Nasıl oynadığın önemli
Michael Önder’in yazıp yönettiği ve Gezi Direnişine soğukkanlı bir mesafeden bakmayı deneyen “Taksim Hold’em” adlı film, olayların 5. yıldönümü yaklaşırken bazı şeyleri yeniden hatırlamamıza ve yeniden düşünüp tartışmamıza yol açacak, en azından buna bir fırsat yaratacak gibi görünüyor.
Emrah KolukısaTaksim’de başlayıp kısa sürede tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Direnişi hiç şüphesiz yakın tarihimizin en ayrıksı ve en incelenmeye değer toplumsal olaylarından biri. Sokakların karıştığı, deyim yerindeyse memleketin Teksas’a döndüğü, yani kanun güçlerinin kanunsuzlaştığı olaylar sonrasında hükümet kanadı toplumu hızla bir kutuplaştırma atmosferine soktu ve bunda da bir hayli başarılı oldu. Bu durum o denli etkili bir toplumsal yarılmaya yol açtı ki, neredeyse o zamandan beri bir rahat nefes alamadık desek yeridir. Memleketi terk etmek zorunda kalanlar, cezaevine atılanlar, hakkında soruşturma açılanlar, işlerinden atılanlar... Hep bildiğiniz, bildiğimiz şeyler. Michael Önder’in yazıp yönettiği ve Gezi Direnişine soğukkanlı bir mesafeden bakmayı deneyen “Taksim Hold’em” adlı film de olayların 5. yıldönümü yaklaşırken bazı şeyleri yeniden hatırlamamıza ve yeniden düşünüp tartışmamıza yol açacak, en azından buna bir fırsat yaratacak gibi görünüyor. Film adını popüler bir poker türü olan Texas Hold’em adlı oyundan alıyor. Klasik pokerin aksine her oyuncuya sadece iki kâğıdın dağıtıldğı ve ortaya önce üç, sonra sırayla iki kâğıdın daha açıldığı bir oyun olan (kimileri açık poker de diyor) Texas Hold’em seyir keyfi daha yüksek olduğu için TV programlarında tercih edildiğinden bu yana iyiden iyiye yaygınlaştı ve memleketimizde de tercih edilmeye başladı (anlaşılan). Poker için söylenen ‘Elinde ne olduğu önemli değil, nasıl oynadığın önemli’ cümlesinin bir kaç kez tekrar edildiği filmde genç bir kentsoylu çiftin evinde toplanan dört arkadaşın, tam da Gezi Direnişinin en civcivli günlerinde pokere oturduğu bir akşama tanıklık ediyoruz. Filmin ilk yarısında bir türlü pokere başlayamayan ve ikinci yarısında ise pek poker masasından kalkmayan dörtlüye bir de dışarıdan bir adam katılacak ve bir yandan oyun devam ederken bir yandan da masanın etrafındakilerin Gezi Direnişi çerçevesinde dönen muhabbeti sayesinde karakterleri tanıyacağız. Başrollerini Kenan Ece, Damla Sönmez, Berk Bakman, Emre Yetim ve Nezih Cihan Aksoy’un paylaştığı “Taksim Hold’em”ın konusu kabaca böyle.
Diyaloglara dayalı...
Tek mekânda geçen ve neredeyse gerçek zamanlı olarak anlatılan film büyük ölçüde diyaloglara dayalı ve karakterlerin analizleriyle ilerleyen bir hikâyeye sahip. Yani bir film boyunca bir karakterin aslında karısını aldattığını, bir diğerinin evlilik hakkında ciddi şüpheler duyduğunu, bir diğerinin ise onurlu yaşamak için istifa etse de aslında pişman olduğunu öğreniyoruz ama tüm bunlar pencerenin dışındaki olaylarla sınandığında daha manalı bir çerçeveye oturuyor. Bu anlamda filmin güzel bir derinlik kazandığını söyleyebiliriz ve hatta izleyiciyle güzel bir özdeşleşme fırsatı dahi sunuyor; en azından empati duyabiliyor izleyici bazı karakterlerle. 90 dakikalık süresi boyunca birkaç bölüm hariç sıkmadan ilerliyor hikâye ve kimi noktalarda (özellikle Hakman’ın bazı sahnelerinde) ilginç bir gerilim de sağlanıyor. Ama ne yalan söyleyelim karakterlerin birbirini gerçekten tanımaya başladığı anlarda daha güçlü bir hesaplaşma beklerdik, ya da daha belirgin bir dönüşüm, daha sağlam bir uyanış... Ne de olsa Gezi Direnişi bu değil miydi, ya da en azından biz böyle anlamadık mı? Yine de, eksiklerine rağmen, ilerisi için umut vaateden bir sinemacıdan, nitelikli, izlenmeye değer, özenli bir çaba “Taksim Hold’em”.