Ne Yapmalı? -II-

cumhuriyet.com.tr

Ne Yapmalı? -II-

 

Anadolumuz, Yavuz Sultan Selim’den beri insanlarına dayatılan Gazalici İslamdan çok daha eski ve çok daha akılcı inanç sistemlerini barındırmıştır. Türkiye’nin insanları, AKP’nin, bir yanıyla Saidi Nursi ve Fethullah Nurculuğuna, bir yanıyla da terörist Hamas’la kol kola Suud Vahabiliğine dayanan siyasi İslamcılığına karşı çıkmaya mecburdurlar.

Gözden uzak tutulmaması gereken iki nokta daha var. Birincisi Türkiyedeki siyasi taraflara ilişkin şablonun hanidir değişmiş olduğudur. Çok partili rejime geçildiğinden beri, Türk seçmeninin yaklaşık olarak yüzde 60 küsur sağ ve yüzde 30 küsur sol eğilimler içerdiği yollu kabul hâlâ geçerliliğini sürdürüyor. Oysa böyle bir şey yok! Her şeyden önce,sağve solayrı birer ekonomik sınıf bilincine tekabül ettiği, ama Türkiyede Batılı anlamıyla yani gerçek anlamıyla ekonomik sınıflar olmadığı için yok. Sonra da, 12 Mart Muhtırasının getirdiği ara rejim ve Evrenin hükümet darbesiyle birlikte, okulun (lise ve üniversite), özgür beyinler üretmek yerine kullaşmaya şartlandıran bir yapıya dönüştürülmüş olması nedeniyle yok.

Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Ayşe Gül Altınayın 2004 yılında yaptığı bir araştırma, eğitim sistemimizin, ilkokul birinci sınıftan lise son sınıfa kadar okutulan ders kitapları marifetiyle çocuklara nasıl bir ideal Türkprototipi dayattığını ortaya koyuyordu. Bu prototipe göre, ideal Türk Müslümandır”, “her türlü farklılığa karşı çıkmaktadır”, “Müslüman olmayan arkadaşlarını kendisinden farklı görmektedir”, “dünyaya milliyetçi bir gözlükle bakmaktadır”, “aynı ulusun içinde farklı soylar olduğunu söylemeyi bölücülük saymaktadır”, “farklı kültürlerin tanınmasının ulusal kültürü olumsuz etkilediği inancındadır”, “azınlıkların, toplumun genel yapısından ayrılan ve çoğunluğunkine eşit toplumsal haklara sahip olmayan insanlar olduklarını düşünmektedir”.

Bu prototipikurgulayabilmiş bir eğitim projesinin Avrupa Birliği beklentileriyle uyuşmazlığı bir yana, Cumhuriyetin kurucu değerleriyle örtüştürülmesi de mümkün değildir.

Çünkü kendi idrakini kullanabilen özerk bireylerin ahlaki birlikteliği olan Cumhuriyeti yaşatacak yurttaşları değil, totaliter bir siyasetin at gözlüklü destekçisi olacak faşizan bir sürüyü amaçlamaktadır. Max Weber, insanların içinde yaşadıkları gerçeklik, her zaman için değişken olan tarihi ve kültürel bir gerçekliktir ve bu gerçekliğin evrensel yasalardan çıkarsanması mümkün değildirder. Toplumu belli bir yapıda şekillendirmenin de evrensel -ya da Tanrısal- yasaları yoktur. Çünkü, yine Weberin öğrettiği üzere, insan, toplum ya da kurumlar gibi zamana tabi bilgi nesneleri söz konusu olduğunda, gerçek hiçbir zaman genelgeçerlik içermez, her zaman için tikel ve özel kalır.

Evren diktası

İkinci nokta birincisiyle bağlantılı. 12 Mart ara rejiminde ana rahmine düşen çocukların şimdi kırkına gelmiş yetişkinler olduğunu ve bu insanların, büyük çoğunluğunun, o rejim ile devamı olan Evren diktasının dayattıkları eğitimin ürünü olduklarını gözden uzak tutamayız.

Elitizmin apolojisini yapmıyorum. Ama, Aysun Kayacının Benim oyum neden dağdaki çobanın oyuyla bir olsun sözünün de, demokrasi aşkı uğruna, ucuz bir popülizmin hedefi yapılmasına karşıyım.

Okul, bir şartlandırma aracına dönüştüğünden beri, Türkiyeye yeni bir İnsan, yeni bir Seçmen egemen oldu. Bu, toplumsal ve ekonomik çıkarları birer inanç nesnesi olarak (yanlış anlaşılmasın: İlle de dini inanç değil burada söz konusu olan) içselleştiren ve siyasi davranışını bu içselleşmeyi devşirdiği toplumsal ortamla özdeşlik içinde gösteren bir kitle. Bu kitle geleceğini seçmiyor, inancını onaylıyor. Dolayısıyla bu kitlenin partiler çoğulluğunadeğil, inancını somutlaştıran tek bir aracaihtiyacı var ve onu da 2002de AKPde buldu

Dini vicdanlarda\t\t tutmadıkça

Kabullenmek zorunda olduğumuz bir şey daha var kanımca:

Her türlü sosyo-ekonomik ve siyasi müktesebatı ithal malı olan bir ülkede, siyasetin de, partilerin de, seçimlerin de, seçmenin de birer pastişten ibaret kaldığını göremiyoruz.

