Müzisyen Aylin Aslım: Boğaziçi bir sembol, asıl hedef bilimsel düşünce!

Aylin Aslım, müzikle arasına mesafe girdiğini söylüyor: Sadece yorumcu olsaydım belki bu kadar şiddetli hissetmeyecektim duygusal anlamda bu umursanmamayı, yangında ilk vazgeçilecek olmayı, her türlü toplumsal kaosta ilk konserlerin iptal edilmesini asla futboldan veya yarışma programlarından vazgeçilmemesini. Bunları insan kişisel algılıyor, yaptığı seçimleri sorguluyor meslek olarak. Ben şarkı yazarı ve şarkıcıyım. Her kaosta ilk susması istenen ses benim ve benim gibilerin oluyor. Bunu böyle 25 yıl duyunca gerçekten başka bir boyuta geçiyor.

Hilal Köse

Aylin Aslım, müziğe Boğaziçi yıllarında adım atmış. Okulundaki ‘kayyum rektör’ protestolarını üzüntüyle izliyor. “Hangi üniversiteden olursa olsun kafası aydınlık olan herkesi Boğaziçi'ne yapılanlar üzer. Daha öte bir rezalet var mı. Bir üniversitenin kapısına kelepçe takılması…  İstedikleri resim bu demek ki” diyor. Aslım, bir yandan da 44 yaşında hayatının sürprizini yapan bebeğini bekliyor. Hamileliğin getirdiklerini Instagram’da açtığı “Aylininhikâyesi” hesabında paylaşıyor. İstanbul’dan Kaş’a bağlandık, hem bebeğini, hem üniversitesinde olanları hem de salgında müzisyen olmayı konuştuk.

"Ben şunu diyorum, ‘eğer istiyorsan senin için hayattan diliyorum, darısı başına.’ Sormadan etmeden çocuksuz bir kadına  ‘darısı başına’ demek sınırını bilmeyen insan modelinde oluyor. Belki istedi olmadı, belki istiyor eşi istemiyor, çok mahrem bir konu çocuk konusu. Ben uzun aylar boyunca risklerden dolayı, yapılması gereken testlerin sonucu gelene kadar ailemle dahi paylaşmadım. Çok fazla kendi kendime yaşadım."

Öncelikle tebrik ederim. Sağlıkla gelsin bebeğiniz. Öyle bir sürpriz yaptınız ki... 

Bana da sürpriz oldu (gülüyor). “Hayatın en büyük sürprizi” diye yazdım zaten. Gerçekten öylesine yazmadım. Hiç beklediğim bir şey değildi.

Hiç düşündüğünüz bir şey de değildi sanırım…

Hiç… Artık kırklı yaşların ortasında insan düşünmemeye başlıyor çocuklu hayatı. Hatta artık kesinlikle istemediğimden emin olduğum bir döneme geçmiştim…

ÇOCUKSUZ HAYAT GÜZEL DEMİŞTİM

Önceden istemiş miydiniz ya da aklınızdan geçirmiş miydiniz peki?

Geçirmiştim tabii ama… Kariyer çok uygun değil ona. Düzenli hayat getiren bir iş değil meslek. Doğru partnerle doğru zamanda doğru yaşta olmak gerekiyor. O denklem bir türlü denk düşmeyince zaman geçti. Belli bir süre sonra ben de bu konuyu unuttum. Geçtiğimiz yaz artık gerçekten istemediğimi düşünmeye başlamıştım, partnerime de öyle söylüyordum. Çocuksuz bir hayat bana daha güzel geliyor demiştim. O kadar çok söyledim ki aynı şeyleri onu da bir şekilde ikna ettim (gülüyor).

Sonra?

Hayat böyle, ters köşe geldiğinde önünde hiçbir şey duramıyor. Benim için mucize.

Bazı kadınlar ki bunun çeşitli sebepleri olabilir, “ben çocuk istiyorum” diyerek ve çok kararlı bir şekilde çocuk sahibi oldular. Ben de o gruptan değilim hep çelişki yaşayanlardandım bu konuda...

