde okulun müdürü bir başka yenilikçi, edebiyatçı Tevfik Fikret’ti.

 

 

YARIN: İMPARATOR FATİH TERİM

Sporumuzun hatıra defterinde en çok onun adı gelip geçti. En uzun süre onu konuştuk, en çok onunla sınır dışına çıktık, en çok onunla futbolun evrensel parçası olduk. Ülke coğrafyasında en çok onu alkışladık, futbola dair umuda en çok onunla yolculuk ettik. Futbol tarihimizde zirvelere en çok onunla tırmandık. O ve öğrencileri sayesinde çokça gülümsedik; o ve futbolcularının başarısıyla çokça moral bulduk.