Osmanlı, Bizans üzerinden Antik Romanınbahşiş imparatorluğunutevarüs etmişti, Cumhuriyet de kurucusunun 15 yıllık iktidarını bir çırpıda ayraç içine alıp aynı mirasa sahip çıktı.

Bu mirasın armağanı olan siyasi işleyiş biçimi şöyledir: Tepedeki egemene biat esastır ve her türlü erk onun ihsanıdır; bu ihsanın sürmesi için egemen maddeten ve manen beslenecektir.

Beslenmenin faturası halka çıkacağı için de, yönetilenler, zaman zaman birtakım bahşişlerle(örneğin, Antik Roma ve Bizanstaki sirk gösterileri; Osmanlıda sarayın cülus ve sünnet düğünü şenlikleri; günümüz Türkiyesinde devletin valileri tarafından dağıtılan beyaz eşyalar, vb.) oyalanacak/uyutulacaktır. Böylece, yönetenlerle yönetilenler arasında tam bir kliantelizm(müştericilik) ilişkisi sürdürüldüğünden, yöneticilerin yolsuzlukları yönetilenler açısından asla sorun oluşturmayacaktır.

Böylesi bir işleyişin, modern anlamıyla siyasi partilere de, o partilerden birinin tercih edileceği seçimlere de, o tercihi yapacak seçmene de ihtiyaç duymadığı besbellidir. 29 Mart 2009daki yerel ölçekli tepkilerin, yok olan sağıMHP, mefluçsoluda CHP markasıyla AKP karşısına çıkarmış görünmesi aldatmamalıdır.

Doğu ve Güneydoğudaki Kürt asıllı yurttaşların özdeşlik olumlaması hiç aldatmamalıdır. Yeni Türkiyeliler kendilerine (daha) demokratik bir gelecek kurmak üzere seçim sandığına gitmiyorlar, inançlarını yaşayacakları coğrafyaları paylaşmaktalar. Ve 12 Eylüldeki referandumun gösterdiği şey de bu paylaşımın coğrafyasından başkası değildir.

Türkiyeyi sarmakta olan dinci faşizm, bencil hesabın buzlu sularında kulaç atmayısürdüren Batının oportünizmi tarafından hep desteklendi. Bu desteğe, bir zamanlar gazetelere verdikleri ilanlarla hükümet deviren TÜSİADımız da katılıyor. Esasen, dinci parti,faşistkimliğini, büyük sermayeyle kurduğu, bu havuç-kırbaç muhabbetiyle kazanıyor.

Bu arada, İngilterede saygınlığı yerlerde sürünen, uluslararası diplomaside cim karnında nokta kadar hükmü kalmamış bir eski başbakanın mea culpamakamında yazdığı kitabı, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gülden övgüyle söz eden bir paragrafı uğruna manşetten haber yapan liberal(!) Hürriyet gazetesinin (2 Eylül 2010) içler acısı teslimiyeti, AKPnin en büyük müttefikinin, bu iletişim çağınınbaş oyuncusu konumundaki iletişim organları olduğunu da gösteriyor.

Cumhuriyetçilerin, oldukça uzun süreceğe benzeyen mücadelede bir kamuoyu oluşturmak ve bunu durmadan genişletmekten başkaca çareleri yok. Ancak bu kamuoyu, AKPnin siyasi parti olarak değil, dinci parti olarak yarattığı tehlikeye karşı oluşturulmak zorundadır.

Çünkü, Atatürkün, Cumhuriyeti yönetip denetleyebildiği 15 yılı bir yana bırakırsak rejimimizin yakasından asla düşmemiş olan İslamcılığı, “dünyevi siteden sürüp çıkarmak zorundayız. Ümmetin hiçbir zaman Tanrının sitesinin yeryüzündeki cisimleşmesi olmadığını ve olamayacağını anlatmak zorundayız. Dini, vicdanla sınırlayarak sekülerleştirmekzorundayız. Bunlar laikliğin olmazsa olmazlarıdır ve asıl İslam için geçerlidir.

Çünkü İslamiyetin dinolma vasfı giderek ortadan kalkıyor. İslam, yaşadığı coğrafyalardaki geriliğin, ilkelliğin faturasını, inancını paylaşmayanlara yükleyen bir intikamcılığın siyasi ideolojisi kimliğine bürünüyor. Bugün neredeyse yeryüzündeki bütün terör örgütleri İslam bandırası altında icrayı faaliyet gösteriyor.

Anadolumuz, Yavuz Sultan Selimden beri insanlarına dayatılan Gazalici İslamdan çok daha eski ve çok daha akılcı inanç sistemlerini barındırmıştır. Türkiyenin insanları, AKPnin, bir yanıyla Saidi Nursi ve Fethullah Nurculuğuna, bir yanıyla da terörist Hamasla kol kola Suud Vahabiliğine dayanan siyasi İslamcılığına karşı çıkmaya mecburdurlar. Din, vicdanlara buyur edilecek bir şeydir. Ama siyasete karıştığında, hemen engellenmek gereken bir tehlikedir.