Acabalarla aslında zaman geçiriyor insan. O soruları sorarken yıllar geçiyor. Belki de çok soru sormaktan, endişeden… Belki kendi çocukluk deneyimlerinizi tekrar etmek istememekten… Benim yaşadığımdan daha iyi bir hayat sunabilecek miyim? Sadece maddi olarak değil, daha mutlu bir çocuk yetiştirebilecek miyim? Bütün bu sorular da uzaklaştırıyor insanı. Sorulması gerekli sorular ama… O kararlılık da beni hep şaşırtmıştır. Benim arkadaşlarım da var dümdüz gidip yaptılar, mutlular da. Ben onların yaşında anne olmayı kaldıramayacağımı düşündüğüm için olmamayı seçtim. Şimdi baktığımda da doğru yapmışım diyorum. O yaştaki Aylin, sanmıyorum şimdi hazırlandığım şekilde hazırlansın anne olmaya…

BENİM ZAMANIM 20’LER 30’LAR DEĞİLDİ

Demek ki sizin için en iyi zamanı bu zamanmış.

Tabii benim zamanım 20’ler 30’lar değildi bundan eminim. Aklım yapmak istediğim başka şeylerdeyken, oturmuş olgunlaşmış bir ilişki anlayışı yokken… Yapılırdı da o çocuk nasıl bir çocuk olurdu onu bilemiyorum…

 "Rockçı anne" diye yazıldınız. Kulağa çok da hoş geliyor bence…Müziğin içine doğacak…

Baba da müzisyen… Müzikle ve hayvanlarla iç içe büyücek…

İSTANBUL'A ZERRE ÖZLEM HİSSETMİYORUM

Siz Kaş’a yerleşeli 5  yıl oldu değil mi? Aslında o da çoğu kişinin isteyip de yapamadığı bir şey, o kararı nasıl almıştınız?

O karara gelmek İstanbul'dan ne kadar tiksindiğinize bağlı. Ben artık çok öncesinde dolmuş taşmıştım. Hiç evden çıkmayacak bir hale gelmiştim. “Madem evden çıkmıyorum nerede oturduğumun ne önemi var” dedim. Ömrüm boyunca İstanbul’da yaşadım ben. Bir buçuk yaşımda Almanya’dan geldim… İstanbul’a gittiğimde de zerre kadar bir nostalji, özlem hissetmiyorum. Ömrümün geçtiği sokaklar, semtler… Artık hiçbir şey eskisi gibi olmadığı için o özlediğim semt yok, özlediğim mekanlar yok, özlediğim insanlar o mekanlarda değil. Yıllarca yaşadığım yer duygusu oluyor ötesi olmuyor maalesef çok garip ama…

En çok nerelerde vakit geçirmiştiniz?

Benim gençliğimin geçtiği Beyoğlu yok. Beşiktaş da aynı değil… Biz gençken İstanbul’un nüfusu kaçtı acaba? Şu an kalabalıktan adım atamıyorsun. Okulum Beşiktaş’taydı… Hiçbir yer aynı kalmıyor ki onun için özlem de gelişemiyor. Ne kadar kalmam gerekiyorsa o kadar kalıp geri dönüyorum.

Hamileliğiniz tam da pandemiye denk geldi bir de… 

Sormayın sormayın… Hamilelikten bir buçuk, iki ay önce bir de bel fıtığı çıkmıştı bende. 

Kötü olmuş bel fıtığı...

O çok yazık oldu. Birden bire kabin boyu bir bavulu kaldırırken oldu… Uzun süre sporsuz kalmaktan oldu bence, yürüyüşe devam ediyordum ama… Hamilelik bel fıtığı dışında nispeten güzel geçiyor. Mide bulantısı hiç olmadı. Şimdi son bir haftadır da reflü çıktı ama şanslı sayıyorum kendimi. 

Aileniz nasıl karşıladı?

Şok oldular, ne tepki vereceklerini bilemediler ilk başta (gülüyor) sonra sevinç ve heyecan geldi. 

SINIRIMIZI BİLELİM ARKADAŞLAR!

