Ne maç oldu ne de arkadaşlarım hayatta kalabildi

Deprem olduğunda, 14 yaşındaydı Murat İnce. Yalova'ya yolu, tatil için düştü, Aydın 4 sahil sitesindeydi. 16 Ağustos 1999, sıradan bir gün olarak başladı. Mahallenin takım kaptanı olarak, bir sitenin futbol takımıyla 17 Ağustos için maç ayarladı.

cumhuriyet.com.tr

“Akşama doğru maçın kritiğini yaptık” diyerek hatırlıyor o günü, “Bir arkadaşımız İstanbul’a gideceğini söyledi, kalecimizdi. Onsuz kaybederdik. Kendisiyle uzun uzadıya konuştum, İstanbul’un kaçmadığını, maçtan sonra gidebileceğini söyledim. Kaldı, benden şort istedi, mavi bir futbol şortu verdim... Keşke kalmasaydı, keşke takımı yalnız bıraksaydı. Ertesi gün ne maç oldu, ne de arkadaşlarımız hayatta kalabildi”.

- 17 Ağustos’a dair neler hatırlıyorsun?

- Enkaz altında olduğumdan en çok hatırladığım şey zifiri karanlık... Zemin kattaki dairemizin bir odasında, ben, annem ve 10 yaşındaki kız kardeşim kalıyorduk, anneannem salondaydı. Gece gürültü ile uyandım. Evimize kamyon girdi ve duvarı üzerimize yıktı sanmıştım. Karanlığı da gözlerimin kör olduğuna yordum. Nefesim tavana çarpıp yüzüme geliyordu. Annem “Oğlum deprem oldu. Korkma. Birlikteyiz. Kolumun üzerindekini kaldırır mısın?” dedi. Yanına süründüm, kardeşimden ses gelmiyor, dokunduğumda tepki vermiyordu. Anneannemden de. Yapabileceğim tek şey bağırmak, bağırmak ve bağırmaktı.

- Bu ne kadar sürdü?

- Saatler ilerledikçe insanları duydum, felaketi anlamaya çalışıyordum. O mezar gibi bölgede, artçı depremler devam ediyor ve dışarıdaki “çöküyor, kaçın” feryatlarını duyduğunuz halde milim kımıldayamıyorsunuz, ölümle kol kolasınız... Her artçıda annemin kolon ile duvar arasında sıkışan başı daha da acıyordu. Ümidimi kaybettiğim, her şeyi kabullendiğim bir anda, arkadaşlarımdan birkaçının dairemizin önünde öldüğümü sandıklarından ağladıklarını duydum. Var gücümle bağırdım, biri duydu. Bir sivil gönüllü tarafından kurtarıldım. Ona annemi de kurtarsın diye yalvardım. İki saat sonra annemi de çıkardılar. Yaralıydı. Kardeşimden hâlâ haber alamamıştık.

- Sonra?

- Ambulansla hastaneye gittik. Doktorun üstün körü müdahalesinden sonra aynı siteye bırakıldık. Kardeşimi dışarıda görenler, konuşanlar olduğu söyleniyordu. Yalovaspor’un sahasında seyyar hastane kurulmuştu, serum şişeleri, iğne artıkları ve hastalardan sahanın yeşilliği görünmüyordu. Bülent Ecevit bir askeri helikopterle geldi, annemi o helikopterle yolladık. Tek başıma kalmıştım, yiyeceğim, giyeceğim yoktu. Birinin yardım teklifini kabul ettim, üç gün sahilde kaldık. Kardeşimin şu anda ne yaptığı, anneanneme ne olduğu, annemin nereye götürüldüğü gibi sorular beynimi kemiriyordu. İki gün sonra babam geldi. Gazetelerin listelerinden annemi bulduk.

- Ya kardeşin, ondan haber alabildiniz mi?

- Babamla onun için yazlığa döndük. Beş gün geçmesine rağmen kaleci arkadaşımın ailesi hâlâ oradaydı. Enkazdan bir ceset çıkarmışlar, ancak emin olamıyorlardı. Benden yardım istediler, onu verdiğim şorttan tanıdım. Beynimden vurulmuşa döndüm. Göğsüme bir boşluk çöktü, ağlamak istedim, ama ağlayamadım... Kompresörlerle duvarlar delinip kardeşim ve anneannem çıkartıldı. Kardeşim ezilmişti, kokusu herkesi uzaklaştırdı. Oysa daha bir hafta önce gizli gizli parfüm sürüp, misler gibi kokardı. Küçücük bedenini ceset torbasına koyup, camiye götürdük. Cami avlusunun her yeri cesetti, kokuyorlardı. Herkes ölüsü için gölge arıyordu, gölge için kavgalar ediliyordu. Kardeşimi ve anneannemi zar zor gömebildik.. İnsan bazen hayata çok kızıyor.

- Depremden sonra Yalova’ya gittin mi?

- Sık olmasa da giderim. Deprem anıtına giden uzunca bir yol vardır. Oraya ağaçların arasından geçerek yürümeyi çok severim. Yol üzerinde Cevdet Aydın’ın ismi bir parka verilmiştir. O parktan yumruğumu sıkarak geçtiğim çok oldu.

- Hâlâ depreme dair bir korku taşıyor musun?

- Her gece yatağa iki cep telefonuyla girmemin müsebbibidir 17 Ağustos. Üzerimdeki koca binadan beni küçücük bir alet kurtaracakmış, gibi beyhude bir sanrı içindeyim...

- 17 Ağustos’tan sonra deprem yaşadın mı?

- Yaşamadım. Ama bir gece aniden bastıran dolunun sesini uyku haliyle deprem oluyor ve bina çatırdıyor şeklinde yorumlayıp yalın ayak dışarı çıktığımı ve yağmur altında ağladığımı unutamam.

-17 Ağustos’un üzerinden 10 yıl geçti, ancak hâlâ sağlam adımlar atılmadı depreme dair. Depremden sonra yargılamalar, adalet istekleri yarım kaldı... Seni en çok ne sinirlendirdi, üzdü?

- En çok sinirlendiren bunun bir sömürü aracı olarak kullanılması, insanların acılarından rant sağlanmaya çalışılması. Örneğin, bir siyasi partinin her 17 Ağustos’ta parti amblemiyle mezarların üzerine çiçek bırakması çok ağırıma gitmişti...