Nazi günahlarıyla yüzleşememek
Petzold’un Harun Farocki’yle birlikte yazdığı ‘Phoenix-Yüzündeki Sır’ bugün gösterime giriyor.
Sungu Çapan/CumhuriyetTüm malına mülküne sahip çıkmak isteyen kocası Johannes-Johnny (Ronald Zehrfeld) hakkındaki kötü söylentilere inanmak istemeyen Nelly, Berlin’de kalıp kocasını bularak eski hayatına geri dönmeyi amaçlıyor.
Phoenix adlı bir gece kulübünde çalışan ve Nelly’nin öldüğünü zanneden kocasıysa karşılaştıklarında onu zor tanıyor..
3 yıl kadar önce, 1980’lerin Doğu Almanyasında geçen ve eleştirmenlerce beğenilen “Barbara”sıyla tanıdığım, “İç Güvenliği”, “Hayaletler”, “Yella” gibi önceki filmlerini göremediğim, mirasına sahip çıktığı R.W. Fassbinder’in izini süren yönetmen Christian Petzold, aslında ülkesinin toplama kampları gerçeği ve günahıyla yüzleşmediğini çağrıştıran, ‘film noir’ atmosferine sahip, sıkı bir dönem filmi çekmiş.
Petzold’un Hubert Monteilhet’in “Küllerin Dönüşü” adlı romanından yola çıkarak senaryosunu geçen yıl ölen hocası Harun Farocki’yle birlikte yazdığı “Phoenix-Yüzündeki Sır”da yönetmenin gözde oyuncusu Nina Hoss’la Ronald Zehrfeld çifti yine başrolde, “Barbara”daki gibi. Lene rolündeki öteki Nina’nın da başarılı performansıyla dikkati çektiği bu film, savaş sonrasının yıkık dökük Almanyasında, soykırımdan kurtulup zar zor topluma uyum sağlamaya çabalayanların hikâyesine odaklanan, iyi oynanmış ve çekilmiş, seyredeğer bir dram sonuçta.
Fantastik sevenlere...
Hayatı boyunca kızı Claire’e (Michelle Dockery) iyi babalık edememiş, Central Park’ı çevreleyen gökdelenlerden birindeki dairesinde, sayılı aylar kalmış (kanserden) ölümünü bekleyen, New Yorklu çok zengin bir yaşlı olan Damian Hale (Ben Kingsley), cin fikirli doktor Albright’ın (Matthew Goode) önerdiği, çok pahalı ‘deri değiştirme’ operasyonunu kabul edince, beyni-bilinci eski bir askerin sağlıklı bedenine aktarılıyor.
Ancak bu operasyonun arkasında, yaşlılara yeni bir benlik-fizik kazandırarak yeni bir hayat sunan, gizli bir tıp çetesinin olduğunu fark edecek yeni Damian (Ryan Reynolds), bedenine büründüğü, genç ve çakı gibi askerin hayatına dahil olup güzel karısı (Natalie Martinez) ve küçük kızıyla da yakından ilgilenecektir..
2000 ve 2006 tarihli ilk filmleri “Hücre” ve “Düşüş”le adından olumlu söz ettiren ama sonrasında imzaladığı “Immortals- Ölümsüzler”(2011) ve “Mirror Mirror”(2012) gibi fantastik macera yapımları eleştirmenlerce önemsenmeyen, nicedir çalıştığı ve ürettiği Kanada’yı mesken tutmuş, Hint kökenli yönetmen Tarsem Singh’in Katalan David ve Alex Pastor kardeşlerin masalsı senaryosundan perdeye aktardığı son eseri “Self/ less” de bugün gösterime giriyor.
1966 yapımı John Frankenheimer klasiği “Seconds”dan da esinlenilmiş “Self/less”, heyecan uyandırıcı, eli yüzü düzgün anlatımı ve bilimkurgusal konusu kadar başarılı oyuncu kadrosuyla, Antonio Pinto imzalı müzikleriyle de ilginçleşen, bilimkurgu tiryakisi sinemaseverlere gönül rahatlığıyla salık verilecek bir fantastik film.
Zıpır bir eğlencelik
Haftanın öteki filmleri arasında, TV’ye de çalışan, özellikle “Family Guy” dizisinin yaratıcılarından olan Seth MacFarlane’ın ABD’de ayı bebeği satışlarını arttıran, 2012 yapımı, gişesi parlak ilk uzun metrajı “Ted- Ayı Teddy”nin devamını getirdiği “Ted 2-Ayı Teddy 2” öne çıkıyor. Çekici Tami- Lynn’le (Jessica Barth) evlenip çocuk sahibi olmak (!) isteyen peluş ayıcık kahramanımız Ted’in, eski sahibi ve kadim dostu John’un (Mark Wahlberg) yardımlarıyla insan olduğunu kanıtlama çabalarını hikâye eden bu film, absürd ve çoğu kez belden aşağı vuran, abuk sabuk mizahıyla meraklısını 115 dakika süresince tatmin eden ama çabucak unutuluveren, zıpır bir eğlencelik.