Çocuklular, çocuk haberini çok büyük bir coşkuyla karşılarlar, hatta ‘istemiyorum’ diyenleri de dürterler…

Ben şunu diyorum, ‘eğer istiyorsan senin için hayattan diliyorum, darısı başına.’ Sormadan etmeden çocuksuz bir kadına  ‘darısı başına’ demek sınırını bilmeyen insan modelinde oluyor. Belki istedi olmadı, belki istiyor eşi istemiyor, çok mahrem bir konu çocuk konusu. Ben uzun aylar boyunca risklerden dolayı, yapılması gereken testlerin sonucu gelene kadar ailemle dahi paylaşmadım. Çok fazla kendi kendime yaşadım. Çok yabani biri olarak kendimden beklemezdim böyle bir ihtiyaç ama bir Instagram hesabı açtım “aylininhikayesi” diye. Deneyimlerimi, bana garip gelen şeyleri anlatıyorum… Kadınlardan o kadar güzel mesajlar aldım ki o  iyi dilekleri o kadar iyi geliyor ki. Paylaşmak bana çok iyi geldi. Aslında bilmediğim çok başında olduğum bir konu… Şuraya geleceğim, sınır bilme mevzusu… En çok bunu yazmış kadınlar. “Kilo almışsın, emiyor mu, sütün yetti mi, benim sütüm paçalarımdan akardı” falan diyenler oluyormuş… Aslında bir tür taciz. Her konuda hassaslaşmış bir kadına ‘ay kilo mu aldın’ denmemeli…

Zaten emzirme döneminde en büyük kriz süt! Sütün yetti mi sorusu insanı çıldırtıyor. Ama böyle böyle konuştukça farkındalık da artıyor, sizin paylaşmanız pek çok kadına dayanışma ağı kurdu…

Aynen… Kadın dayanışma sayfası gibi oldu. “Sınırlarımızı bilelim arkadaşlar, sınırlarımızı koruyalım” diye yazıyorum, alta yorumlar sıralanıyor. Çocuğunu büyütmüş ama hâlâ o dönemin travmasını atlatamayan kadınlar var. “Unutamıyorum” diyorlar söylenen sözleri...

"Aşık Veysel'in “Şeytan bunun neresinde” dizesinden bir adım öteye geçememiş olmamız beni Aylin olarak yordu. Çok şeyi değiştirme umudumuz vardı 20’li yaşlarda ama o dizenin ötesine geçemedi bu ülke. O kadar sıtkım sıyrıldı o kadar bıktım ki bu yaftalamalardan, benim gibi hisseden binlerce müzisyen adına konuşuyorum, çok hor davrandı ülke müzisyenine. "

TERMİNATÖRE DÖNÜŞTÜM! 

Koronavirüsten nasıl etkilendiniz peki?

Bütün Türkiye gibi. Hepimiz en başta aşırı panik olduk. Hiçbir şey bilmiyoruz… Sonra yaza doğru insanlar aşırı rahatladı. Ben o kadar rahatlayamadım. Evhamdan delirmedim ama maskesiz yakın duramıyordum insanlarla. Ne zaman ki hamile olduğumu öğrendim asıl endişe o zaman başladı. Kendimi korumam yetmiyor partnerimin de kendini koruduğuna emin olmam gerekiyor. Çünkü o bir erkek! Arkadaşları da erkek! Kadınlar terminatör gibi tehlike var mı diye çevreyi tararken erkeklerde kafa böyle işlemiyor tabii ki. Hamile olduğumu öğrendiğim anda terminatöre dönüştüm! Bu yaşta bana böyle bir hediye verilmiş, ‘bir şey olmaz’ diyemem, mümkün olduğunca korumaya çalışıyorum virüsten kendimi de onu da. Koronada hamile bir kadının kendini koruma savaşı bambaşka. Utku, flüt ve saksafon çalıyor. Ciğerleri çok önemli onun için. Enstrümanına aşkla bağlı bir adam o onun da kendini çok iyi koruması lazım. Benim mesleğimle aramdaki aşk ilişkimiz bozulmuş olsa da biraz soğukluk girmiş olsa da o sürekli çalan birisi. Erkekler bu tür mantık zincirlerini çok hızlı oluşturamıyorlar biliyorsunuz. (gülüyor)

Yaşıyorlar bu hayatı…

Yaşıyorlar da bazen insan sormadan edemiyor 'bu yaşa nasıl geldin' diye. (gülüyor) Bizim gibi kadınlar sayesinde geliyorlar işte… Hamileliğin de kadınlara verilmesinin bir sebebi var. Bu iş erkeklere verilseydi onlar bu süreci sonuna kadar götüremezdi.

 İçinizde canlı bir şey var!

Onun verdiği sorumluluk bambaşka. Kadınlara yüklenen şeyler, evham mesela… Sebebi bu! Sorumluyum ben onun canından. Evham bizde çocuk yapmadan da oluyor genlerimizde var sanırım. Kadınlar hakkında yapılan şakalar...Dırdır konusu. Dırdır aslında bir kadının bir konuyu bir erkeğe izah etme çabası...  Erkekte öyle bir kaygı olmadığı için o izaha da gerek duymamış.  Mesela ‘O mikrop beni hasta eder mi’ gibi bir kaygı yok yani (gülüyor). Çünkü sağlıklı kalmalıyım, korumalıyım gibi bir şey yok…

 Zaten bir şeyi ikinci kez söylemeye kalkmayalım, hemen dırdırcı oluveriyoruz…

Aslında soru şu, neden ilk seferde anlamıyorsunuz?

‘Kafan mı basmıyor’ da olabilir?

(Gülüyor) İnsan istemiyor ama bazen buraya geliyor konu. Kafa başka şeylere basıyor, hijyendi, sağlıktı, böyle programlanmamışlar… Ben ikinci dumuru da bebeğin erkek olacağını öğrendiğim an yaşadım.

TİPİK ‘TÜRK ANNESİ’ GİRİYOR DEVREYE

Kız çocuk mu istiyordunuz?

Bir kız çocuğu yetiştirmek için gerekli bilgiye sahip olduğumu işlemişim içten içe… Çünkü içgüdüsel olarak biliyorsun hangi yaşta ne hissedecek, ne düşünecek… Erkek olduğunu öğrenince kalakaldım. Zaman içinde düşündükçe, şu an seninle gülerek konuştuğumuz sorunlar var ya kadınlar ve erkekler arasındaki fark, büyük bir kısmı ‘Türk erkeği’ ile ilgili konular, nasıl bir erkek yetiştirmek konusu daha önem kazanıyor. Bu aslında biraz olayı çekici hale getirmeye başladı. ‘Tipik Türk’ erkeği diyoruz ya orada da tipik ‘Türk annesi’ giriyor devreye. Biz modern kadınların görmek istemediği karakter özellikleri… İnsan, ‘nasıl olmamalıyım’ı da düşünüyor bir yandan. Genel olarak annenin sunduğu konforlu hayat tarzına bağımlı bir erkek yetiştirmemeliyim gibi düşünceler…Mesleğini eline almış, senin benim gibi kadınların ‘Türk tipi erkekle’ yaşadığı sorunları bundan sonraki nesile aktarmamak için neler yapmalıyım neler yapmamalıyım bunları düşündürüyor. Kız çocuğunda hiç düşünmeyeceğim mevzular. Aslında yeni bir konu benim için erkek. 

Evlilik de yeni...

Evet…  Duyan herkes ‘senin kızın olur’ diyordu. Bende de meğerse kızım olacak düşüncesi oluşmuş. Erkek çocukla ilgili düşündüğüm her şey yeni ama o da güzel. Kendine yeten bağımsız olabilen bir erkek çocuğu olsun isterim. 

En önce yemek yapmayı bilsin!

Vallahi… Düşünebiliyor musun bir annenin çocuğu için övüne övüne 'oğlum yumurta kırmayı bile bilmez' demesi… Bravo çok güzel yetiştirememişsin. Bir yetişkinin kendine bakacak beceriye sahip olamaması çok acayip. Hala bu devirde bile böyle. 30 yaşında hala kendine bakamayacak bir bebek gibiysen, hayatına giren kadını da anneye çevirirsin. 

ŞİMDİ ‘ERKEK BEYNİ’Nİ OKUYORUM

Sizin çocukluk nasıldı?

Çok kalabalık çok çocuklu bir evde büyüdüm o kısmı harikaydı ama anne ve babamdan ayrı büyüdüm. Abimle beni anneannem büyüttü.. Yan evde teyzem ve onun çocukları vardı.  Annem babam Almanya'da çalışıyordu… İkilem oldu hep Almanya mı Türkiye mi? Bir yandan da çok neşeli günlerdi. Beş buçuk yaşında okula başladım. O kalabalık çocuk nüfusunda güzel sosyalleştik biz, şimdi çoğumuzun bir çocuğa gücü yetiyor sonra da ana okuluna gidiyor çocuklar… Biz çocukluğumuzda sokaklarda oynuyorduk. 10, 15 çocuktuk…

Karantinada durum daha da kötü! Benim oğlan koltuk tepesinde hoplayıp zıplıyor, gelip benimle güreşmek istiyor!

Tek başına çocukluk mu geçer. Yavrum ne yapsın… Şimdi elimde bir kitap var. Yıllar önce yarım bırakmıştım. Erkek Beyni diye onu okuyorum.

Güzelmiş…

Daha fetusken çok farklı beyin gelişimleri var. Çok ilginç. O itiş kakış genlerinde var. Beyin gelişimi bunu ona itiyor. O güreşler engel olamadığı iç güdüler.

O kitabı hemen almalıyım!

Tavsiye ederim. Okul öncesi, okul çağı hangi hormonlar nasıl coşuyor çok güzel anlatıyor. Sıfır bir yaşta erkek bebeklerdeki testosteron yetişkin erkeğe eş değermiş, büyümesini o sağlıyormuş. Sonra 10 yaşına kadar duruyor. Çok tatlı erkek çocukları oluyorlar, annelerine sarılan sonra ergenlik başlayınca testosteron tavan yapıyor o iğrençleşme başlıyor (gülüyor).

YA SEN YA O DESELER O DERDİM

Yine de çok sevilir çocuk, ergen de olsa!

Sevilmez mi?  Daha iki aylıktı, sabah uyanıyorsun başka bir vücutta uyanıyorsun sanki. Yazdı, leyla ruh hali içindeyim. Bir anda şöyle bir düşünce geldi, ‘bana deseler ki ya sen ya o yaşamaya devam edeceksiniz’, ben ona verirdim… Durup dururken o seçimi yaptım. Ne kadar garip bir ruh hali annelik. 

 İlk tekmede ne hissettiniz?

İlk önce gaz sancısı zannettim. Baktım hep aynı hareket bir şeyler pıt pıt yapıyor. Sonra arttı. Şimdi güm güm sallıyor, daha 26. hafta…

 Ne tarz müzikleri dinletiyorsunuz ona şu an?

Babasına flüt çaldırıyorum. Daha çok klasik ya da caz müzik açıyoruz. Müzik işini biraz Utku yönetiyor. Babanın enstrümanına alışsın belki doğunca babası uyutur. Masalsı bir enstrüman flüt ben de küçükken masallara düşkündüm. Çocuğun hayal gücünü geliştirecek bir ses flüt sesi. 


"Hangi üniversiteden olursa olsun kafası aydınlık olan herkesi Boğaziçi'ne yapılanlar üzer. Daha öte bir rezalet var mı. Bir üniversitenin kapısına kelepçe takılması… Allah aşkına bilimsel düşünceye düşmansan açık açık bunu söyle. Zaten de söylediler. Üniversite mezunu gençler partimize daha az ilgi duyuyor demediler mi zaten. Genel olarak bilimsel düşünceye bir hınç bence."

ÜLKE BİZİ BIRAKMIŞ BİZ BIRAKSAK NE OLUR 

Müzikle aram soğudu dediniz az önce. Biraz bunu sormak istiyorum. Koronavirüs etkisi olabilir mi?

Koronavirüste müzisyenlerin başına gelenler, benim gördüğüm Türkiye'de bir müzisyenin hayatının nasıl geçtiğine dair tonla hayal kırıklığının, sektörel anlamda olamamışlığın sadece bir yansıması. Belli oldu ki bu ülke müzisyenini hiçbir şekilde umursamıyor bu kadar basit. Olsanız da olur olmasanız da. Başınızın çaresine bakın. Hayatım boyunca bana verdiği mesaj bu oldu zaten. O yüzden müzik üretimi ve yayımlamakla ilgili benim arama başka türlü bir mesafe girdi. Kendi müziğini üretip söyleyen biri olduğun için olaylardan çarpı üç etkileniyorsun. Çok daha kişiselleştiriyorsun olayı. Sadece yorumcu olsaydım belki bu kadar şiddetli hissetmeyecektim duygusal anlamda bu umursanmamayı, yangında ilk vazgeçilecek olmayı, her türlü toplumsal kaosta ilk konserlerin iptal edilmesini asla futboldan veya yarışma programlarından vazgeçilmemesini. Bunları insan kişisel algılıyor, yaptığı seçimleri sorguluyor meslek olarak. Ben şarkı yazarı ve şarkıcıyım. Her kaosta ilk susması istenen ses benim ve benim gibilerin oluyor. Bunu böyle 25 yıl duyunca gerçekten başka bir boyuta geçiyor. 

İstemeye istemeye soğuyorsunuz…

Bir olay oluyor diyelim, düşünün, deniyor ki gazeteler basılmasın. Yarın da basılmasın… Van’da deprem oluyor, Van için rock konseri düzenleyeceksiniz,  ”siz ölülerin üzerinde mi tepineceksiniz’ falan. O kadar sıtkım sıyrıldı o kadar bıktım ki bu yaftalamalardan, benim gibi hisseden binlerce müzisyen adına konuşuyorum, çok hor davrandı ülke müzisyenine. 

 Müziği bırakmadınız ama değil mi?

Hayır bırakmadım ama arama mesafe girdi… Ülke bizi bırakmış biz müziği bıraksak ne olur bırakmasak ne olur. Konserler iptal olsun deniyor, bir kişi de yapılsın demiyor. Sahip çıkılmamış hissediyorsun. Türkiye’nin kaosu felaketi biter mi sürekli konser iptal edilir. Önce müzik sussun da sonrasına bakarız. Nasıl bir anlayış. Ben bu anlayıştan yoruldum…

AŞIK VEYSEL'İN DİZELERİ

Doğru…

Aşık Veysel'in “Şeytan bunun neresinde” dizesinden bir adım öteye geçememiş olmamız beni Aylin olarak yordu. Çok şeyi değiştirme umudumuz vardı 20’li yaşlarda ama o dizenin ötesine geçemedi bu ülke. Ülkenin başbakanının politik seçimleri yüzünden gencecik Türk askerleri ölüyor bedeli müzisyenlere ödetiliyor mesela. Benim müziğim nasıl bir müzik ki? Bazı insanlar belki de müzikle rahatlayacak. Seni ne ilgilendirir. Böyle bir bağnazlık…

Ülke için umutsuz bir tablo…

Bu sadece devlet politikası değil. İnsanımız da böyle bence İslami kültürden gelen bir şey. Adamın sazıyla söylediği türküdeki derdi neyse bizim derdimiz de o o dert çözülemedi. Müziğin duygularla bağlantısını cenazede de doğumda da yeri olduğu gerçeğini bir türlü idrak edemedi bu millet. Müziği sadece bir eğlence aracı olarak görüyorlar. ‘Ölülerimiz varken eğlenmek olur mu’ gibi ilkel bakıştan öteye geçemedik. Maalesef.

MÜZİĞE ADIMI BOĞAZİÇİ YILLARIMDA ATTIM

Siz müziğe nasıl adım atmıştınız?

Çocukluktan beri şarkı söylüyorum. Çocukluktan beri şiirler yazıyordum yıllar sonra ikisini birleştirmiş oldum, yazıp söylemeyi. Mesleğim olacağını düşünmezdim asla öğretmenlik okudum Boğaziçi’nde. İngilizce öğretmenliği. Boğaziçi yıllarında ilk adım attım. Bir rock grubu solist arıyordu, kızlardan oluşan bir grup. Artık olmayan efsane mekanlarımızdan Kemancı’da sahneye çıkmaya başladım. Kendi müziğini üreten biri haline geldim sonra. 

Boğaziçi’ne olanlar karşısında ne hissediyorsunuz?

Hangi üniversiteden olursa olsun kafası aydınlık olan herkesi Boğaziçi'ne yapılanlar üzer. Daha öte bir rezalet var mı. Bir üniversitenin kapısına kelepçe takılması…  İstedikleri resim bu demek ki. Özgür düşüncenin, bağımsız düşüncenin, aydınlık gençlerin olduğu yerin kapısına biz kelepçe takarız arkadaş mesaj bu. 

BİLİMSEL DÜŞÜNCEYE HINÇ VAR 

Boğaziçili olmak kıskanılıyor mu?

Ben de lisedeyken orayı kazananlara öykünürdüm. Kıskanmak başka bir şey. Burada bir hınç var. Burada aydınlığa, özgür düşünceye hınç var. ODTÜ'ye olduğu gibi. Nedir bu iki üniversitenin özelliği, yurt dışında tanınması, uluslarası başarıları, ünlü bilim insanı, düşünür, edebiyatçı yetiştirmesi. Buna mı hınç duyuluyor? Yeri geldiğinde gururlanmayı çok iyi bildiğimiz o üniversiteler bazı kafalarca bir hınç merkezi haline getirilmiş. Neyi hıncı alınıyor okumuşluğun mu? Ben işçi çocuğuyum. Ben Anadolu Lisesi'nden mezun olup gittim oraya.

 Elit misiniz yani?

Ben Boğaziçi'nde çimenlerde yayılmanın keyfini yaşayamadım, hem ders veren hem beş günü müzik yapan, ilk albümü yaparken öğrenciydim, geçimini sağlamaya çalışan bir işçi sınıfı çocuğu idim. Neyin elitinden bahsediyor bunlar? Kafası çalışan seçkin insana mı düşmansın? O zamanki Boğaziçi profilini düşünüyorum, çok uçlarda maddi imkanları olanlar da vardı ama azınlıktaydı onlar. İstanbul Üniversitesi'ne  Marmara Üniversitesi'ne hiç zengin çocuğu gitmiyor mu? Allah aşkına bilimsel düşünceye düşmansan açık açık bunu söyle. Zaten de söylediler. Üniversite mezunu gençler partimize daha az ilgi duyuyor demediler mi zaten. Genel olarak bilimsel düşünceye bir hınç bence.

 Bu hassas dönemde sizi ayrıca üzen bir olay olmalı bu…

Duygularını çok profesyonelce yöneten bir insan olmadığım için ülke gündemine çok bakmamaya çalışıyorum ama yine de bu ülkenin parçasıyız nasıl görmeyeceğiz? Okulum. Bana çok şey vermiş bir okul. Tabii ki ayrıca üzüyor beni. Oradan öğrendiğim çok şey var arkadaşlıklarımız hala sürüyor. Neden okumuş insanı vatan haini ilan ediyor bu ülke neden okuyan insanı sevmiyor bu ülke? Bu soruyu sormak lazım. Boğaziçi bir sembol burada. 

BALKANLAR ÖFKESİNİ DE NEŞESİNİ DE SAKLAYAMAZ

Çok duygusal biri misiniz?

Duygusal olmadan sanatla uğraşmak mümkün değil bence. Kalabalık bir Balkan ailesinde büyüdüm ben. Balkanların duygusal yönetimini görüyorsunuz zaten. Ne yaşıyorsa ortadadır bizim insanımız öfkesini de neşesini de çok saklayamaz. Bebek de ilk günden itibaren değiştirmeye başlıyor ya anneyi, bu konuda da eğitiyor. ‘Çocuğun yanında bir şeye sinirlendiğimde nasıl davranmalıyım’ diye şimdiden düşünüyorum. Hayatın bambaşka bir eğitim mekanizması bebek de...

İkinci Boğaziçi sizin için…

Herkes ikinci üniversiteye başladı pandemide ben de bebekle başladım. Yıllardır köpeklerimleyim. İki köpeğim var. Onlar da üç yaşında çocuk zekasında. Bir şeyden paniklediğinizde anında köpeğinize geçiyor. Sen de sakin olmayı öğreneceksin. Sen sinirliysen o da sinirli bir hayvan oluyor. Onlar da bana çok şey öğretti. Hayvan sevgisi çok önemli. Şunu da ekleyeyim, pandemide evinde hayvanı olan çocuklar daha az yalnızdır diye düşünüyorum.

Fotoğraflar: Bahadır Maşa